Kuzey Atlantik İttifakı Antlaşması Teşkilatı (NATO) müttefikleri, İttifak’ın 75 Yılı vesilesiyle Washington’da toplandılar. Her yıl olduğu gibi bu yıl da toplantı sonuçlarını bir Bildiri (Declaration) ile dosta-düşmana duyurdular. “Bildirmek-Deklare etmek” tabir olarak da emredicilik, uyarı içerir. Meslek yaşamının hemen tümüne yakın bölümünü stratejik-askeri ve NATO bağlantılı konularda geçirmiş bir kişi olarak Washington Bildirisi’nin daha önceki örneklerden çok daha kesin ve keskin bir uyarı hatta neredeyse “tehdit” niteliğinde olduğu izlenimini aldım.
NATO BİR SAVUNMA ÖRGÜTÜDÜR!
NATO bir savunma örgütüdür! Bu tanımlama 75 yıldır, ne zaman NATO söz konusu olsa hemen tekrarlanan ilk klişedir.
NATO kurulduğu tarihte (4 Nisan 1949) bir savunma örgütü olarak tasarlanmıştı. Kurucu 12 ülkenin savunma gereksinimi de II. Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin (Komünizmin) özellikle Doğu Avrupa ülkelerini yutma girişimidir. Türkiye’nin NATO’ya katılma nedeni de 1925 tarihli Türkiye- Sovyetler Birliği Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nın Mart 1945’te Sovyetler Birliği (SSCB) tarafından feshedilmesi ve SSCB’nin, Türk Boğazları ile Kars ve Ardahan’a yönelik taleplerinin yarattığı, bugün bile tümüyle ortadan kalkıp kalkmadığı tartışma konusu olan, benzer bir tehdit algılamasıdır. Sovyetler Birliği ve onun komünist bloğa kattığı Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi oldukları Varşova Paktı, 14 Mayıs 1955 tarihinde kurulmuştur.
İKİ KUTUPLU DÜNYANIN YIKILIŞI VE KALICI BARIŞ UMUDU
İki paktın varlığının yarattığı “iki kutuplu dünya”, 1990 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve önce Varşova Paktı’nın sonra da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar sürmüştür. Ve dünya uzun yıllar sonra ilk kez, bir barış dönemine girme fırsatını yakalamıştır. Bu barışın öncelikli ve en önemli koşulu, Rusya Federasyonu’nun, “hasım” olmakta çıkarılıp, uluslararası toplumla birleştirilmesi idi. Nitekim 1990’dan sonra bu yönde önemli adımlara atılmış, örneğin NATO’nun Rusya ile “Barış için Ortaklık-Partnership for Peace” girişimi bu amaçla başlatılmış ve yaklaşık 15 yıl bu yönde adımlar atılmaya devam edilmiştir. NATO’nun bu doğru ve barışçıl stratejisi ABD’de özellikle “Neo-Con-Yeni Muhafazakarlar’ın işbaşına gelmesiyle değişmiştir. ABD’nin bu strateji değişikliği belli başlı birkaç nedene dayanır.
ABD’NİN YENİ STRATEJİSİ
Bütün imparatorluklar gibi “Amerikan İmparatorluğu” da gerileme ve çöküş dönemine girmiştir. Ancak, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bir süre tek “Süper Güç” olarak kalan ABD, bu durumunu sonsuza dek sürdürme hayalinin peşine düşmüştür.
Öte yandan arada geçen sürede Rusya toparlanmış, Çin ABD’nin büyük desteği ile -ABD neredeyse bütün fabrikalarını, Çin’in ucuz işgücünü sömürebilmek için Çin’e taşımıştır- çok etkili bir ekonomik hatta son yıllarda askeri güç olarak ortaya çıkmış; ayrıca Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerin oluşturduğu guruplaşmalar, ABD ekonomik hegemonyasına meydan okumaya, silah endüstrisi başta olmak üzere ABD vahşi kapitalizmi dünyayı sömürmekte zorlanmaya başlamıştır.
