Doğan Hasol Türkiye mimarlığının önde gelen isimlerinden birisi olarak tanınıyor. Galatasaray Lisesi ve İTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hasol mimarlığının yanında sporla da yakından ilgilendi. 1990-96 arası üç kez Galatasaray Spor Kulübü'nün İkinci Başkanlığı'nı yaptı. Uluslararası ve yerli pek çok mimarlık ödülünün sahibi olan Doğan Hasol ağabeyimizle, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olmasına rağmen ısrarla binaların zeminlerine ve inşaat malzemelerinin seçimine özen gösterilmemesinin nedenlerini konuştuk.
Siz hep, deprem öldürmez, bina öldürür, dersiniz. Bundan ne kast ediyorsunuz?
D.H.- Şimdi artık sadece bina da öldürmüyor, zemin de öldürüyor. Son depremde Hatay'da gördük. Zemin her şeyi mahvetti. Bunun bir derecesi var. Riskin arttırılması ya da azaltılması. Bununla yüzde yüz başa çıkmak kolay değil. Japonya bunu bir miktar yaptı. Ama çok pahalıya mal olan önlemler.
Biz eşimle birlikte Japonya'da bir otelin 19. katında depremi yaşadık. Bir gece sallantıyla uyandık. Doğru pencereye koştum. Binalara bir şey olmayacağını biliyordum da dışarısını merak etmiştim. Pencereden baktığımda fevkalade bir durum olmadığını gördüm. Yani Japonlar bu işi biliyor. Hakkını vererek yapıları yapıyorlar.
Nasıl yapıyorlar?
D.H.- İnşaatta bütün girdilerin iyi olması gerekiyor. Önce bu iş iyi kentsel planlamadan başlıyor. Kentsel planlama sırasında zeminlerin iyi etüt edilmiş olması gerekiyor. Riskli alanlar, deprem bölgeleri yeşil alanlara ayrılır. Oralar inşaat alanı ilan edilmez.
Yıllar önce bizde fiziksel planlamayla ilgili daireler vardı. Şu anda onlar artık yok. Fiziksel planlama artık ihmal edilmiş durumda. Ayrıca araziden gelecek paralara tamah edilerek imar afları, imar barışı çıkarıldı. Ne affı, ne barışı?Neyi affediyorsunuz?
-Yani kaçak yapılaşmayı mı affettiler?
D.H.- Adı üstünde kaçak yapılaşma. Hiç bir denetimden geçmemiş yapılar bunlar. Gerçi artık belediyelerin de artık fazla müdahalesi olamıyor.
- Artık bütün imar planları ve denetimler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlanmadı mı?
D.H.- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nereye bağlansın? Ankara'da 2007'de Kentsel Gelişme Stratejisi ya da KENTGES diye bir rapor çıkmıştı. Bir kaç gün aşağı yukarı 300 uzmanın katıldığı toplantılar yapıldı. O toplantıların sonunda da KENTGES isimli bir mutabakat raporu çıktı.
Orada neler yapılması gerektiği yazıyordu. Ama o da ihmal edildi. Yani bizde her şey oluruna bırakılıyor. Tabii para da çok önemli. Bakın, dünyada üretilemeyen tek şey topraktır, denir. Ama şimdi bizde toprak üretiliyor. İmar iznini iki katına çıkarırsanız toprağın değeri iki katına çıkıyor. Böylece toprağı üretiyorsunuz.
Spekülatif girişimler çok hatalı, çok kötü sonuçlar veriyor.
Ne gariptir ki yaşanan felaketlerden ders de alınmıyor..
D.H.- Toprağı arttırıyorsunuz ama güvenliği yok sayıyorsunuz. En önemli olan fiziksel planlama. Nereye ne inşa edilmeli? Buna bakılmalı. Bu planlama bölge çapında yapılır.
