Vay Canına
Forum Üyesi
TUĞRANIN BÖLÜMLERİ
1- Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunan ve asıl metnin yazılı
bulunduğu kısımdır.
2- Beyze’ler (Arapça: yumurta): Tuğranın sol tarafında bulunan iç içe
iki kavisli kısımdır.
3- Tuğ’lar: Tuğranın üstüne doğru uzanan “elif” harfi şeklindeki
uzantılardır. Her zaman elif değillerdir. Bazen harf de değillerdir.
Yanlarında yer alan flama şeklindeki kavislere “zülfe” denir.
4- Kollar (hançere): Beyzelerin devamı olarak sağa doğru paralel uzanan
kollardır.
Bazı tuğralarda sağ üst boşlukta ilgili padişahın “mahlas”ı da görülür.
Olgunlaşmış bir tuğrada iki beyze ve üç tuğ yer alır. İçerik metni
bunları karşılamazsa bazı tuğralarda esas metinle ilgili olmayan
şekiller de yer alır ki, bunlar klasikleşmiş tuğra şeklini korumak ve
kendinden önceki tuğraya benzetebilmek için eklenmişlerdir. Bir anlam
ifade etmezler.
TUĞRA HAKKINDA
Tuğra Osmanlı sultanlarının gözalıcı kaligrafik nişan veya arması, bir
çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını ve çoğunda el muzaffer
daima dua ibaresini içerir. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasında
“Süleyman şah bin Selim şah han el-muzaffer daima” yazmaktadır. “bin”
“oğlu” demektir. Tuğra bizatihi sultan tarafından yazılmayıp nişancı
veya tuğrakeş veya tuğranüvis denilen görevlilerce yazılırdı. Sultanın
mühürlerine de kazılmıştır. En eski Osmanlı tuğrası ikinci Osmanlı
sultanı Orhan Gaziye aittir. Birinci sultan Osman Gaziye ait bir tuğraya
günümüze dek hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı
padişahı ama 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır. Tuğralar, Osmanlı
devletinin kuruluşundan yıkılmasına kadar çok çeşitli yerlerde
kullanılmış, hat sanatında bir kol olmuş ve resmi görevini tamamladıktan
sonra tarihe mal olmuştur. Halen hat sanatını icra edenlerce sanatsal
amaçlı olarak yaşatılmaktadır.
Önceleri fermanlar gibi pek çok resmi evrak üzerine resmiyet kazandırmak
için çekilen tuğra daha sonraları hükümdarlık (hanedan) sembolü olarak
paralar, bayraklar, pullar, resmi abideler, resmi binalar, camiler ve
saraylarda da kullanılmıştır.
Tuğra tek başına Osmanlı kültür, sanat ve egemenliğini temsil eder.
Türklere özgüdür. Türklerin bin yıllık Orta Doğu egemenliğinin mührüdür.
Özellikle Türkiye dışındaki yabancılar arasında, Osmanlı denince tuğra
akla gelir. Tuğranın şekli kendine mahsustur. Ne herhangi bir şey
tuğraya benzer, ne de tuğra herhangi bir şeye. Her tuğrada bir yandan
alışılmış tuğra şeklini korumak, diğer yandan her sultanın künyesini bu
şekille barıştırmak. Zor sanat. Orhan Gazi’den Sultan Vahideddin’e kadar
tekrarlanan ve değişen parçalarla tuğraların evrimini izlemek çok ilgi
çekicidir. Tuğra bir güç ve egemenlik simgesi olduğu için belgelerin
başında yer alır, sonunda değil...
Tuğra kelimesi Osmanlıdan önceye dayansa da ve yine tuğra benzerleri
daha eski Türk devletlerinin belgelerinde kullanılsa da Osmanlı
tuğralarının kendilerinden öncekilerle isim benzerliği dışında ortak
yanı pek yoktur. İlk Osmanlı tuğrasının sahibi Orhan Gazinin tuğrasında
yazılı Orhan ve Osman kelimelerinin yazılış şekli kendinden sonra gelen
tuğraların iskeletini oluşturmuştur.
Tuğralar bir arma olarak olgunlaşmış halini aldıktan sonra hattatlar
sanatsal boyuta geçerek hep daha güzelini yazmaya çalışmışlardır.
Sanatsal tuğra tabloları halinde padişah tuğraları dışında yakın
zamanlarda Kur’an-ı Kerim’den ayetler, hadisler, dualar, şahıs isimleri
vb. de yazılmıştır.
Bir padişahın tuğrası kabul gördükten sonra saltanatı boyunca içeriği
değişmezdi. Ancak farklı ellerden farklı çıkan tuğralar da elbet olurdu.
Bir Osmanlı belgesinin tarih tesbitinde, varsa üzerindeki tuğranın
sahibinin bilinmesi çok yardımcı olur. Hatta tuğradaki nüanslar tarih
aralığını daha da kısaltır.
Tuğraların okunabilmesi tüm Osmanlı tuğralarının bir araya getirilmesi
ile mümkün olmuştur. Bu meyanda Sayın Suha Umur’un çalışmaları takdire
şayandır, eseri bize yol göstermiştir, kendisini en iyi dileklerimle
zikrediyorum.
1- Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunan ve asıl metnin yazılı
bulunduğu kısımdır.
2- Beyze’ler (Arapça: yumurta): Tuğranın sol tarafında bulunan iç içe
iki kavisli kısımdır.
3- Tuğ’lar: Tuğranın üstüne doğru uzanan “elif” harfi şeklindeki
uzantılardır. Her zaman elif değillerdir. Bazen harf de değillerdir.
Yanlarında yer alan flama şeklindeki kavislere “zülfe” denir.
4- Kollar (hançere): Beyzelerin devamı olarak sağa doğru paralel uzanan
kollardır.
Bazı tuğralarda sağ üst boşlukta ilgili padişahın “mahlas”ı da görülür.
Olgunlaşmış bir tuğrada iki beyze ve üç tuğ yer alır. İçerik metni
bunları karşılamazsa bazı tuğralarda esas metinle ilgili olmayan
şekiller de yer alır ki, bunlar klasikleşmiş tuğra şeklini korumak ve
kendinden önceki tuğraya benzetebilmek için eklenmişlerdir. Bir anlam
ifade etmezler.
TUĞRA HAKKINDA
Tuğra Osmanlı sultanlarının gözalıcı kaligrafik nişan veya arması, bir
çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını ve çoğunda el muzaffer
daima dua ibaresini içerir. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasında
“Süleyman şah bin Selim şah han el-muzaffer daima” yazmaktadır. “bin”
“oğlu” demektir. Tuğra bizatihi sultan tarafından yazılmayıp nişancı
veya tuğrakeş veya tuğranüvis denilen görevlilerce yazılırdı. Sultanın
mühürlerine de kazılmıştır. En eski Osmanlı tuğrası ikinci Osmanlı
sultanı Orhan Gaziye aittir. Birinci sultan Osman Gaziye ait bir tuğraya
günümüze dek hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı
padişahı ama 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır. Tuğralar, Osmanlı
devletinin kuruluşundan yıkılmasına kadar çok çeşitli yerlerde
kullanılmış, hat sanatında bir kol olmuş ve resmi görevini tamamladıktan
sonra tarihe mal olmuştur. Halen hat sanatını icra edenlerce sanatsal
amaçlı olarak yaşatılmaktadır.
Önceleri fermanlar gibi pek çok resmi evrak üzerine resmiyet kazandırmak
için çekilen tuğra daha sonraları hükümdarlık (hanedan) sembolü olarak
paralar, bayraklar, pullar, resmi abideler, resmi binalar, camiler ve
saraylarda da kullanılmıştır.
Tuğra tek başına Osmanlı kültür, sanat ve egemenliğini temsil eder.
Türklere özgüdür. Türklerin bin yıllık Orta Doğu egemenliğinin mührüdür.
Özellikle Türkiye dışındaki yabancılar arasında, Osmanlı denince tuğra
akla gelir. Tuğranın şekli kendine mahsustur. Ne herhangi bir şey
tuğraya benzer, ne de tuğra herhangi bir şeye. Her tuğrada bir yandan
alışılmış tuğra şeklini korumak, diğer yandan her sultanın künyesini bu
şekille barıştırmak. Zor sanat. Orhan Gazi’den Sultan Vahideddin’e kadar
tekrarlanan ve değişen parçalarla tuğraların evrimini izlemek çok ilgi
çekicidir. Tuğra bir güç ve egemenlik simgesi olduğu için belgelerin
başında yer alır, sonunda değil...
Tuğra kelimesi Osmanlıdan önceye dayansa da ve yine tuğra benzerleri
daha eski Türk devletlerinin belgelerinde kullanılsa da Osmanlı
tuğralarının kendilerinden öncekilerle isim benzerliği dışında ortak
yanı pek yoktur. İlk Osmanlı tuğrasının sahibi Orhan Gazinin tuğrasında
yazılı Orhan ve Osman kelimelerinin yazılış şekli kendinden sonra gelen
tuğraların iskeletini oluşturmuştur.
Tuğralar bir arma olarak olgunlaşmış halini aldıktan sonra hattatlar
sanatsal boyuta geçerek hep daha güzelini yazmaya çalışmışlardır.
Sanatsal tuğra tabloları halinde padişah tuğraları dışında yakın
zamanlarda Kur’an-ı Kerim’den ayetler, hadisler, dualar, şahıs isimleri
vb. de yazılmıştır.
Bir padişahın tuğrası kabul gördükten sonra saltanatı boyunca içeriği
değişmezdi. Ancak farklı ellerden farklı çıkan tuğralar da elbet olurdu.
Bir Osmanlı belgesinin tarih tesbitinde, varsa üzerindeki tuğranın
sahibinin bilinmesi çok yardımcı olur. Hatta tuğradaki nüanslar tarih
aralığını daha da kısaltır.
Tuğraların okunabilmesi tüm Osmanlı tuğralarının bir araya getirilmesi
ile mümkün olmuştur. Bu meyanda Sayın Suha Umur’un çalışmaları takdire
şayandır, eseri bize yol göstermiştir, kendisini en iyi dileklerimle
zikrediyorum.