ABD, bu gelişmelerin etkisi altında, öncelikle Rusya’ya, daha sonra da Çin’e karşı stratejisini değiştirmiş ve önce Baltık ülkelerinin sonra Varşova Paktı eski ülkelerinin hemen tümünün NATO’ya -ve AB’ye- üye olarak katılmalarını sağlayarak Rusya’yı çevreleme stratejisi izlemeye başlamıştır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmaları ve nihayet Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının kışkırtılması; Ukrayna’nın NATO’ya üye olmasını sağlama girişimleri ve NATO’nun diğer üyelerini de peşinden sürükleme çabaları bu stratejinin sonucudur.
NATO ARTIK BİR SAVUNMA ÖRGÜTÜ DEĞİLDİR
NATO Washington Bildirisi, ABD’nin diğer müttefiklerine de dayatmaya çalıştığı stratejisini ilk kez bu kadar açık biçimde sözcüklere dökmüştür. NATO artık bir savunma örgütü değildir.
Rusya, hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde “Düşman” ilan edilmiştir. Çin, “Düşman” Rusya’ya destek olmakla suçlanmış daha da ileri gidilerek, NATO müttefiklerine zarar vermeye kalkması -bunun klasik bir savaş da, siber bir savaş da olabileceği vurgulanarak- halinde “başına çok işler geleceği” konusunda açıkça uyarılmıştır.
NATO’nun ilgi ve savunma alanı, Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika, hatta Pasifik -Avustralya, Yeni Zelanda vb.- ülkelerini ve alanları içine alacak biçimde genişletilmiştir.
Bildiride Ukrayna’ya verilen ağırlık ve Ukrayna-Rusya vekâlet savaşına NATO’nun vereceği destek, Rusya’nın yumuşak karnının kaşınmasına devam edileceğini göstermektedir. Bu bağlamda Karadeniz’de seyir özgürlüğü -bunu ABD-NATO’nun savaş gemilerinin Karadeniz’e giriş ve çıkışı olarak anlamak doğru olur- vurgulanmış ve Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin aşındırılması çabalarının süreceği ima edilmiştir. Bildirinin bu bölümüne, Montreux Sözleşmesi’nin yollama yapan ifadenin Türkiye tarafından eklendiğini düşünmek istiyorum. Böyle yapılmışsa, ifade eksik olsa da doğru bir adım atılmış demektir.
SİLAHLANMA YARIŞI
Bildiri’de oldukça ayrıntılı biçimde, NATO’nun yeni silahlar geliştirmesi ve bir süredir ABD’nin baskısı ile zaten artırılan savunma harcamalarının daha da artırılması bir amaç olarak ortaya konuyor. Bunun anlamı, 1980 ve 1990’lı yıllarda büyük çaba sarf edilerek gerçekleştirilmiş ancak önce ABD ve onu izleyen Rusya tarafından tek tek yürürlükten kaldırılmış gerek konvansiyonel gerek nükleer silahsızlanma antlaşmalarının yerini, bir kez daha, hızlı bir silahlanma yarışının alacağıdır.
Burada Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir başka husus daha var. Bildiri’de AB’nin savunma harcamalarını ve silah üretimini artırma çabalarının desteklendiği açıklanmakta ayrıca AB’ye tam üye olmasa bile AB ile bağlantılı ülkelerin de bu harcamalara katılmaları istenmektedir. Başka bir ifade ile örneğin Türkiye’nin, AB’ne tam üye olarak alınmamış ve alınmayacak olsa bile AB’nin silahlanmasına katkıda bulunması önerilmektedir.
Silahlanma sonu hemen her zaman savaşla biten bir etkinliktir. NATO’nun Washington Bildirisi’ne de yansıyan silahlanma ve savunma harcamalarını artırılması kararları, ABD silah endüstrisinin -ve İngiltere, Fransa, Almanya silah endüstrilerinin ekmeğine yağ sürmek bir yana- ABD öncülüğündeki NATO’nun yeni bir genel savaş-büyük çatışma hazırlığı içinde olduğunun bir diğer somut göstergesidir.
