Türkiye, bir NATO ülkesine yapılacak “ancak kışkırtılmamış bir saldırı söz konusu olduğunda” NATO müttefikleri ile birlikte bu saldırıya karşı koymak üzere harekete geçeceğini açıklamalıdır.
Erdoğan’ın,”ben görevde bulunduğum sürece olamaz!” dediği bir olay daha, bizzat onun onayıyla oldu. Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğine onayını verdi.
Ben daha ilk günden, içinde bulunduğu iç ve dış koşullar, dışarıda içine düşürüldüğü, Cumhuriyet tarihinde görülmedik yalnızlık, nihayet, 21 yıldır ülkeyi bir “ekonomist” olarak yöneten kişinin ekonomiyi içine soktuğu açmaz ışığında, Türkiye’nin, üstelik yanlış gerekçelere dayanarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkamayacağını dile getiriyordum. Durumun biraz olsun farkında olan herkes de herhalde böyle düşünüyordu.
F16 konusu da farklı değildi. Türkiye, parasını ödediği hatta ortak yapımcısı olduğu F35 projesinden çıkarılmış, ödediği paraya da ABD tarafından haydutça el konulmuştu. Yetmemiş, İsveç kararı nedeniyle, utanmadan, sıkılmadan, “Türkiye her zaman NATO’da sadık bir müttefikimiz, değerli ortağımız!” diyen ABD tarafından, kısa bir süre önce, CAATSA yani “Amerika’nın Hasımları ile Ekonomik Yaptırımlarla Mücadele Yasası” kapsamına alınmıştı. Şimdi birileri, ABD’nin, Türkiye’deki yerel seçim öncesinde Erdoğan’a bir armağan verir gibi alacağı, bize, üstelik herkesten yüksek fiyatla, servis ömrünü neredeyse tamamlamış, F16 vereceği kararını, “büyük başarı” olarak sunmaya çalışacak. Üstelik aynı ABD, Yunanistan’a, Türkiye’ye karşı kullanması için, bizden uğruladığı, çağın uçağı F35’leri, neredeyse bedava vereceğini açıklamışken!
Çocuklara Dede Korkut masalları!
Ve Türkiye’de anlı, şanlı emekli generaller, emekli büyükelçiler, her meslekten, “allame-i cihan, hoşsohbet kimesneler”, hala televizyonlarda saatlerce, İsveç’in NATO üyeliğini, F16’ları tartışmaya devam ediyorlar. Kimi Kuzey kutbunda buzların eriyeceğini, orada açılacak, Japonya-ABD suyolunun (sea lane) ne kadar daha kısa olacağını, kapitalizmin NATO genişlemesi ile buna hazırlandığını; bazıları da Baltıklar’ın Rusya’ya kapandığını anlatıyorlar. Milyonlarca yılda oluşan buzulların muhtemelen en muhayyilesi geniş kapitalist ülkelerin bile göremeyecekleri kadar uzun bir zamanda eriyebileceğini; öte yandan Rusya’nın, Kaliningrad’da Baltık çıkışına rağmen, Baltık Denizi’nin Rusya’ya nasıl kapatılacağını da dikkate almadan konuşuyorlar da konuşuyorlar. Artık sadece önemsiz birer ayrıntı olan bu konularla bizi cambaza baktırırken, başımıza asıl gelecekler hakkında nedense tek bir söz etmiyorlar. Ne diyeyim? Tanrılar akıl fikir versin.
Dünya bilinçli olarak yeni bir büyük çatışmaya sürükleniyor.
Biraz tarih bilgisi olan herkes dünyanın, ikisi de Batı tarafından çıkarılmış Birinci ve İkinci Dünya savaşları öncesindeki siyasi ve ekonomik koşullarla karşı karşıya olduğunu görüyor. Türkiye açısından baktığımızda, iki dünya savaşı arasındaki dönem özellikle göz açıcı.
O dönemde Almanya-İtalya ikilisinin politikaları İkinci Dünya Savaşı ile sonuçlanmıştı. Yine o dönemde Türkiye, Atatürk ve İnönü’nün devlet yönetimindeki bilgi ve deneyimi sayesinde gelişmeleri zamanında ve doğru değerlendirmiş, ülkenin güvenliğini ve çıkacağı görülen savaşın dışında kalmasını sağlayacak önlemleri almaya çalışmışlar ve bunu da başarmışlardı.