İstanbul 20 milyonluk bir şehir olmalı mıydı? Hayır, olmamalıydı. Öğrencilik yıllarımızda İstanbul'un nüfusu bir milyondu. O İstanbul'dan bu İstanbul'a geldik. Hiç bir altyapı önlemi alınmadan şehir bu şekilde büyüdü. Toprak çok değer kazandı. Bazıları sadece topraktan zengin oldu.
YÖK EÐİTİMİ MAHVETTİ
Mimari projeye, strüktür projesine çok dikkat etmek, bütün girdilerin çok iyi olması lazım. Bunu da vurgulayayım. İnşaatın yapım sırasında çok iyi denetlenmesi lazım.Bilgili bir müteahhit tarafından yapılmalı. Türkiye'de bu saydıklarımı hayata geçirmek çok zor.
Eğitim de yeterli değil. Ne yazık ki YÖK mimarlık ve mühendislik eğitimini dört yılla sınırlandırdı. Hukuk dört yılsa neden mimarlık beş yıl olsun, dendi. Ama bu beş yıllık eğitim şarttı. Eğitim düzeyini bir kenara bırakalım. En azından süreler bakımından Avrupa ülkeleri ve ABD'de dört yılda mimar yetiştiren okul yok. Oralarda dört artı bir ya da üç artı iki yıl eğitim görülüyor. Beş yılı bitirene, mimar olabilir, diploması veriliyor. Yani mimar diploması verilmiyor.
Beş yıllık eğitimden sonra zorunlu stajlar var. Ondan sonra da mesleki yetkinlik sınavlarını vermek zorundasınız. Kişi ancak ondan sonra mimar olabiliyor.
Eğitim süresi yetersiz de müfredat yeterli mi?
D.H.- O da çok kuşkulu. Arka arkaya, bir takım mimar, mühendis okulları açıldı. Anlaşılan çok iyi bir ticaret kaynağıymış.
Eğitimin düzeyi konusunda da akreditasyon dediğimiz eğitimin kontrol edilmesi sistemi de yok. Açıkçası onun için sıkıntıdayız. Bütün girdiler iyi olmadıkça sonuç iyi olamıyor.
1970'li yıllarda yüksek mimar Turgut Cansever'in İstanbul için yaptığı bir nazım plan vardı. Acaba o plan ne oldu?
D.H.- Hiç bir plan kalmadı. Eskiden Türkiye'de nazım plan büroları vardı. Ama artık onların işlerliği kalmadı. Hal böyle olunca da bu felaketleri yaşıyoruz.
Daha önce KENTGES raporundan söz ettik. Orada alınması gereken önlemler vardı. KENTGES planlamada yetki kargaşasını önlemeyi hedefliyordu. Ne var ki kargaşa hala sürüyor.
KENTGES kimlerin plan, proje yapabileceğini belirliyordu. Bizde her şeyde olduğu gibi KENTGES de askıya alındı.
Para ön plana çıktı. Sonra da gelsin imar afları, imar barışları...
PARAYI VERENİN BİNASI AFFA UÐRADI
Yani parayı verenin binası affa uğradı. Öyle mi?
D.H.- Neyi affediyorsunuz? Yanlış yapılmış şeyler affedilir mi? Para her şeyi çözer hale geldi. Ama çözemiyorsunuz. Çünkü felaket geliyor.
- Hatay depreminde yerle bir olan çok katlı binaların hepsinin Amik Ovası'na inşa edildiğini gördük. Amik ovası önceden göldü. Gölü kurutup o alanı tarla yapacaklarını söylemişlerdi. Ancak imara açtılar. Bu bile bile felakete yol açmak değil midir?
D.H.- Her araziye yapılabilecek yapı vardır. Projeyi ona göre hazırlarsınız; inşaat malzemesini de ona göre kullanır, dikkatle denetlersiniz. Bizde şimdi bir moda başladı. Selçuklu-Osmanlı tarzı inşaatlar yapın, deniyor.