NATO HABER VERMEDEN SALDIRACAKMIŞ!
Bildiri’de aralara sıkıştırılmış ancak durumun ve niyetin vahametini gösteren çok önemli cümleler var.
NATO neredeyse dünyanın her yerine, gerek duyduğunda; uygun göreceği zamanda ve uygun göreceği biçimde ve uygun göreceği silahları -bunlar konvansiyonel silahlar da olabilir, nükleer de- kullanarak müdahale edecek (yani saldıracak) ve bunu daha önceden bilgi vermeden, uyarmadan yapacak! Geçmişte en azından bir “savaş ilanı” vardı, artık o da yok! Ben NATO’nun artık bir savunma değil saldırı örgütü olduğunu bundan daha güzel ve açık anlatan bir cümle görmedim.
Yukarıda kısaca açıkladığım nedenlerle ABD’nin bir süredir özellikle ABD merkezli düşünce kuruluşları üzerinden tartışmaya açarak, algı yaratmaya ve zemin hazırlamaya çalıştığı “Üçüncü Dünya Savaşı” veya daha belirsiz bir ifade ile “Yeni bir Büyük Çatışma”ya gereksinimi olabilir. Olduğu da anlaşılıyor.
KAVGA ÇIKARAN DÖVÜŞMESİNİ BİLİYOR DEMEKTİR
John Wayne “Kovboy” filminde, arkadaşları bir kavgaya karışan kovboyların yardıma gitme önerisi üzerine, “kavga çıkaran dövüşmesini biliyor demektir.” diyor ve kavga çıkarana yardıma gidilmesini önlüyordu. Vietnam, Afganistan, Irak ve nihayet Suriye’deki performansına bakılırsa ABD, John Wayne’in öğüdünü unutmuşa benzemektedir. Ancak, ABD’nin savaş başarıları veya başarısızlıkları önemlidir ama Türkiye’nin öncelikli konusu değildir. Türkiye’nin sorunu çok daha önemli hatta gelişmeler ve nihayet Washington Bildirisi doğru okunursa, yaşamsaldır.
ABD bir savaşa gereksinim duyuyor, en azından bazı AB ülkeleri de onun bu gereksinimini haklı, yerinde görüyor olabilirler ama Türkiye’nin böyle bir çatışma istediği ve bundan bir beklentisinin olduğu veya olabileceği kuşkuludur. (Burada Özal’ın “bir koyup, üç almak!”, Erdoğan’ın “Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılmak!” beklentilerini ve sonuçlarını düşünüyorum ve acaba bizi yönetenlerin “Büyük Çatışma”dan da bazı beklentileri olabilir mi? diye tüylerim diken diken oluyor.) Aksine sadece NATO üyesi olduğumuz için böyle bir büyük çatışmaya sürüklenmemiz korkarım Birinci Dünya Savaşı sonunda karşılaştığımız durumla bir kez daha yüz yüze gelmemize yol açabilir.
TÜRKİYE BÜYÜK ÇATIŞMANIN DIŞINDA KALMALIDIR.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yönettiğini düşünenler bunun sorumluluğu ile hareket etmeli ve hiç zaman geçirmeden olan biteni doğru değerlendirerek alınması gereken önlemleri zamanlıca belirleyip, almalıdırlar. Türkiye’nin çıkarı, ülkeye felaket getirmesi kaçınılmaz olan, ABD-NATO’nun yol açabileceği büyük çatışmanın mutlaka dışında kalmasını gerektirmektedir. Gerçek beka sorunu budur. Ancak bu aynı zamanda “Türkiye’nin NATO açmazı”dır.
