Giriş
Sistemle ilgili tartışma cumhurbaşkanlığı hükümet sitemi vesilesi ile ilk günden beri başladı, bu tartışma seçime yaklaşıldıkça zirve yapacak gibi görünüyor. Birçokları bu konuda çok kaygılı. İki taraflı kaygının nedeni Erdoğan'ın durumu ve konumu. Bir kısmı gidecek diye kaygılanırken bir kısmı da kalacak diye kaygılanıyor. Cumhuriyet dönemi boyunca liderler konusunda tarafgirlik hep yaşandı ama hiçbir dönem bugünkü kadar şiddetli olmadı. Nefret ve sevgi bir bıçağın iki yüzü gibi toplumu bölüp kamplara ayırdı. Bu sadece siyaseti bölmüyor toplumsal barışı da zedeliyor ve toplumsal dokuyu zedeliyor.
AKP karşıtları Erdoğan'ı mevcut haliyle bile otokrat görürken, seçimi kazanarak bütün yetkileri eline almış biri olarak ve de yapacaklarının meşruiyetini kazandığı seçime yükleyerek her şeyi yapmaya yeltenecek bir başkana dönüşmesi durumunda nelerin olabileceğini düşünmek bile istemiyorlar. Böyle bir durumda Türkiye'nin bir kaosa sürükleneceğini ileri sürenler olduğu gibi; taraftarları bu sistemin ve Erdoğan'ın Türkiye'nin önünü açacağı iddiasını ileri sürüyorlar.
Tarihsel bellek
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950 yılına kadar süren dönemde Mustafa Kemal ve sonra İsmet İnönü değişmez Cumhurbaşkanı olarak görev yaptılar. Atatürk ve İsmet İnönü bu uzun cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Milli Mücadele'den de gelen bilinirlikleriyle birer siyasi figüre dönüşmüşlerdi. Bu durum 1960 darbesine kadar sürdü.
1960 Sonrası
1960 darbesi halktan kopuk olan cumhurbaşkanını iyice ondan kopardı. Seçilen cumhurbaşkanları bürokrasinin hamisi olarak seçildiler ve kendileri de askeri bürokrasiden gelen kişiler olarak bürokrasinin hamisi oldular. Halk tarafından seçilmeyen, elitist cumhurbaşkanları bu yönelimle halktan iyice koptular. Sistem de ona halkın hamisi olmak yerine bürokrasinin hamisi olması rolünü biçmişti zaten. Bu nedenle, 1960'dan sonraki asker cumhurbaşkanları, hatta bürokrasiden gelen Ahmet Necdet Sezer de dahil, özelde askerin, genelde bürokrasinin hamisi gibi davrandılar hatta onların hamisiydiler.
Özal ve Sonrası
Özal'la birlikte kısmen bir kırılma yaşandı. Özal, sivil cumhurbaşkanı figürünü işledi. Böylece hem sivil hem de dindar cumhurbaşkanı olarak lanse edilerek; genelde halkla, özelde de din üzerinden muhafazakarlarla bağ kurmayı denedi.
Erdoğan'ın durumu
Erdoğan işi bir adım daha ileri götürerek partili cumhurbaşkanlığına oradan da nevi şahsına münhasır Türk usulü başkanlığa uzandı. Yani şimdi ne olduğu belirsiz üçüncü bir modelin içinde bulunuyoruz. Bu modelde, AKP genelde ordunun, özelde bürokrasinin millet üzerindeki vesayetini azalttığını, halkın siyaset üzerindeki etkisini ve katılımını ise artırdığını iddia ederken muhalifler ise güçler ayrılığının ortadan kaldırılarak Patromanyal Sultanizm'e kaydığını iddia ediyor. Şimdi yeni bir seçimin eşiğindeyiz. Bu nedenle seçilecek figürün bürokratik ve otokratik bir figürden farklı olması, halkın iradesine saygı duyan gerçek siyasi figüre geçildiğini davranışları ve icraatlarıyla ortaya koyması gerekir.