Selçuklu-Osmanlı tarım çağı. Biz bilişim çağını yaşıyoruz. Yani bilgi ve iletişim çağı. Arada da sanayi çağı var.
Gökdelen sanayi çağının eseridir.
Gökdelen neden sanayi çağının eseri?
D.H.- Çağlarda olanaklar, ihtiyaçlar vardır. Mimarlıkta bir denklem var. Binanın işlevine uygun yapılması lazım. Örneğin hastane başka, konut başka, otel başka türlü yapılır.
Bunun ardından strüktür, yani binanın çatkısı gelir. Ardından konstrüksiyon, yani donatı elemanları. En son da estetik. Mimarlığın formülü bu. Bu bileşenlerden bir tanesi sıfırsa sonuç da sıfır oluyor. Yıkılan binalarda bunu gördük.
Çağın olanakları ve ihtiyaçları var, derken neyi kast ettiniz?
D.H.- İhtiyaç çok önemli. Gökdelen önemli ölçüde ihtiyaçtan doğuyordu. Gökdelen sanayi çağının yapısıdır. Sanayi çağında şehirleşme de başladığı için insanları, özellikle beyaz yakalıları tek bir binada toplamak önem kazandı. Bu bir ihtiyaç.
Bunun ardından sistem, strüktür geliyor. O devirde beton ve yapısal çelik devreye giriyor. Betonun çelikle takviye edilmesiyle betonarme elde edilmesi sonucu yüksek yapı yapılabildi. Bunun ardından asansör devreye girdi. Suyu en üst katlara çıkarmak için pompalama sistemleri devreye sokuldu. Gökdelenler böylece ortaya çıktı. Bunlar o çağğın çalışma biçimine de uygundu.
GÖKDELENİN PABUCU DAMA ATILDI
Peki bu bilişim çağına gökdelenler uygun mu?
D.H.- Değil. Ben, artık gökdelenlerin pabucu dama atıldı, diyorum. Bu çağda bilgisayar desteğiyle pek çok işi çözebiliyorsunuz.
Bugün bilişim çağında bilgi de iletişim de var. Artık yüksek binalarda bir arada çalışma gereği kalmadı. Neredeyse herkes home office'den çalışıyor. Bilgisayar ortaya çıktıktan sonra artık gökdelenlere gerek kalmadı. Artık çağın olanaklarını kullanacaksınız. Selçuklu-Osmanlı tarzı yapılar yapmanın hiç bir geçerliliği yok. Boş laf.
İSTANBUL'DA RANTSAL DÖNÜŞÜM
Depremlerden sonra İstanbul'da yeniden bir kentsel dönüşüm seferberliği başladı. Bu, kentsel dönüşüm mü yoksa rantsal dönüşüm mü olur?
D.H.- Riskli. Kentsel dönüşüm nedir? Bunu hangi projeyle yapıyorsunuz?Bütün bunlar yüksek bilgi işi.
Son yıllarda bir çılgın proje ortaya atmışlardı. Yani Kanal İstanbul.
İstanbul gibi zemininden fay hatlarının geçtiği bir şehirde acaba hangi akla hizmet Kanal İstanbul gibi tehlikeli bir projeyi yapmakta ısrar ettiler?
D.H.- Karı orada gördüler. Bir yakasında 750 bin, öbür yakasında da 750 bin nüfuslu bir şehir inşa etmek istediler. 1.5 milyon insanı oraya neden yerleştiriyorsunuz?
Bu, şehircilik ilkeleri bakımından tamamıyla yanlış ve gerçekten çılgın.Şehircilik derslerinin en ilk bildirimlerinden birisi İstanbul kuzeye kaymamalıdır. İstanbul'un akciğerleri kuzeydedir. Yeşil, sulak alanlar kuzeyde. İstanbul'da susuzluk beklendiği haberleri var. Çünkü kuzeydeki sulak alanlar kuruyor.
