"...Paris'te Ahmet Kaya Kültür Merkezi yakınlarında düzenlenen silahlı saldırıda biri kadın üç kişi hayatını kaybetti, 3 kişi de yaralandı. Saldırı, Paris'te Rue d'Enghien'de, Kürt toplumu arasında popüler olan Ahmet Kaya Kültür Merkezi yakınlarında meydana geldi..."
Bu haberi duyunca, aklıma bir biri ardına pek çok yaşanmışlık üşüştü...
Yıllar önce Paris'te, Kürt Enstitüsü'nün kurucusu, nükleer fizikçi Kendal Nezan'la (*) görüşmüştüm, o günden, Nezan'ın anlatımından aklımda kalan bir anektod:
-Bir yemekte Liceli bir politikacının eşi ile yan yana oturduk, hanımı bana dedi ki, "inanır mısınız? Ben eşimin Kürt olduğunu evlendikten çok sonra öğrendim. Demek ki dedim kendi kendime, -Kürt olduğunu karısından bile saklamış o politikacı...-
Kürt Enstitüsünün kapsamlı kütüphanesindeki söyleşimiz öncesinde, raflardaki kitapları gözden geçirmiştim, kitapların neredeyse tamamı Türkiye dışındaki ülkelerde basılmıştı... -Kürt sorununun çözümü şurada dursun, Kürtçe kitaptan korkmak nasıl bir bağnazlık?- diye hayıflanmıştım.
-Söyleşi ne oldu peki?
Diye merak ettiyseniz, yayınlanmadığını hemen belirteyim, üstelik çalıştığım gazete, "ilerici" niteliğiyle bilinmesine karşın!
Brüksel'de yıllar önce düzenlenen 'Kürt Konferansı'nı izlediğim gün de aklımdan geçti. Türkiye'den pek çok Kürt politikacı, yazar çizerle birlikte benim de gazeteci olarak izlediğim konferansta 4 dilden simültane tercüme yapılıyordu ama nedense Kürtçeye yer verilmemişti, dolayısıyla katılan herkes Türkçe konuşmak zorundaydı, bunun nedenini sorduğumda organizatörler, "Kürtçe tercüman bulma zorluğundan" dem vurmuştu.
Konferans sırasında, yazar Mehmet Uzun'la (**) görüşmüştük, İsveç'te yaşayan yazarla olan kapsamlı söyleşimiz, o sırada çalıştığım İngilizce gazetede yayınlanmıştı, Uzun'un ölümünden yıllar sonra arşivden çıkardım, bakıyorum da... Söyledikleri bugün de halen geçerli ama Uzun'un dile getirdiği hiçbir sorunun çözümünde "bir arpa boyu bile" yol alınamamış.
Ne diyordu Uzun? -Kürtlerin haklı talepleri karşılansa ayrılıkçılık da terör de ortadan kalkar.- Haklı taleplerden birini yazar, -okullarda anadilde eğitim yani Kürtçeye izin verilmesi- olarak dile getiriyordu.
Söyleşimiz sırasında Mehmet Uzun, "benim en büyük ilham kaynağım, hocam" dediği Yaşar Kemal'le neredeyse "her gün" telefonlaştıklarını da anlatmıştı, ben de şu trajik olayı anımsamıştım;
12 Eylül sonrasında, faşizm rüzgarlarının sert estiği ortamda Yaşar Kemal'e Fransa'dan "Legion D'honneur ödülü verilmesi, Türkiye'de pek hoş karşılanmamıştı, bu konuda açıklama yapan dönemin Dışişleri Bakanı, Paris'teki törenin protesto edildiğini, Türk büyükelçisinin törene katılmadığını sanki "iyi bir şey yapmışız gibi" anlatmıştı.
Türkiye'nin son dönem yazarlarının belki de en önemli ismi olan Yaşar Kemal'e bu ayıp da reva görülmüştü yani... Acaba Yaşar Kemal sırf Kürt kökenli olduğu için mi? Aydınlık, ilerici düşünceleri nedeniyle mi yalnız bırakılmıştı, yoksa politikacılar "İnce Memet'i bile okumamış olmanın ezikliğiyle" mi böyle davranıyordu?
Düşünüyorum da, Kürt sorununu aradan geçen yıllarda bizler bile çözememişken, şu Fransız ırkçı katilin tutumuna neden şaşıralım?
Öyle ya, açılım süreci hepimizi umutlandırmıştı da sonuç hüsran olmadı mı?
AKP Hükümetinin ilk yıllarında gündeme gelen "açılım politikası" ciddi sanılmıştı, ben de konu üzerinde bölgeye giderek, yerel ve ulusal politikacılarla görüşerek, sokaktaki insanın nabzını tutarak epey çalışmıştım. Aynı gazetede çalıştığım Mehmetçik! meslektaşlarımdan biri bana şöyle demişti:
-Senin röportajlar haberler duyurulunca Genelkurmay'dan arayıp -nereli olduğunu- sordular...
Gülmüştüm,- haberciyi bile bölgecilikle mi yaftalıyorlar- diye?
Neyse işte, bütün bunlar aklımdan geçerken, HDP'nin kapatılmasına ilişkin davada, "Partinin payına düşen hazine yardımının bloke edilmesinin istendiği" de açıklandı, acaba yakında vizyona girecek filmin final sahnesi miydi bu istem?