"Türk tipi" başkanlık
Cumhurbaşkanının daha fazla halka dayanan siyasi bir figür olması anlaşılabilir belki; ama kendi arzusuna uygun olsun diye "Türk tipi başkanlık" anlaşılır değildir. Halka dayalı cumhurbaşkanlarının elbette siyasi bir tezi olabilir. Anlaşılmayan şey yönetim literatüründe yeri olmayan Türk Tipi denilen ucube sistemidir. Durumu netliğe kavuşturmak için gerçek başkanlık sistemindeki fren ve denge sistemine bakalım. Bu noktada AKP'nin çıkış noktasının pratikte götürdüğü yerin aslında ne kadar yanlış olduğu görülecektir. Türkiye ya ABD'deki gibi bir sistemi tartışmaya açacak, ya da parlamenter sistemi ihya ederek yoluna devam edecek, ara sapaklar doğru yere götürmez bizi.
Amerika'da başkanlık sistemi
Bu sistemin en belirleyici temel özelliği; "yasama, yürütme, yargı" erklerinin kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış olmasıdır. İki; sistemin başında bir başkanın olması, üç; yürütmenin tamamen yasamanın dışında teşekkül etmesidir. Başkanlık sisteminde, seçilmiş kişiler olması şart değil, hatta seçilmiş kişiler bakan atandıktan sonra eski görevlerini bırakıyorlar.
Kuvvetler ayrılığı
Yasama organı (kongre) ki Amerika'da bu hem Senato, hem Temsilciler Meclisidir. Onların başkana göndermiş olduğu yasaları, başkanın veto etme yetkisi söz konusudur; ama başkan, yasama organını feshetme yetkisine sahip değildir. Yasama organının da başkanı azletme yetkisi yoktur. Başkanın üst düzey atama ve işlemleri senatonun onayına tabidir. Senato başkanın krala dönüşmemesi için bir çeşit fren görevini görür. Başkanın azledilmesi ya da görevini bırakması çok istisnai kurallara tabidir. Bu çerçeve içerisinde başkan, iki dönem için, her dönem dört sene olmak üzere, en fazla sekiz sene için seçilebiliyor.
Başkan yardımcısı seçimi
Bir başka önemli nokta, başkanla beraber bir başkan yardımcısının da seçiliyor olmasıdır. Bu da sistemin sigortası ve güvencesi anlamına gelir. Eğer başkan ölürse veya başkana bir şey olursa (Kennedy olayında olduğu gibi) veya görevi bırakmak zorunda kalırsa, o takdirde doğrudan başkan yardımcısı başkanın görevlerini devralmış oluyor ve sistem kesintiye uğramadan devam ediyor. Bu da bir çeşit sistemin sigortası olarak işlev görüyor.
Egemenliğin paylaşımı: Eyalet sistemi
Bu çerçevede Amerika'da merkezde birikmiş gücü dengeleyen "eyalet sistemi" var. Bu aynı zamanda Amerika'dan esinlenerek Latin Amerika ülkelerinin çoğunda da uygulanan bir sistemdir. Arjantin'de, Şili'de, Brezilya'da, Paraguay'da diğer birçoğunda da böyle bir sistem var. Her eyalet federal devletin küçük bir kopyası gibidir. Dışişleri ve diploması hariç merkezi yapının bütün kurum, kuruluş ve işleyişlerin bir benzeri eyaletlerde de vardır. Yönetimin aşırı yetkilerle donanmaması için denge böyle sağlanıyor.
Türkiye'deki Durum
Burada temel soru şu; AKP ve MHP, cumhurbaşkanlık/başkanlık sistemini Türkiye'nin ihtiyaçlarından dolayı gündeme getirmedi, tamamen bir kişinin arzularını karşılamak için gündeme getirdiler. Eğer sorunların çözümüne yönelik getirilmek istenen bir sistem söz konusu olsaydı durum bugünkü gibi olmazdı. Aksi taktirde "Türk Tipi Başkanlık/Cumhurbaşkanlığı Sistemi" diye adlandırdıkları sistem önemli; hiçbir sorunu çözmediği gibi ülkeye çözümden ziyade sorun yarattı ve kaosa sürükledi. Oysa Erdoğan referandumda bu sistem için oy isterken verin bu kardeşinize yetkiyi bakın Türkiye nasıl uçuyor. Türkiye uçmak yerine; ekonomide, yargıda, dış politikada, yasaklar ve yolsuzluklar konusunda adeta çakılmak üzere.
