Meydan, er meydanı. Dürüstlük, akıl, bilim, doğrular ve artık susanılmış adalet. Doğup, büyüdüğümüz hem de semtimiz olan mekânlarda, üstüne üstlük cadde boyunca üniversiteli gençlerin, geçmişte de birbiri ile "Temiz bir ülke adına" geçtiği yollar. Çünkü oraya en yakın yer, İstanbul Üniversitesi.
Neticede mevzu, gelecek ve öncelik hep gençler. İki kural ihlâli vardı ve hepsi de esas yerde. Napolyon Bonapart, Dünya bir ülke olsa başkenti İstanbul, olurdu dediği yerin, tam ortası. Evliya Çelebi'nin Seyathânemesi'nde bahsetmiş olduğu, tarihi gerçeklerle; Kanuni Sultan Süleyman'ın tahta geçmesini istediği ve erken vefat eden oğlu için dönemin baş mimarlığına yükselmiş, Mimar Sinan'a özel sipariş ettiği Cami. Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan'dan bir Cami ister, adı Şehzadebaşı olur, adını erken vefat eden Şehzade Mehmet'ten alır. Burası olsun diye gösterilen yer, yeşil renkli, tılsımlı taştır. Çünkü Mimar Sinan İstanbul'un orta yeri, merkezi olduğu noktayı işaret eder. Yeşil güzel rengi ile bugün dahi Dede Efendi sokağının ayrımında hemen İBB binasının karşı çaprazında yer alır. İstanbul, Fatih İlçesi, Saraçhane'de.
15 Aralık günü oldukça erken saatlerinden itibaren, meydanda henüz hazırlıklar yapılırken gittim. Tılsımlı Taş'a ve aydınlık bir ülke için dokundum. Öyle ya kimler kimler geçti, güzide İstanbul'dan. Ne canlar yandı, ne haksızlıklar yaşandı. Ve ne çok gözyaşı. İki kural ihlâli demiştik; biri iki kez ispatlanmış, seçilmiş İstanbul Belediye Başkanına haksız suçlama ve karar verilmesi. İkincisi, konu hakkında olayı inceleyip, karar vermeye yetkili üç Hukuk Profesörünün kararına uyumsuzluk. Bunlardan biri de Prof.Dr.Adem Sözüer, tam da İstanbul Üniversitesinden. Ayrıca Âdem Hoca, öğrencileri tarafından da çok sevilen ve her yıl eşi ile birlikte Türkiye'de haksızlıklara karşı, farkındalık katarak "Suç ve Ceza Film Festivali" organizasyonunu uluslararası olarak yöneten bir aydın. İki ihlâl bunlar, ama temelde günlerdir gündemi oluşturan, herkesin akıl ve ruh sağlığını bozan "Tarikatlar" meselesinde iki yıldır neticelenemeyen mesele, İBB Başkanına karar çıktığı gün, yakalanarak neticelendiriliyor. Haberi yapan gazeteci, Timur Soykan tehdit edilirken Çağlayan Adliyesinde, tarikat mensuplarından üç, beş kişi " Azgın azınlık suçlaması" diye olayı ret ediyor. Haberi yapan gazeteci, mağdurun adını gizli tutarken aynı TV kanalının farklı bir gazetecisi, akşam yorum programında mağdurun adını deşifre ederek konuşuyor. Bunlar olurken Aksaray yönünden kapatılan ve bomba ihbarı geldiği için aramalar yapılarak geçilmeye çalışılan alana, aydınlık isteyen halk, üstüne yağmura rağmen toplanıyor. Artık yetti, diyor. Aynı akşam TV ekranlarında bol bol yine konuşuldu ama bir şeyi unuttular, o da neredeyse, yeter artık, diyen aydınlık isteyen halk toplanırken; dakikalar kadar uzak mesafesinde olan Fatih semtinin bir diğer kolu ve mevzu olan olaylara sebep olanların lokasyonlarının bulunduğu yer olmasıydı.