Siz oraya şehir götürmek istiyorsunuz. O bölgeye havaalanı yaptınız. Ayrıca üçüncü köprü inşa edildi. Köprü yapınca çevresinde yerleşim birimleri oluştu. Bunların sonucunda da kuzeye yerleşme başladı. Bütün bunlar bilim dışı, hatta akıl dışı çözümler. Bunlar tamamıyla rant beklentisi.
Siz hep, deprem öldürmez, bina öldürür, dersiniz. Bundan ne kast ediyorsunuz?
D.H.- Şimdi artık sadece bina da öldürmüyor, zemin de öldürüyor. Son depremde Hatay'da gördük. Zemin her şeyi mahvetti. Bunun bir derecesi var. Riskin arttırılması ya da azaltılması. Bununla yüzde yüz başa çıkmak kolay değil. Japonya bunu bir miktar yaptı. Ama çok pahalıya mal olan önlemler.
Biz eşimle birlikte Japonya'da bir otelin 19. katında depremi yaşadık. Bir gece sallantıyla uyandık. Doğru pencereye koştum. Binalara bir şey olmayacağını biliyordum da dışarısını merak etmiştim. Pencereden baktığımda fevkalade bir durum olmadığını gördüm. Yani Japonlar bu işi biliyor. Hakkını vererek yapıları yapıyorlar.
Nasıl yapıyorlar?
D.H.- İnşaatta bütün girdilerin iyi olması gerekiyor. Önce bu iş iyi kentsel planlamadan başlıyor. Kentsel planlama sırasında zeminlerin iyi etüt edilmiş olması gerekiyor. Riskli alanlar, deprem bölgeleri yeşil alanlara ayrılır. Oralar inşaat alanı ilan edilmez.
Yıllar önce bizde fiziksel planlamayla ilgili daireler vardı. Şu anda onlar artık yok. Fiziksel planlama artık ihmal edilmiş durumda. Ayrıca araziden gelecek paralara tamah edilerek imar afları, imar barışı çıkarıldı. Ne affı, ne barışı?Neyi affediyorsunuz?
-Yani kaçak yapılaşmayı mı affettiler?
D.H.- Adı üstünde kaçak yapılaşma. Hiç bir denetimden geçmemiş yapılar bunlar. Gerçi artık belediyelerin de artık fazla müdahalesi olamıyor.
- Artık bütün imar planları ve denetimler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlanmadı mı?
D.H.- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nereye bağlansın? Ankara'da 2007'de Kentsel Gelişme Stratejisi ya da KENTGES diye bir rapor çıkmıştı. Bir kaç gün aşağı yukarı 300 uzmanın katıldığı toplantılar yapıldı. O toplantıların sonunda da KENTGES isimli bir mutabakat raporu çıktı.
Orada neler yapılması gerektiği yazıyordu. Ama o da ihmal edildi. Yani bizde her şey oluruna bırakılıyor. Tabii para da çok önemli. Bakın, dünyada üretilemeyen tek şey topraktır, denir. Ama şimdi bizde toprak üretiliyor. İmar iznini iki katına çıkarırsanız toprağın değeri iki katına çıkıyor. Böylece toprağı üretiyorsunuz.
Spekülatif girişimler çok hatalı, çok kötü sonuçlar veriyor.
Ne gariptir ki yaşanan felaketlerden ders de alınmıyor..
D.H.- Toprağı arttırıyorsunuz ama güvenliği yok sayıyorsunuz. En önemli olan fiziksel planlama. Nereye ne inşa edilmeli? Buna bakılmalı. Bu planlama bölge çapında yapılır.
İstanbul 20 milyonluk bir şehir olmalı mıydı? Hayır, olmamalıydı. Öğrencilik yıllarımızda İstanbul'un nüfusu bir milyondu. O İstanbul'dan bu İstanbul'a geldik. Hiç bir altyapı önlemi alınmadan şehir bu şekilde büyüdü. Toprak çok değer kazandı. Bazıları sadece topraktan zengin oldu.