Birkaç karşılaştırma
Sadece birkaç noktanın altını çizerek, ne demek istediğimizi anlatalım. Başkanlık sisteminde başkan meclisi feshedemez. Bizde cumhurbaşkanı edebilir. Başkanlık sisteminde başkan kanun yapamaz; "Türk Tipi Sistemde" (KHK'lerle) yapabilir. ABD'de bile Yüksek Yargı mensupları ve bazı üst düzey atamaları Senatonun onayına ve denetimine tabi, Senato oyladıktan sonra atamalar yürürlüğe giriyor; bizde ise böyle bir onaya ihtiyaç görülmüyor. Her şey cumhurbaşkanın/başkanın iki dudağı harasında...
Başkan mı? "Tek kişilik yönetim" mı?
Gerçek başkanlık sitemlerinde başkan yürütmeden biri olarak çok güç biriktirdiğinden, bu gücün bir miktarını yerel yönetimlere vererek, dengeyi sağlıyor. Türkiye'de düşünülen sistemde bu da yok. Başkanlık Sisteminde kuvvetler ayrılığı demokrasinin teminatı olarak kesin bir biçimde var. Başbakan Erdoğan kuvvetler ayrılığı yürütmeye engel diyerek itiraz ediyor. Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir yerde sistemin adı başkanlık olsa bile özü krallık olur. Nitekim bugün bütün sorunlar sarayda (dar bir memur grubuyla) tespit ediliyor, bütün çözümler sarayda üretiliyor, bütün kaynaklar burada toplanıp dağıtılıyor. Türkiye'ye dar gelen bu elbise her tarafından dökülüyor. O yüzden yeni bir siteme ihtiyaç var.
Sonuç
Sonuç itibariyle, başkanlık Sisteminde fren ve denge sistemleri var, yani sistem hukuk mekanizmaları, yetkilerin ve egemenliğin dağıtılmasıyla dengeleniyor ve Senatonun denetimi ile başkanın krala dönüşmesi frenleniyor. Türkiye'deki dengesiz ve frensiz cumhurbaşkanlığı/başkanlık bizi demokrasiden uzaklaştırma tehlikesi taşıyor. Bu noktalara bakıldığında şu sonuca ulaşabiliriz: Ya başkanlık sistemi gerçekten dünyadaki örneklerinde olduğu gibi tartışılmalı ya da parlamenter sistemin eksikleri giderilerek daha demokratik ve özgürlükçü bir anayasayla yola devam edilmelidir.
Sistemle ilgili tartışma cumhurbaşkanlığı hükümet sitemi vesilesi ile ilk günden beri başladı, bu tartışma seçime yaklaşıldıkça zirve yapacak gibi görünüyor. Birçokları bu konuda çok kaygılı. İki taraflı kaygının nedeni Erdoğan'ın durumu ve konumu. Bir kısmı gidecek diye kaygılanırken bir kısmı da kalacak diye kaygılanıyor. Cumhuriyet dönemi boyunca liderler konusunda tarafgirlik hep yaşandı ama hiçbir dönem bugünkü kadar şiddetli olmadı. Nefret ve sevgi bir bıçağın iki yüzü gibi toplumu bölüp kamplara ayırdı. Bu sadece siyaseti bölmüyor toplumsal barışı da zedeliyor ve toplumsal dokuyu zedeliyor.
AKP karşıtları Erdoğan'ı mevcut haliyle bile otokrat görürken, seçimi kazanarak bütün yetkileri eline almış biri olarak ve de yapacaklarının meşruiyetini kazandığı seçime yükleyerek her şeyi yapmaya yeltenecek bir başkana dönüşmesi durumunda nelerin olabileceğini düşünmek bile istemiyorlar. Böyle bir durumda Türkiye'nin bir kaosa sürükleneceğini ileri sürenler olduğu gibi; taraftarları bu sistemin ve Erdoğan'ın Türkiye'nin önünü açacağı iddiasını ileri sürüyorlar.
Tarihsel bellek
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950 yılına kadar süren dönemde Mustafa Kemal ve sonra İsmet İnönü değişmez Cumhurbaşkanı olarak görev yaptılar. Atatürk ve İsmet İnönü bu uzun cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Milli Mücadele'den de gelen bilinirlikleriyle birer siyasi figüre dönüşmüşlerdi. Bu durum 1960 darbesine kadar sürdü.