1934 Birinci Balkan Antantı; 1937 Sadabad Paktı; Türkiye-İngiltere-Fransa Beyannamesi ve Üçlü İttifak Andlaşması ve 1939 Türk-Sovyet Andlaşması girişimleri hep bu stratejinin sonucudur. Bunlara, Cumhuriyet diplomasisisin anıtsal başarılarından biri olan Montreux Boğazlar Sözleşmesi de eklenmelidir.
İki dünya savaşı arası dönemle karşı karşıyayız.
Birilerinin, “çömez devlet!” diye küçümsemeye, aşağılamaya çalıştığı Atatürk dönemi Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşan savaşta, etrafında güvenli bölgeler, güvenilir ittifaklar oluşturmaya; savaşacak taraflarla ayrı ayrı iyi ilişkiler kurarak, savaşın Türkiye’ye sıçramasına engel olmaya çalışmış ve bunu başararak, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalabilmişti.
Bugün, bir kez daha, bu defa başını ABD’nin çektiği, Almanya’nın ona önemli ölçüde destek verdiği yeni bir büyük çatışmanın ayak sesleri duyuluyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliklerinin ivedi bir sorun gibi sunulması; Rusya’nın Ukrayna’ya, ABD tarafından özendirilen ve kışkırtılan saldırısı, kapitalizmin, dönem dönem içine düştüğü bunalımlardan birine daha girmek üzere olduğunun belki de girdiğinin belirtisidir. Önceki iki dünya savaşı da göstermiştir ki kapitalizm, böyle dönemlerden çıkışı, üretim kaynaklarının ve pazar paylarının yeniden düzenlenmesi için savaş çıkarılmasında görmektedir. Bugün de gelişmeler, aynı senaryo ile karşı kaşıya oluğumuza işaret ediyor. Bu artık, öyle bir savaşı çıkarabilecek ABD yetkilileri tarafından da açıkça konuşulmaya başlamıştır. Bu güçlü olasılığın, Ukrayna-Rusya ve İsrail-Hamas çatışmaları dışında, başka somut göstergeleri de vardır.
ABD NATO’yu peşinden bir dünya savaşına sürükleyebilir.
NATO halen, tarihinin en büyük ikinci askeri tatbikatını, İsveç’in de katılmasıyla gerçekleştirmektedir. Bundan önceki -daha da büyük- son NATO tatbikatı, 1988 yılında yapılmıştı. 1988, Varşova Paktı’nın ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen öncesine rastlar. Dünyanın çehresinin değişmekte, Doğu ile Batı arasında barış ve istikrara doğru gidildiği dönemin hemen öncesindeki o son tatbikattan sonra o ölçekte bir NATO tatbikatı yoktur. Ancak şimdi, dünyanın bir kez daha savaş ve kargaşa dönemine sürüklendiği bir dönemde, NATO’nun, en büyük tatbikatlarından birini yapması bile tek başına, nereye doğru gittiğimizin göstergesidir.
Bütün bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en kötü ekonomik koşullarını ve yine Cumhuriyet tarihinin, dışarıda en yalnız dönemini yaşamaktadır. Daha da vahimi, aynen Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve toprak bütünlüğüne göz diken projeler etrafta uçuşmakta, Pentagon gibi ABD resmi kurumlarında, kapalı kapılar arkasında, haritalar üzerinde tartışılmakta, senaryolara konu oluşturmaktadır.
Türkiye hızla bir yol ayrımına gitmektedir.
Türkiye hiç zaman yitirmeden ve televizyonlarda, yazılı basında fantastik masallar anlatan ulemanın derin bilgiye ve deneyime dayanan! konuşmalarına kulak asmadan, ciddi bir değerlendirme yaparak, hızla yaklaşan olası bir dünya savaşının nasıl dışında kalabileceğini belirlemeli ve gereken önlemleri biran önce almalıdır.
Bunun ilk adımı, NATO üyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin, NATO Antlaşması uyarınca, bir NATO ülkesine yapılacak “ancak kışkırtılmamış bir saldırı söz konusu olduğunda” NATO müttefikleri ile birlikte bu saldırıya karşı koymak üzere harekete geçeceğini açıklamasıdır.
Bu açıklamayı hangi iktidar yapacak, yaklaşan savaşa karşı yukarıda sözünü ettiğim durum değerlendirmesini hangi iktidar hatta muhalefet, hangi bilgi ve deneyim birikimi ile yapacak diye soruyorsanız işte buna verecek yanıtım ne yazık ki yok.