YÖK EÐİTİMİ MAHVETTİ
Mimari projeye, strüktür projesine çok dikkat etmek, bütün girdilerin çok iyi olması lazım. Bunu da vurgulayayım. İnşaatın yapım sırasında çok iyi denetlenmesi lazım.Bilgili bir müteahhit tarafından yapılmalı. Türkiye'de bu saydıklarımı hayata geçirmek çok zor.
Eğitim de yeterli değil. Ne yazık ki YÖK mimarlık ve mühendislik eğitimini dört yılla sınırlandırdı. Hukuk dört yılsa neden mimarlık beş yıl olsun, dendi. Ama bu beş yıllık eğitim şarttı. Eğitim düzeyini bir kenara bırakalım. En azından süreler bakımından Avrupa ülkeleri ve ABD'de dört yılda mimar yetiştiren okul yok. Oralarda dört artı bir ya da üç artı iki yıl eğitim görülüyor. Beş yılı bitirene, mimar olabilir, diploması veriliyor. Yani mimar diploması verilmiyor.
Beş yıllık eğitimden sonra zorunlu stajlar var. Ondan sonra da mesleki yetkinlik sınavlarını vermek zorundasınız. Kişi ancak ondan sonra mimar olabiliyor.
Eğitim süresi yetersiz de müfredat yeterli mi?
D.H.- O da çok kuşkulu. Arka arkaya, bir takım mimar, mühendis okulları açıldı. Anlaşılan çok iyi bir ticaret kaynağıymış.
Eğitimin düzeyi konusunda da akreditasyon dediğimiz eğitimin kontrol edilmesi sistemi de yok. Açıkçası onun için sıkıntıdayız. Bütün girdiler iyi olmadıkça sonuç iyi olamıyor.
1970'li yıllarda yüksek mimar Turgut Cansever'in İstanbul için yaptığı bir nazım plan vardı. Acaba o plan ne oldu?
D.H.- Hiç bir plan kalmadı. Eskiden Türkiye'de nazım plan büroları vardı. Ama artık onların işlerliği kalmadı. Hal böyle olunca da bu felaketleri yaşıyoruz.
Daha önce KENTGES raporundan söz ettik. Orada alınması gereken önlemler vardı. KENTGES planlamada yetki kargaşasını önlemeyi hedefliyordu. Ne var ki kargaşa hala sürüyor.
KENTGES kimlerin plan, proje yapabileceğini belirliyordu. Bizde her şeyde olduğu gibi KENTGES de askıya alındı.
Para ön plana çıktı. Sonra da gelsin imar afları, imar barışları...
PARAYI VERENİN BİNASI AFFA UÐRADI
Yani parayı verenin binası affa uğradı. Öyle mi?
D.H.- Neyi affediyorsunuz? Yanlış yapılmış şeyler affedilir mi? Para her şeyi çözer hale geldi. Ama çözemiyorsunuz. Çünkü felaket geliyor.
- Hatay depreminde yerle bir olan çok katlı binaların hepsinin Amik Ovası'na inşa edildiğini gördük. Amik ovası önceden göldü. Gölü kurutup o alanı tarla yapacaklarını söylemişlerdi. Ancak imara açtılar. Bu bile bile felakete yol açmak değil midir?
D.H.- Her araziye yapılabilecek yapı vardır. Projeyi ona göre hazırlarsınız; inşaat malzemesini de ona göre kullanır, dikkatle denetlersiniz. Bizde şimdi bir moda başladı. Selçuklu-Osmanlı tarzı inşaatlar yapın, deniyor.
Selçuklu-Osmanlı tarım çağı. Biz bilişim çağını yaşıyoruz. Yani bilgi ve iletişim çağı. Arada da sanayi çağı var.
Gökdelen sanayi çağının eseridir.
Gökdelen neden sanayi çağının eseri?