Türkiye bir ilk adım olarak, sık sık tekrarladığım şekilde, “NATO üyesi ülkelere, NATO alanı içinde, kışkırtılmamış bir saldırı olmadıkça NATO ile birlikte bir çatışmaya girmeyeceğini” müttefiklerine açıkça söylemelidir. Önümüzdeki dönemde de Washington Bildirisi’nin açıkladığı stratejinin gözden geçirilmesi için çaba göstermelidir. Bugün Türkiye’nin içine düşürüldüğü siyasi, ekonomik ve askeri durum buna olanak tanır mı? Ülkeyi yönetenler bunu yapabilirler mi? Çok kuşkuluyum. Bu nedenle de geleceğe güvenle bakamıyorum.
NATO BİR SAVUNMA ÖRGÜTÜDÜR!
NATO bir savunma örgütüdür! Bu tanımlama 75 yıldır, ne zaman NATO söz konusu olsa hemen tekrarlanan ilk klişedir.
NATO kurulduğu tarihte (4 Nisan 1949) bir savunma örgütü olarak tasarlanmıştı. Kurucu 12 ülkenin savunma gereksinimi de II. Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin (Komünizmin) özellikle Doğu Avrupa ülkelerini yutma girişimidir. Türkiye’nin NATO’ya katılma nedeni de 1925 tarihli Türkiye- Sovyetler Birliği Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nın Mart 1945’te Sovyetler Birliği (SSCB) tarafından feshedilmesi ve SSCB’nin, Türk Boğazları ile Kars ve Ardahan’a yönelik taleplerinin yarattığı, bugün bile tümüyle ortadan kalkıp kalkmadığı tartışma konusu olan, benzer bir tehdit algılamasıdır. Sovyetler Birliği ve onun komünist bloğa kattığı Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi oldukları Varşova Paktı, 14 Mayıs 1955 tarihinde kurulmuştur.
İKİ KUTUPLU DÜNYANIN YIKILIŞI VE KALICI BARIŞ UMUDU
İki paktın varlığının yarattığı “iki kutuplu dünya”, 1990 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve önce Varşova Paktı’nın sonra da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar sürmüştür. Ve dünya uzun yıllar sonra ilk kez, bir barış dönemine girme fırsatını yakalamıştır. Bu barışın öncelikli ve en önemli koşulu, Rusya Federasyonu’nun, “hasım” olmakta çıkarılıp, uluslararası toplumla birleştirilmesi idi. Nitekim 1990’dan sonra bu yönde önemli adımlara atılmış, örneğin NATO’nun Rusya ile “Barış için Ortaklık-Partnership for Peace” girişimi bu amaçla başlatılmış ve yaklaşık 15 yıl bu yönde adımlar atılmaya devam edilmiştir. NATO’nun bu doğru ve barışçıl stratejisi ABD’de özellikle “Neo-Con-Yeni Muhafazakarlar’ın işbaşına gelmesiyle değişmiştir. ABD’nin bu strateji değişikliği belli başlı birkaç nedene dayanır.
ABD’NİN YENİ STRATEJİSİ
Bütün imparatorluklar gibi “Amerikan İmparatorluğu” da gerileme ve çöküş dönemine girmiştir. Ancak, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bir süre tek “Süper Güç” olarak kalan ABD, bu durumunu sonsuza dek sürdürme hayalinin peşine düşmüştür.
Öte yandan arada geçen sürede Rusya toparlanmış, Çin ABD’nin büyük desteği ile -ABD neredeyse bütün fabrikalarını, Çin’in ucuz işgücünü sömürebilmek için Çin’e taşımıştır- çok etkili bir ekonomik hatta son yıllarda askeri güç olarak ortaya çıkmış; ayrıca Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerin oluşturduğu guruplaşmalar, ABD ekonomik hegemonyasına meydan okumaya, silah endüstrisi başta olmak üzere ABD vahşi kapitalizmi dünyayı sömürmekte zorlanmaya başlamıştır.
ABD, bu gelişmelerin etkisi altında, öncelikle Rusya’ya, daha sonra da Çin’e karşı stratejisini değiştirmiş ve önce Baltık ülkelerinin sonra Varşova Paktı eski ülkelerinin hemen tümünün NATO’ya -ve AB’ye- üye olarak katılmalarını sağlayarak Rusya’yı çevreleme stratejisi izlemeye başlamıştır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmaları ve nihayet Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının kışkırtılması; Ukrayna’nın NATO’ya üye olmasını sağlama girişimleri ve NATO’nun diğer üyelerini de peşinden sürükleme çabaları bu stratejinin sonucudur.