Bakalım o filmi daha kaç kez göreceğiz?
(*)
(**)
Bu haberi duyunca, aklıma bir biri ardına pek çok yaşanmışlık üşüştü...
Yıllar önce Paris'te, Kürt Enstitüsü'nün kurucusu, nükleer fizikçi Kendal Nezan'la (*) görüşmüştüm, o günden, Nezan'ın anlatımından aklımda kalan bir anektod:
-Bir yemekte Liceli bir politikacının eşi ile yan yana oturduk, hanımı bana dedi ki, "inanır mısınız? Ben eşimin Kürt olduğunu evlendikten çok sonra öğrendim. Demek ki dedim kendi kendime, -Kürt olduğunu karısından bile saklamış o politikacı...-
Kürt Enstitüsünün kapsamlı kütüphanesindeki söyleşimiz öncesinde, raflardaki kitapları gözden geçirmiştim, kitapların neredeyse tamamı Türkiye dışındaki ülkelerde basılmıştı... -Kürt sorununun çözümü şurada dursun, Kürtçe kitaptan korkmak nasıl bir bağnazlık?- diye hayıflanmıştım.
-Söyleşi ne oldu peki?
Diye merak ettiyseniz, yayınlanmadığını hemen belirteyim, üstelik çalıştığım gazete, "ilerici" niteliğiyle bilinmesine karşın!
Brüksel'de yıllar önce düzenlenen 'Kürt Konferansı'nı izlediğim gün de aklımdan geçti. Türkiye'den pek çok Kürt politikacı, yazar çizerle birlikte benim de gazeteci olarak izlediğim konferansta 4 dilden simültane tercüme yapılıyordu ama nedense Kürtçeye yer verilmemişti, dolayısıyla katılan herkes Türkçe konuşmak zorundaydı, bunun nedenini sorduğumda organizatörler, "Kürtçe tercüman bulma zorluğundan" dem vurmuştu.
Konferans sırasında, yazar Mehmet Uzun'la (**) görüşmüştük, İsveç'te yaşayan yazarla olan kapsamlı söyleşimiz, o sırada çalıştığım İngilizce gazetede yayınlanmıştı, Uzun'un ölümünden yıllar sonra arşivden çıkardım, bakıyorum da... Söyledikleri bugün de halen geçerli ama Uzun'un dile getirdiği hiçbir sorunun çözümünde "bir arpa boyu bile" yol alınamamış.
Ne diyordu Uzun? -Kürtlerin haklı talepleri karşılansa ayrılıkçılık da terör de ortadan kalkar.- Haklı taleplerden birini yazar, -okullarda anadilde eğitim yani Kürtçeye izin verilmesi- olarak dile getiriyordu.
Söyleşimiz sırasında Mehmet Uzun, "benim en büyük ilham kaynağım, hocam" dediği Yaşar Kemal'le neredeyse "her gün" telefonlaştıklarını da anlatmıştı, ben de şu trajik olayı anımsamıştım;
12 Eylül sonrasında, faşizm rüzgarlarının sert estiği ortamda Yaşar Kemal'e Fransa'dan "Legion D'honneur ödülü verilmesi, Türkiye'de pek hoş karşılanmamıştı, bu konuda açıklama yapan dönemin Dışişleri Bakanı, Paris'teki törenin protesto edildiğini, Türk büyükelçisinin törene katılmadığını sanki "iyi bir şey yapmışız gibi" anlatmıştı.
Türkiye'nin son dönem yazarlarının belki de en önemli ismi olan Yaşar Kemal'e bu ayıp da reva görülmüştü yani... Acaba Yaşar Kemal sırf Kürt kökenli olduğu için mi? Aydınlık, ilerici düşünceleri nedeniyle mi yalnız bırakılmıştı, yoksa politikacılar "İnce Memet'i bile okumamış olmanın ezikliğiyle" mi böyle davranıyordu?
Düşünüyorum da, Kürt sorununu aradan geçen yıllarda bizler bile çözememişken, şu Fransız ırkçı katilin tutumuna neden şaşıralım?
Öyle ya, açılım süreci hepimizi umutlandırmıştı da sonuç hüsran olmadı mı?
AKP Hükümetinin ilk yıllarında gündeme gelen "açılım politikası" ciddi sanılmıştı, ben de konu üzerinde bölgeye giderek, yerel ve ulusal politikacılarla görüşerek, sokaktaki insanın nabzını tutarak epey çalışmıştım. Aynı gazetede çalıştığım Mehmetçik! meslektaşlarımdan biri bana şöyle demişti:
-Senin röportajlar haberler duyurulunca Genelkurmay'dan arayıp -nereli olduğunu- sordular...
Gülmüştüm,- haberciyi bile bölgecilikle mi yaftalıyorlar- diye?
Neyse işte, bütün bunlar aklımdan geçerken, HDP'nin kapatılmasına ilişkin davada, "Partinin payına düşen hazine yardımının bloke edilmesinin istendiği" de açıklandı, acaba yakında vizyona girecek filmin final sahnesi miydi bu istem?
Bakalım o filmi daha kaç kez göreceğiz?
(*)
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
(**)
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.