Tanrılar sonumuzu hayretsin! Ne diyeyim?
Erdoğan’ın,”ben görevde bulunduğum sürece olamaz!” dediği bir olay daha, bizzat onun onayıyla oldu. Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğine onayını verdi.
Ben daha ilk günden, içinde bulunduğu iç ve dış koşullar, dışarıda içine düşürüldüğü, Cumhuriyet tarihinde görülmedik yalnızlık, nihayet, 21 yıldır ülkeyi bir “ekonomist” olarak yöneten kişinin ekonomiyi içine soktuğu açmaz ışığında, Türkiye’nin, üstelik yanlış gerekçelere dayanarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkamayacağını dile getiriyordum. Durumun biraz olsun farkında olan herkes de herhalde böyle düşünüyordu.
F16 konusu da farklı değildi. Türkiye, parasını ödediği hatta ortak yapımcısı olduğu F35 projesinden çıkarılmış, ödediği paraya da ABD tarafından haydutça el konulmuştu. Yetmemiş, İsveç kararı nedeniyle, utanmadan, sıkılmadan, “Türkiye her zaman NATO’da sadık bir müttefikimiz, değerli ortağımız!” diyen ABD tarafından, kısa bir süre önce, CAATSA yani “Amerika’nın Hasımları ile Ekonomik Yaptırımlarla Mücadele Yasası” kapsamına alınmıştı. Şimdi birileri, ABD’nin, Türkiye’deki yerel seçim öncesinde Erdoğan’a bir armağan verir gibi alacağı, bize, üstelik herkesten yüksek fiyatla, servis ömrünü neredeyse tamamlamış, F16 vereceği kararını, “büyük başarı” olarak sunmaya çalışacak. Üstelik aynı ABD, Yunanistan’a, Türkiye’ye karşı kullanması için, bizden uğruladığı, çağın uçağı F35’leri, neredeyse bedava vereceğini açıklamışken!
Çocuklara Dede Korkut masalları!
Ve Türkiye’de anlı, şanlı emekli generaller, emekli büyükelçiler, her meslekten, “allame-i cihan, hoşsohbet kimesneler”, hala televizyonlarda saatlerce, İsveç’in NATO üyeliğini, F16’ları tartışmaya devam ediyorlar. Kimi Kuzey kutbunda buzların eriyeceğini, orada açılacak, Japonya-ABD suyolunun (sea lane) ne kadar daha kısa olacağını, kapitalizmin NATO genişlemesi ile buna hazırlandığını; bazıları da Baltıklar’ın Rusya’ya kapandığını anlatıyorlar. Milyonlarca yılda oluşan buzulların muhtemelen en muhayyilesi geniş kapitalist ülkelerin bile göremeyecekleri kadar uzun bir zamanda eriyebileceğini; öte yandan Rusya’nın, Kaliningrad’da Baltık çıkışına rağmen, Baltık Denizi’nin Rusya’ya nasıl kapatılacağını da dikkate almadan konuşuyorlar da konuşuyorlar. Artık sadece önemsiz birer ayrıntı olan bu konularla bizi cambaza baktırırken, başımıza asıl gelecekler hakkında nedense tek bir söz etmiyorlar. Ne diyeyim? Tanrılar akıl fikir versin.
Dünya bilinçli olarak yeni bir büyük çatışmaya sürükleniyor.
Biraz tarih bilgisi olan herkes dünyanın, ikisi de Batı tarafından çıkarılmış Birinci ve İkinci Dünya savaşları öncesindeki siyasi ve ekonomik koşullarla karşı karşıya olduğunu görüyor. Türkiye açısından baktığımızda, iki dünya savaşı arasındaki dönem özellikle göz açıcı.
O dönemde Almanya-İtalya ikilisinin politikaları İkinci Dünya Savaşı ile sonuçlanmıştı. Yine o dönemde Türkiye, Atatürk ve İnönü’nün devlet yönetimindeki bilgi ve deneyimi sayesinde gelişmeleri zamanında ve doğru değerlendirmiş, ülkenin güvenliğini ve çıkacağı görülen savaşın dışında kalmasını sağlayacak önlemleri almaya çalışmışlar ve bunu da başarmışlardı.