NATO ARTIK BİR SAVUNMA ÖRGÜTÜ DEĞİLDİR
NATO Washington Bildirisi, ABD’nin diğer müttefiklerine de dayatmaya çalıştığı stratejisini ilk kez bu kadar açık biçimde sözcüklere dökmüştür. NATO artık bir savunma örgütü değildir.
Rusya, hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde “Düşman” ilan edilmiştir. Çin, “Düşman” Rusya’ya destek olmakla suçlanmış daha da ileri gidilerek, NATO müttefiklerine zarar vermeye kalkması -bunun klasik bir savaş da, siber bir savaş da olabileceği vurgulanarak- halinde “başına çok işler geleceği” konusunda açıkça uyarılmıştır.
NATO’nun ilgi ve savunma alanı, Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika, hatta Pasifik -Avustralya, Yeni Zelanda vb.- ülkelerini ve alanları içine alacak biçimde genişletilmiştir.
Bildiride Ukrayna’ya verilen ağırlık ve Ukrayna-Rusya vekâlet savaşına NATO’nun vereceği destek, Rusya’nın yumuşak karnının kaşınmasına devam edileceğini göstermektedir. Bu bağlamda Karadeniz’de seyir özgürlüğü -bunu ABD-NATO’nun savaş gemilerinin Karadeniz’e giriş ve çıkışı olarak anlamak doğru olur- vurgulanmış ve Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin aşındırılması çabalarının süreceği ima edilmiştir. Bildirinin bu bölümüne, Montreux Sözleşmesi’nin yollama yapan ifadenin Türkiye tarafından eklendiğini düşünmek istiyorum. Böyle yapılmışsa, ifade eksik olsa da doğru bir adım atılmış demektir.
SİLAHLANMA YARIŞI
Bildiri’de oldukça ayrıntılı biçimde, NATO’nun yeni silahlar geliştirmesi ve bir süredir ABD’nin baskısı ile zaten artırılan savunma harcamalarının daha da artırılması bir amaç olarak ortaya konuyor. Bunun anlamı, 1980 ve 1990’lı yıllarda büyük çaba sarf edilerek gerçekleştirilmiş ancak önce ABD ve onu izleyen Rusya tarafından tek tek yürürlükten kaldırılmış gerek konvansiyonel gerek nükleer silahsızlanma antlaşmalarının yerini, bir kez daha, hızlı bir silahlanma yarışının alacağıdır.
Burada Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir başka husus daha var. Bildiri’de AB’nin savunma harcamalarını ve silah üretimini artırma çabalarının desteklendiği açıklanmakta ayrıca AB’ye tam üye olmasa bile AB ile bağlantılı ülkelerin de bu harcamalara katılmaları istenmektedir. Başka bir ifade ile örneğin Türkiye’nin, AB’ne tam üye olarak alınmamış ve alınmayacak olsa bile AB’nin silahlanmasına katkıda bulunması önerilmektedir.
Silahlanma sonu hemen her zaman savaşla biten bir etkinliktir. NATO’nun Washington Bildirisi’ne de yansıyan silahlanma ve savunma harcamalarını artırılması kararları, ABD silah endüstrisinin -ve İngiltere, Fransa, Almanya silah endüstrilerinin ekmeğine yağ sürmek bir yana- ABD öncülüğündeki NATO’nun yeni bir genel savaş-büyük çatışma hazırlığı içinde olduğunun bir diğer somut göstergesidir.
NATO HABER VERMEDEN SALDIRACAKMIŞ!
Bildiri’de aralara sıkıştırılmış ancak durumun ve niyetin vahametini gösteren çok önemli cümleler var.
