Vay Canına
Forum Üyesi
Necip Fazıl Kısakürek, fetret döneminin ardından islamî filizlenmenin yolunu yeniden açan, bayrağını, büyük fedakarlıkları göğüsleyerek genç ellere taşıyan yiğit bir fikir, sanat ve mücadele adamı idi. 25 Mayıs 1983'te dar-ı bekaya göç etti. Ama sesi hala parlak bir meşale gibi yaşıyor. Eserleriyle dünümüzü, günümüzü yazıyor, değerlendiriyor. Bizler,Üstad'ı rahmetle yadediyor, vasiyetini de hatırlayarak sizlerle birlikte ruhuna fatihalar yolluyoruz. Burada üstadın "Fatih ve onun yeni nesline selam" başlıklı yazısını da sunuyoruz. Onun sesini bir daha hatırlamamız ve hislerini birlikte yaşamamız için...
Bundan asırlarca evvel, İstanbul'un fethinden evvel, Osmanlı devletinin kuruluşundan evvel, piyadeleri ve süvarileriyle hac yolunda bir kervan.. Çölde insan kanını kurutma kağıdı gibi emen güneşin altında bir insan şöyle haykırıyor:
- Yedi kere hac sevabını bir içim suya kim satın alır?
Biri, tulumundan bir içim su veriyor. Yedi kere piyade hac sevabını bir içim suyla değiştiren büyük velî de, suyu, oracıkta, dili ve sipsivri dişleri meydanda, karnı inip çıkan bir köpeğe içiriyor ve bir hadîs okuyor:
"Ciğeri yanan her mahluka su vermekte büyük sevap vardır."
Amma, işin sır noktası şudur ki, büyük velî, ciğeri yanan mahluka su içirmek sevabına da istekli değil; onun üstünde, bir hadîse saygısını göstermeğe memur... Bunun için de, üzerindeki bütün sevapları, kabil olsa, hemen devretmeğe hazır...
Bu nükteyi yine kendisi çerçeveliyor:
- Bir hadîs emrini yerine getirmek için yedi hac sevabını bırakıyorum!
İşte îman metodolojisinin en ince ve derin hikmet merkezi!... Vasıtanın girdiği nimetten fazla, vasıtaya hürmet... İmzanın bağışladığı servetten ziyade, imzaya itibar... Bu noktada vasıta, gaye oluyor; ve kazanç zevki, yerini vazifeye terkediyor.
Hadîs... Allah Sevgilisinin, ebediyet fanusu mukaddes gözlerini kırpışlarından, derinliğine doğru ferdi, genişliğine doğru da cemiyetiyle bütün kainatı nizamlayan en kısa kelimelerine kadar, kendilerine bağlı her şey... Onun büyüğü, küçüğü yoktur. En küçüğü, içinde ormanlar taşıyan tohum kadar küçük, en büyüğü de kainata kainat katıcı çapta büyüktür.
Fakat!... Fakat bir hadîs vardır ki, Saadet Devrinden sonraki bütün çığırların zaman ve mekan ölçüsünü getirmek, İslam'ın yeryüzüne hak ve nakşındaki mana ve madde planını vermek, İslam'ın topyekün aksiyon ve sosyal zeminini hedeflendirmek bakımından, kendi sonsuzluğunu bir yana bırakalım, fakat bizim sınırlı idrakimize göre, büyüklerin büyüğü, üstünlerin üstünüdür.
İstanbul'un, Konstantinopolis'in fethini vazifelendiren, müjdeleyen ve bu fethi gerçekleştirecek başbuğ ve askeri "Ne güzel başbuğ!" ve "Ne güzel asker!" diye anlatan muazzam hadîs...
Allah resulünün, hangi dil ve soydan olursa olsun, bütün İslam birlik ve topluluklarına ana cadde işareti veren bu emirlerini yerine getirmek şerefi, başlıca İslam aksiyonu halinde, bundan beşyüz şu kadar yıl evvel, Türk topluluğuna; ve onun başbuğu Fatih Sultan Mehmed Han'a nasip oldu.
Bundan asırlarca evvel, İstanbul'un fethinden evvel, Osmanlı devletinin kuruluşundan evvel, piyadeleri ve süvarileriyle hac yolunda bir kervan.. Çölde insan kanını kurutma kağıdı gibi emen güneşin altında bir insan şöyle haykırıyor:
- Yedi kere hac sevabını bir içim suya kim satın alır?
Biri, tulumundan bir içim su veriyor. Yedi kere piyade hac sevabını bir içim suyla değiştiren büyük velî de, suyu, oracıkta, dili ve sipsivri dişleri meydanda, karnı inip çıkan bir köpeğe içiriyor ve bir hadîs okuyor:
"Ciğeri yanan her mahluka su vermekte büyük sevap vardır."
Amma, işin sır noktası şudur ki, büyük velî, ciğeri yanan mahluka su içirmek sevabına da istekli değil; onun üstünde, bir hadîse saygısını göstermeğe memur... Bunun için de, üzerindeki bütün sevapları, kabil olsa, hemen devretmeğe hazır...
Bu nükteyi yine kendisi çerçeveliyor:
- Bir hadîs emrini yerine getirmek için yedi hac sevabını bırakıyorum!
İşte îman metodolojisinin en ince ve derin hikmet merkezi!... Vasıtanın girdiği nimetten fazla, vasıtaya hürmet... İmzanın bağışladığı servetten ziyade, imzaya itibar... Bu noktada vasıta, gaye oluyor; ve kazanç zevki, yerini vazifeye terkediyor.
Hadîs... Allah Sevgilisinin, ebediyet fanusu mukaddes gözlerini kırpışlarından, derinliğine doğru ferdi, genişliğine doğru da cemiyetiyle bütün kainatı nizamlayan en kısa kelimelerine kadar, kendilerine bağlı her şey... Onun büyüğü, küçüğü yoktur. En küçüğü, içinde ormanlar taşıyan tohum kadar küçük, en büyüğü de kainata kainat katıcı çapta büyüktür.
Fakat!... Fakat bir hadîs vardır ki, Saadet Devrinden sonraki bütün çığırların zaman ve mekan ölçüsünü getirmek, İslam'ın yeryüzüne hak ve nakşındaki mana ve madde planını vermek, İslam'ın topyekün aksiyon ve sosyal zeminini hedeflendirmek bakımından, kendi sonsuzluğunu bir yana bırakalım, fakat bizim sınırlı idrakimize göre, büyüklerin büyüğü, üstünlerin üstünüdür.
İstanbul'un, Konstantinopolis'in fethini vazifelendiren, müjdeleyen ve bu fethi gerçekleştirecek başbuğ ve askeri "Ne güzel başbuğ!" ve "Ne güzel asker!" diye anlatan muazzam hadîs...
Allah resulünün, hangi dil ve soydan olursa olsun, bütün İslam birlik ve topluluklarına ana cadde işareti veren bu emirlerini yerine getirmek şerefi, başlıca İslam aksiyonu halinde, bundan beşyüz şu kadar yıl evvel, Türk topluluğuna; ve onun başbuğu Fatih Sultan Mehmed Han'a nasip oldu.