1934 Birinci Balkan Antantı; 1937 Sadabad Paktı; Türkiye-İngiltere-Fransa Beyannamesi ve Üçlü İttifak Andlaşması ve 1939 Türk-Sovyet Andlaşması girişimleri hep bu stratejinin sonucudur. Bunlara, Cumhuriyet diplomasisisin anıtsal başarılarından biri olan Montreux Boğazlar Sözleşmesi de eklenmelidir.
İki dünya savaşı arası dönemle karşı karşıyayız.
Birilerinin, “çömez devlet!” diye küçümsemeye, aşağılamaya çalıştığı Atatürk dönemi Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşan savaşta, etrafında güvenli bölgeler, güvenilir ittifaklar oluşturmaya; savaşacak taraflarla ayrı ayrı iyi ilişkiler kurarak, savaşın Türkiye’ye sıçramasına engel olmaya çalışmış ve bunu başararak, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalabilmişti.
Bugün, bir kez daha, bu defa başını ABD’nin çektiği, Almanya’nın ona önemli ölçüde destek verdiği yeni bir büyük çatışmanın ayak sesleri duyuluyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliklerinin ivedi bir sorun gibi sunulması; Rusya’nın Ukrayna’ya, ABD tarafından özendirilen ve kışkırtılan saldırısı, kapitalizmin, dönem dönem içine düştüğü bunalımlardan birine daha girmek üzere olduğunun belki de girdiğinin belirtisidir. Önceki iki dünya savaşı da göstermiştir ki kapitalizm, böyle dönemlerden çıkışı, üretim kaynaklarının ve pazar paylarının yeniden düzenlenmesi için savaş çıkarılmasında görmektedir. Bugün de gelişmeler, aynı senaryo ile karşı kaşıya oluğumuza işaret ediyor. Bu artık, öyle bir savaşı çıkarabilecek ABD yetkilileri tarafından da açıkça konuşulmaya başlamıştır. Bu güçlü olasılığın, Ukrayna-Rusya ve İsrail-Hamas çatışmaları dışında, başka somut göstergeleri de vardır.
ABD NATO’yu peşinden bir dünya savaşına sürükleyebilir.
NATO halen, tarihinin en büyük ikinci askeri tatbikatını, İsveç’in de katılmasıyla gerçekleştirmektedir. Bundan önceki -daha da büyük- son NATO tatbikatı, 1988 yılında yapılmıştı. 1988, Varşova Paktı’nın ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen öncesine rastlar. Dünyanın çehresinin değişmekte, Doğu ile Batı arasında barış ve istikrara doğru gidildiği dönemin hemen öncesindeki o son tatbikattan sonra o ölçekte bir NATO tatbikatı yoktur. Ancak şimdi, dünyanın bir kez daha savaş ve kargaşa dönemine sürüklendiği bir dönemde, NATO’nun, en büyük tatbikatlarından birini yapması bile tek başına, nereye doğru gittiğimizin göstergesidir.
Bütün bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en kötü ekonomik koşullarını ve yine Cumhuriyet tarihinin, dışarıda en yalnız dönemini yaşamaktadır. Daha da vahimi, aynen Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve toprak bütünlüğüne göz diken projeler etrafta uçuşmakta, Pentagon gibi ABD resmi kurumlarında, kapalı kapılar arkasında, haritalar üzerinde tartışılmakta, senaryolara konu oluşturmaktadır.
Türkiye hızla bir yol ayrımına gitmektedir.
Türkiye hiç zaman yitirmeden ve televizyonlarda, yazılı basında fantastik masallar anlatan ulemanın derin bilgiye ve deneyime dayanan! konuşmalarına kulak asmadan, ciddi bir değerlendirme yaparak, hızla yaklaşan olası bir dünya savaşının nasıl dışında kalabileceğini belirlemeli ve gereken önlemleri biran önce almalıdır.
Bunun ilk adımı, NATO üyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin, NATO Antlaşması uyarınca, bir NATO ülkesine yapılacak “ancak kışkırtılmamış bir saldırı söz konusu olduğunda” NATO müttefikleri ile birlikte bu saldırıya karşı koymak üzere harekete geçeceğini açıklamasıdır.
Bu açıklamayı hangi iktidar yapacak, yaklaşan savaşa karşı yukarıda sözünü ettiğim durum değerlendirmesini hangi iktidar hatta muhalefet, hangi bilgi ve deneyim birikimi ile yapacak diye soruyorsanız işte buna verecek yanıtım ne yazık ki yok.
Tanrılar sonumuzu hayretsin! Ne diyeyim?
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.