1960 Sonrası
1960 darbesi halktan kopuk olan cumhurbaşkanını iyice ondan kopardı. Seçilen cumhurbaşkanları bürokrasinin hamisi olarak seçildiler ve kendileri de askeri bürokrasiden gelen kişiler olarak bürokrasinin hamisi oldular. Halk tarafından seçilmeyen, elitist cumhurbaşkanları bu yönelimle halktan iyice koptular. Sistem de ona halkın hamisi olmak yerine bürokrasinin hamisi olması rolünü biçmişti zaten. Bu nedenle, 1960'dan sonraki asker cumhurbaşkanları, hatta bürokrasiden gelen Ahmet Necdet Sezer de dahil, özelde askerin, genelde bürokrasinin hamisi gibi davrandılar hatta onların hamisiydiler.
Özal ve Sonrası
Özal'la birlikte kısmen bir kırılma yaşandı. Özal, sivil cumhurbaşkanı figürünü işledi. Böylece hem sivil hem de dindar cumhurbaşkanı olarak lanse edilerek; genelde halkla, özelde de din üzerinden muhafazakarlarla bağ kurmayı denedi.
Erdoğan'ın durumu
Erdoğan işi bir adım daha ileri götürerek partili cumhurbaşkanlığına oradan da nevi şahsına münhasır Türk usulü başkanlığa uzandı. Yani şimdi ne olduğu belirsiz üçüncü bir modelin içinde bulunuyoruz. Bu modelde, AKP genelde ordunun, özelde bürokrasinin millet üzerindeki vesayetini azalttığını, halkın siyaset üzerindeki etkisini ve katılımını ise artırdığını iddia ederken muhalifler ise güçler ayrılığının ortadan kaldırılarak Patromanyal Sultanizm'e kaydığını iddia ediyor. Şimdi yeni bir seçimin eşiğindeyiz. Bu nedenle seçilecek figürün bürokratik ve otokratik bir figürden farklı olması, halkın iradesine saygı duyan gerçek siyasi figüre geçildiğini davranışları ve icraatlarıyla ortaya koyması gerekir.
"Türk tipi" başkanlık
Cumhurbaşkanının daha fazla halka dayanan siyasi bir figür olması anlaşılabilir belki; ama kendi arzusuna uygun olsun diye "Türk tipi başkanlık" anlaşılır değildir. Halka dayalı cumhurbaşkanlarının elbette siyasi bir tezi olabilir. Anlaşılmayan şey yönetim literatüründe yeri olmayan Türk Tipi denilen ucube sistemidir. Durumu netliğe kavuşturmak için gerçek başkanlık sistemindeki fren ve denge sistemine bakalım. Bu noktada AKP'nin çıkış noktasının pratikte götürdüğü yerin aslında ne kadar yanlış olduğu görülecektir. Türkiye ya ABD'deki gibi bir sistemi tartışmaya açacak, ya da parlamenter sistemi ihya ederek yoluna devam edecek, ara sapaklar doğru yere götürmez bizi.
Amerika'da başkanlık sistemi
Bu sistemin en belirleyici temel özelliği; "yasama, yürütme, yargı" erklerinin kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış olmasıdır. İki; sistemin başında bir başkanın olması, üç; yürütmenin tamamen yasamanın dışında teşekkül etmesidir. Başkanlık sisteminde, seçilmiş kişiler olması şart değil, hatta seçilmiş kişiler bakan atandıktan sonra eski görevlerini bırakıyorlar.
Kuvvetler ayrılığı
Yasama organı (kongre) ki Amerika'da bu hem Senato, hem Temsilciler Meclisidir. Onların başkana göndermiş olduğu yasaları, başkanın veto etme yetkisi söz konusudur; ama başkan, yasama organını feshetme yetkisine sahip değildir. Yasama organının da başkanı azletme yetkisi yoktur. Başkanın üst düzey atama ve işlemleri senatonun onayına tabidir. Senato başkanın krala dönüşmemesi için bir çeşit fren görevini görür. Başkanın azledilmesi ya da görevini bırakması çok istisnai kurallara tabidir. Bu çerçeve içerisinde başkan, iki dönem için, her dönem dört sene olmak üzere, en fazla sekiz sene için seçilebiliyor.
Başkan yardımcısı seçimi
Bir başka önemli nokta, başkanla beraber bir başkan yardımcısının da seçiliyor olmasıdır. Bu da sistemin sigortası ve güvencesi anlamına gelir. Eğer başkan ölürse veya başkana bir şey olursa (Kennedy olayında olduğu gibi) veya görevi bırakmak zorunda kalırsa, o takdirde doğrudan başkan yardımcısı başkanın görevlerini devralmış oluyor ve sistem kesintiye uğramadan devam ediyor. Bu da bir çeşit sistemin sigortası olarak işlev görüyor.