NATO neredeyse dünyanın her yerine, gerek duyduğunda; uygun göreceği zamanda ve uygun göreceği biçimde ve uygun göreceği silahları -bunlar konvansiyonel silahlar da olabilir, nükleer de- kullanarak müdahale edecek (yani saldıracak) ve bunu daha önceden bilgi vermeden, uyarmadan yapacak! Geçmişte en azından bir “savaş ilanı” vardı, artık o da yok! Ben NATO’nun artık bir savunma değil saldırı örgütü olduğunu bundan daha güzel ve açık anlatan bir cümle görmedim.
Yukarıda kısaca açıkladığım nedenlerle ABD’nin bir süredir özellikle ABD merkezli düşünce kuruluşları üzerinden tartışmaya açarak, algı yaratmaya ve zemin hazırlamaya çalıştığı “Üçüncü Dünya Savaşı” veya daha belirsiz bir ifade ile “Yeni bir Büyük Çatışma”ya gereksinimi olabilir. Olduğu da anlaşılıyor.
KAVGA ÇIKARAN DÖVÜŞMESİNİ BİLİYOR DEMEKTİR
John Wayne “Kovboy” filminde, arkadaşları bir kavgaya karışan kovboyların yardıma gitme önerisi üzerine, “kavga çıkaran dövüşmesini biliyor demektir.” diyor ve kavga çıkarana yardıma gidilmesini önlüyordu. Vietnam, Afganistan, Irak ve nihayet Suriye’deki performansına bakılırsa ABD, John Wayne’in öğüdünü unutmuşa benzemektedir. Ancak, ABD’nin savaş başarıları veya başarısızlıkları önemlidir ama Türkiye’nin öncelikli konusu değildir. Türkiye’nin sorunu çok daha önemli hatta gelişmeler ve nihayet Washington Bildirisi doğru okunursa, yaşamsaldır.
ABD bir savaşa gereksinim duyuyor, en azından bazı AB ülkeleri de onun bu gereksinimini haklı, yerinde görüyor olabilirler ama Türkiye’nin böyle bir çatışma istediği ve bundan bir beklentisinin olduğu veya olabileceği kuşkuludur. (Burada Özal’ın “bir koyup, üç almak!”, Erdoğan’ın “Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılmak!” beklentilerini ve sonuçlarını düşünüyorum ve acaba bizi yönetenlerin “Büyük Çatışma”dan da bazı beklentileri olabilir mi? diye tüylerim diken diken oluyor.) Aksine sadece NATO üyesi olduğumuz için böyle bir büyük çatışmaya sürüklenmemiz korkarım Birinci Dünya Savaşı sonunda karşılaştığımız durumla bir kez daha yüz yüze gelmemize yol açabilir.
TÜRKİYE BÜYÜK ÇATIŞMANIN DIŞINDA KALMALIDIR.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yönettiğini düşünenler bunun sorumluluğu ile hareket etmeli ve hiç zaman geçirmeden olan biteni doğru değerlendirerek alınması gereken önlemleri zamanlıca belirleyip, almalıdırlar. Türkiye’nin çıkarı, ülkeye felaket getirmesi kaçınılmaz olan, ABD-NATO’nun yol açabileceği büyük çatışmanın mutlaka dışında kalmasını gerektirmektedir. Gerçek beka sorunu budur. Ancak bu aynı zamanda “Türkiye’nin NATO açmazı”dır.
Türkiye bir ilk adım olarak, sık sık tekrarladığım şekilde, “NATO üyesi ülkelere, NATO alanı içinde, kışkırtılmamış bir saldırı olmadıkça NATO ile birlikte bir çatışmaya girmeyeceğini” müttefiklerine açıkça söylemelidir. Önümüzdeki dönemde de Washington Bildirisi’nin açıkladığı stratejinin gözden geçirilmesi için çaba göstermelidir. Bugün Türkiye’nin içine düşürüldüğü siyasi, ekonomik ve askeri durum buna olanak tanır mı? Ülkeyi yönetenler bunu yapabilirler mi? Çok kuşkuluyum. Bu nedenle de geleceğe güvenle bakamıyorum.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.