D.H.- Çağlarda olanaklar, ihtiyaçlar vardır. Mimarlıkta bir denklem var. Binanın işlevine uygun yapılması lazım. Örneğin hastane başka, konut başka, otel başka türlü yapılır.
Bunun ardından strüktür, yani binanın çatkısı gelir. Ardından konstrüksiyon, yani donatı elemanları. En son da estetik. Mimarlığın formülü bu. Bu bileşenlerden bir tanesi sıfırsa sonuç da sıfır oluyor. Yıkılan binalarda bunu gördük.
Çağın olanakları ve ihtiyaçları var, derken neyi kast ettiniz?
D.H.- İhtiyaç çok önemli. Gökdelen önemli ölçüde ihtiyaçtan doğuyordu. Gökdelen sanayi çağının yapısıdır. Sanayi çağında şehirleşme de başladığı için insanları, özellikle beyaz yakalıları tek bir binada toplamak önem kazandı. Bu bir ihtiyaç.
Bunun ardından sistem, strüktür geliyor. O devirde beton ve yapısal çelik devreye giriyor. Betonun çelikle takviye edilmesiyle betonarme elde edilmesi sonucu yüksek yapı yapılabildi. Bunun ardından asansör devreye girdi. Suyu en üst katlara çıkarmak için pompalama sistemleri devreye sokuldu. Gökdelenler böylece ortaya çıktı. Bunlar o çağğın çalışma biçimine de uygundu.
GÖKDELENİN PABUCU DAMA ATILDI
Peki bu bilişim çağına gökdelenler uygun mu?
D.H.- Değil. Ben, artık gökdelenlerin pabucu dama atıldı, diyorum. Bu çağda bilgisayar desteğiyle pek çok işi çözebiliyorsunuz.
Bugün bilişim çağında bilgi de iletişim de var. Artık yüksek binalarda bir arada çalışma gereği kalmadı. Neredeyse herkes home office'den çalışıyor. Bilgisayar ortaya çıktıktan sonra artık gökdelenlere gerek kalmadı. Artık çağın olanaklarını kullanacaksınız. Selçuklu-Osmanlı tarzı yapılar yapmanın hiç bir geçerliliği yok. Boş laf.
İSTANBUL'DA RANTSAL DÖNÜŞÜM
Depremlerden sonra İstanbul'da yeniden bir kentsel dönüşüm seferberliği başladı. Bu, kentsel dönüşüm mü yoksa rantsal dönüşüm mü olur?
D.H.- Riskli. Kentsel dönüşüm nedir? Bunu hangi projeyle yapıyorsunuz?Bütün bunlar yüksek bilgi işi.
Son yıllarda bir çılgın proje ortaya atmışlardı. Yani Kanal İstanbul.
İstanbul gibi zemininden fay hatlarının geçtiği bir şehirde acaba hangi akla hizmet Kanal İstanbul gibi tehlikeli bir projeyi yapmakta ısrar ettiler?
D.H.- Karı orada gördüler. Bir yakasında 750 bin, öbür yakasında da 750 bin nüfuslu bir şehir inşa etmek istediler. 1.5 milyon insanı oraya neden yerleştiriyorsunuz?
Bu, şehircilik ilkeleri bakımından tamamıyla yanlış ve gerçekten çılgın.Şehircilik derslerinin en ilk bildirimlerinden birisi İstanbul kuzeye kaymamalıdır. İstanbul'un akciğerleri kuzeydedir. Yeşil, sulak alanlar kuzeyde. İstanbul'da susuzluk beklendiği haberleri var. Çünkü kuzeydeki sulak alanlar kuruyor.
Siz oraya şehir götürmek istiyorsunuz. O bölgeye havaalanı yaptınız. Ayrıca üçüncü köprü inşa edildi. Köprü yapınca çevresinde yerleşim birimleri oluştu. Bunların sonucunda da kuzeye yerleşme başladı. Bütün bunlar bilim dışı, hatta akıl dışı çözümler. Bunlar tamamıyla rant beklentisi.