Egemenliğin paylaşımı: Eyalet sistemi
Bu çerçevede Amerika'da merkezde birikmiş gücü dengeleyen "eyalet sistemi" var. Bu aynı zamanda Amerika'dan esinlenerek Latin Amerika ülkelerinin çoğunda da uygulanan bir sistemdir. Arjantin'de, Şili'de, Brezilya'da, Paraguay'da diğer birçoğunda da böyle bir sistem var. Her eyalet federal devletin küçük bir kopyası gibidir. Dışişleri ve diploması hariç merkezi yapının bütün kurum, kuruluş ve işleyişlerin bir benzeri eyaletlerde de vardır. Yönetimin aşırı yetkilerle donanmaması için denge böyle sağlanıyor.
Türkiye'deki Durum
Burada temel soru şu; AKP ve MHP, cumhurbaşkanlık/başkanlık sistemini Türkiye'nin ihtiyaçlarından dolayı gündeme getirmedi, tamamen bir kişinin arzularını karşılamak için gündeme getirdiler. Eğer sorunların çözümüne yönelik getirilmek istenen bir sistem söz konusu olsaydı durum bugünkü gibi olmazdı. Aksi taktirde "Türk Tipi Başkanlık/Cumhurbaşkanlığı Sistemi" diye adlandırdıkları sistem önemli; hiçbir sorunu çözmediği gibi ülkeye çözümden ziyade sorun yarattı ve kaosa sürükledi. Oysa Erdoğan referandumda bu sistem için oy isterken verin bu kardeşinize yetkiyi bakın Türkiye nasıl uçuyor. Türkiye uçmak yerine; ekonomide, yargıda, dış politikada, yasaklar ve yolsuzluklar konusunda adeta çakılmak üzere.
Birkaç karşılaştırma
Sadece birkaç noktanın altını çizerek, ne demek istediğimizi anlatalım. Başkanlık sisteminde başkan meclisi feshedemez. Bizde cumhurbaşkanı edebilir. Başkanlık sisteminde başkan kanun yapamaz; "Türk Tipi Sistemde" (KHK'lerle) yapabilir. ABD'de bile Yüksek Yargı mensupları ve bazı üst düzey atamaları Senatonun onayına ve denetimine tabi, Senato oyladıktan sonra atamalar yürürlüğe giriyor; bizde ise böyle bir onaya ihtiyaç görülmüyor. Her şey cumhurbaşkanın/başkanın iki dudağı harasında...
Başkan mı? "Tek kişilik yönetim" mı?
Gerçek başkanlık sitemlerinde başkan yürütmeden biri olarak çok güç biriktirdiğinden, bu gücün bir miktarını yerel yönetimlere vererek, dengeyi sağlıyor. Türkiye'de düşünülen sistemde bu da yok. Başkanlık Sisteminde kuvvetler ayrılığı demokrasinin teminatı olarak kesin bir biçimde var. Başbakan Erdoğan kuvvetler ayrılığı yürütmeye engel diyerek itiraz ediyor. Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir yerde sistemin adı başkanlık olsa bile özü krallık olur. Nitekim bugün bütün sorunlar sarayda (dar bir memur grubuyla) tespit ediliyor, bütün çözümler sarayda üretiliyor, bütün kaynaklar burada toplanıp dağıtılıyor. Türkiye'ye dar gelen bu elbise her tarafından dökülüyor. O yüzden yeni bir siteme ihtiyaç var.
Sonuç
Sonuç itibariyle, başkanlık Sisteminde fren ve denge sistemleri var, yani sistem hukuk mekanizmaları, yetkilerin ve egemenliğin dağıtılmasıyla dengeleniyor ve Senatonun denetimi ile başkanın krala dönüşmesi frenleniyor. Türkiye'deki dengesiz ve frensiz cumhurbaşkanlığı/başkanlık bizi demokrasiden uzaklaştırma tehlikesi taşıyor. Bu noktalara bakıldığında şu sonuca ulaşabiliriz: Ya başkanlık sistemi gerçekten dünyadaki örneklerinde olduğu gibi tartışılmalı ya da parlamenter sistemin eksikleri giderilerek daha demokratik ve özgürlükçü bir anayasayla yola devam edilmelidir.