Öncelikle zangoç kiliselerde bulunan ve vakti geldiğinde çanları çalan kişiye denir.
Hikayemizdeki zangoç da Londra'nın en büyük Kilisesi'nde çalışan ve kimi kimsesi olmayan birisi.
Doğduğu gün kilisenin kapısına bırakılan bu kişi, merhametli rahipler tarafından yetiştirilmiş ve o da kiliseyi evi bilip, birkaç personel gibi orada karın tokluğuna çalışmaya ve kalmaya başlamış.
Pek zeki ve kafası çalışan biri olmadığı için de başka bir iş yapmamış yıllarca. Bizim zangoç orta yaşının sonlarına geldiğinde, kendisinden epey yaşlı olan ve hamisi olan baş rahip ölmüş.
Yeni gelen genç baş rahip, personelin hepsini ilk günden tanışma bahanesi ile tek sıra dizmiş karşısına ve hepsine bazı sorular sormuş.
Sıra bizim zangoça geldiğinde ise ona hangi gazeteleri okuduğunu sormuş. Bizimki: "hiçbirini" demiş. "ben okuma yazma bilmem!"
Dehşete düşmüş genç baş rahip. "Hangi devirde yaşıyoruz, Londra'nın en önemli ve büyük Kilisesi'nde zangoç olarak çalışıyorsun ve okuman bile yok"
Bizimki ise başına geleceklerden habersiz;"Hiç ihtiyacım olmadı okumaya, sadece çanları çalarım ben, işimin okumakla ilgili bir tarafı yok efendim" demiş.
Genç baş rahip bu cevaba da bozulmuş ve bizim zangoça okumayı öğrenmesi için üç ay izin vermiş.
Canı sıkkın biçimde kiliseden çıkan ve sokaklarda amaçsızca dolaşmaya başlayan zangoç, bir müddet sonra bir sigara yakmak istemiş ama üzerinde paket olmadığını farketmiş ve sigara satan bir yer aramış gözleri.
Uzunca bir caddede olduğunu farketmiş önce. Fakat bu büyük, işlek caddede hiç sigara satan bir yer yokmuş. Emin olmak için birkaç kere turlamış caddeyi, bulamamış...
Hemen kiliseye dönmüş, varı yoğu ne varsa yanına almış, arkadaşlarından da bir miktar borç alarak, hayatının akışını değiştirecek işe yönelmiş ve hemen uygun bir dükkan açmış.
Bir süre sonra tek dükkanla yetinmeyip şehirdeki diğer uzun caddelerde de sigara, tütün, puro ve ufak tefek ihtiyaç malzemesi satan dükkanlar açmaya başlamış bizim zangoç, iyi de para kazanıyormuş.
Kazandıklarını ise her haftanın son iş günü dükkanlarından toparlayarak bir bankaya yatırıyormuş.
İlerleyen zamanlarda banka müdürünün dikkatini çekmiş bizim zangoçun hesabı. Her hafta artıyormuş, hiç hesaptan para çıkışı da olmuyormuş üstelik!
"Bu hesabın sahibi adamı bana getirin" diye talimat vermiş memurlarına. Bir cuma akşamı, haftanın son dakikalarında müdüre haber vermiş memurları, geldi diye.
Hemen yanına buyur etmiş, yüklü paraya sahip bu adamı. Yalnız bir tuhaflık varmış adamda, çok çekingenmiş...
Banka müdürü, adamın hesabının dikkatini çektiğini ve bu meblağda bir hesapla istediği gibi faize yatırım yapabileceğini veya yatırım amaçlı bankanın kendisini vekil tayin edebileceğini uzun uzun anlatmış ve konu ile ilgili bir broşür vermiş.
Bizimki broşürü evirip çevirmiş ve bıkkınlıkla müdüre hiç bir şekilde parasına birşey yapmak istemediğini söylemiş.
Müdür sinirlenmeden, sakin bir biçimde bizimkinin işini öğrenmiş ve bayağı sohbet etmişler. En sonunda da ticari deha olarak gördüğü bu adamın parasını niye değerlendirmediğini öğrenmek istemiş.
Bizimki utana sıkıla durumunu müdüre söylemiş: "Ben okuma yazma bilmiyorum, yanlış anlamayın ama okuyamadığım bir evraka da parmak basmak istemem!"
Müdür bu durum karşısında hayretten ağzı bir karış açık sormuş : "Okuyamadığınız halde bu kadar para kazanıyorsunuz, bir de okumanız olsaydı acaba ne olurdunuz?"
Bizimki gayet sakin cevaplamış: "Londra'nın en büyük Kilisesi'nde zangoç olurdum müdür bey!"
Hikayemizdeki zangoç da Londra'nın en büyük Kilisesi'nde çalışan ve kimi kimsesi olmayan birisi.
Doğduğu gün kilisenin kapısına bırakılan bu kişi, merhametli rahipler tarafından yetiştirilmiş ve o da kiliseyi evi bilip, birkaç personel gibi orada karın tokluğuna çalışmaya ve kalmaya başlamış.
Pek zeki ve kafası çalışan biri olmadığı için de başka bir iş yapmamış yıllarca. Bizim zangoç orta yaşının sonlarına geldiğinde, kendisinden epey yaşlı olan ve hamisi olan baş rahip ölmüş.
Yeni gelen genç baş rahip, personelin hepsini ilk günden tanışma bahanesi ile tek sıra dizmiş karşısına ve hepsine bazı sorular sormuş.
Sıra bizim zangoça geldiğinde ise ona hangi gazeteleri okuduğunu sormuş. Bizimki: "hiçbirini" demiş. "ben okuma yazma bilmem!"
Dehşete düşmüş genç baş rahip. "Hangi devirde yaşıyoruz, Londra'nın en önemli ve büyük Kilisesi'nde zangoç olarak çalışıyorsun ve okuman bile yok"
Bizimki ise başına geleceklerden habersiz;"Hiç ihtiyacım olmadı okumaya, sadece çanları çalarım ben, işimin okumakla ilgili bir tarafı yok efendim" demiş.
Genç baş rahip bu cevaba da bozulmuş ve bizim zangoça okumayı öğrenmesi için üç ay izin vermiş.
Canı sıkkın biçimde kiliseden çıkan ve sokaklarda amaçsızca dolaşmaya başlayan zangoç, bir müddet sonra bir sigara yakmak istemiş ama üzerinde paket olmadığını farketmiş ve sigara satan bir yer aramış gözleri.
Uzunca bir caddede olduğunu farketmiş önce. Fakat bu büyük, işlek caddede hiç sigara satan bir yer yokmuş. Emin olmak için birkaç kere turlamış caddeyi, bulamamış...
Hemen kiliseye dönmüş, varı yoğu ne varsa yanına almış, arkadaşlarından da bir miktar borç alarak, hayatının akışını değiştirecek işe yönelmiş ve hemen uygun bir dükkan açmış.
Bir süre sonra tek dükkanla yetinmeyip şehirdeki diğer uzun caddelerde de sigara, tütün, puro ve ufak tefek ihtiyaç malzemesi satan dükkanlar açmaya başlamış bizim zangoç, iyi de para kazanıyormuş.
Kazandıklarını ise her haftanın son iş günü dükkanlarından toparlayarak bir bankaya yatırıyormuş.
İlerleyen zamanlarda banka müdürünün dikkatini çekmiş bizim zangoçun hesabı. Her hafta artıyormuş, hiç hesaptan para çıkışı da olmuyormuş üstelik!
"Bu hesabın sahibi adamı bana getirin" diye talimat vermiş memurlarına. Bir cuma akşamı, haftanın son dakikalarında müdüre haber vermiş memurları, geldi diye.
Hemen yanına buyur etmiş, yüklü paraya sahip bu adamı. Yalnız bir tuhaflık varmış adamda, çok çekingenmiş...
Banka müdürü, adamın hesabının dikkatini çektiğini ve bu meblağda bir hesapla istediği gibi faize yatırım yapabileceğini veya yatırım amaçlı bankanın kendisini vekil tayin edebileceğini uzun uzun anlatmış ve konu ile ilgili bir broşür vermiş.
Bizimki broşürü evirip çevirmiş ve bıkkınlıkla müdüre hiç bir şekilde parasına birşey yapmak istemediğini söylemiş.
Müdür sinirlenmeden, sakin bir biçimde bizimkinin işini öğrenmiş ve bayağı sohbet etmişler. En sonunda da ticari deha olarak gördüğü bu adamın parasını niye değerlendirmediğini öğrenmek istemiş.
Bizimki utana sıkıla durumunu müdüre söylemiş: "Ben okuma yazma bilmiyorum, yanlış anlamayın ama okuyamadığım bir evraka da parmak basmak istemem!"
Müdür bu durum karşısında hayretten ağzı bir karış açık sormuş : "Okuyamadığınız halde bu kadar para kazanıyorsunuz, bir de okumanız olsaydı acaba ne olurdunuz?"
Bizimki gayet sakin cevaplamış: "Londra'nın en büyük Kilisesi'nde zangoç olurdum müdür bey!"
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.