Gelelim konuşmalara; görülüyor ki tüm bürokrasi çizgilerinden uzak bir "Meral Abla" oluşmuş. Ne güzel! Netice de Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı, yurt dışında iken altılı masanın bir ayağı olarak, Ankara'dan atlıyor, Saraçhane'ye geliyor. Koşuyor, sarılıyor. Oldukça üzgün olduğu görünen, Sayın Dilek İmamoğlu'nu, adeta ailenin görümcesi gibi teskin etmeye çalışıyor. Peki, sabah olduğunda, halkın karşısına çıkarken ne oluyor? Altılı masa, temsilcileri olarak erkekler bir tarafta yürürken, en kenar kısımda Dilek İmamoğlu'nun yanında ve koluna girmiş şekilde kadraja giriyor. İstanbul İl Başkanı, Canan Kaftancıoğlu değil Meral Abla! Orada. Çünkü Ekrem Başkan, öyle hitap ediyor ve kürsüye davet ettiğinde ise selâmlama kısmı da ilginç, bildik, kafa kafaya, baş selâmı geliyor. Sonra yine ekranlara sıcacık, samimi bir konuşma yansıyor.
İktidarın kuruluş safhasında ve bunca geçen yıl içinde bir şekilde görev almış; Deva Partisi Başkanı ,Sayın Ali Babacan ve Gelecek Partisi Başkanı, Ahmet Davutoğlu da seçime hazırlık yapıyorlar. Ali Babacan, herkese sesleniyor, orada Ekrem İmamoğlu mağduriyeti sınırlarını aşıp, başta Canan Kaftancıoğlu olmak üzere HDP, Selahattin Demirtaş'a da yapılan haksızlıkları konuşuyor. Dahası var, işte o meydanın iki kolu olan Necip Fazıl ile Nâzım Hikmet, diyor.
İnsanlar büyüyor, fikirleri gelişiyor yahut büyüyorlar mı? Ya da yanlışa zamanında niye doğru diyebiliyorlar? Bugün birileri itibar kaybederken, değeri yükselene, en basit tabir ile döviz bürolarında yükselişe geçene yatırım yapılması gereken değer misali, makas değiştirilebiliyor.
Zira Sayın Ahmet Davutoğlu, Hacı Bektaş Veli, derken: "Diline, beline" kısmını eksik söylese de, ben Mevlâna'dan geliyorum diyor.
Esas öz olan ana muhalefet partisi başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun söyledikleri önemli, yurt dışından geliyor ve yormayacağım sadece on bir madde diyor ve açılış maddesi: Mevlâna!
Anlıyoruz, herkesi kucaklamak istediği için kullanıyor ama yanlış. 4.madde olarak söylediği: 1921 Anayasası, ilk Anayasa maddesinin girişi ki, işte o ilk madde olarak açılması gerekendi. O da; Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir, cümlesi. Neden, dördüncü maddede yer aldı, bunu da zamanla göreceğiz.
Meselâ, hemen hemen herkesin alışamadığı bir başka mevzu var, herkesin ibadeti, niyeti, kendine ve kendisini bağlar. Hele böylesi günlerden geçerken; adaleti ararken, din suiistimali ayyuka çıkmışken. İbadet, gösteriş olarak yapılmaz çünkü herkes bilir ki, Yaradan ile kul arasında, gizlidir. O zaman Müslüman ağırlıklı bir ülkede neden mağdur durumda olan, ona sevgisini ve yanında olduğunu ifade etmeye gelmiş, ıslanmayı, saatlerce ayakta kalmayı, sıkışmayı, bayılabilme riskini göze almış halka; konuşma sırasında "fazla konuşmayacağım dün akşamda böyle oldu, ezan başladı zaten konuşmaların diğer kısmını ezandan sonraya bıraktık" diyorsunuz, Başkanım?
Halk zaten size odaklanmış, burası hutbe, fetva için değil mağduriyet ve seçime gidiliyor. Aynı durumu Cumhuriyetimizin 98.yılında Yenikapı'da, 30 Ağustos muhteşem törende oldu ve orada da yanınızda Sayın Meral Akşener vardı.
Bizim temel konumuz, "Laiklik"tir. Laiklik, dinsizlik demek değildir. Zaten yıllardır bu yeterince anlaşılmadığı, anlatılamadığı için iş buralara kadar geldi. Uğur Mumcu, Behice Boran, neden can verdi? Tarikatları, istememek de din düşmanlığı değildir. Dün size gelirken toplu taşımada yanımda oturan genç çocuk, yanında oturan beyefendi ile konuşuyordu, "Vallahi dinden soğuduk, bu kızcağıza yapılanlar yüzünden" diyor. Yanında ki beyefendi de moral verebilmek adına sanırım, sadece "Tamam, üzülme sen daha gençsin" diye teselli etmeye çalışıyor. İleride iyi şeyler göreceksin, düşüncesi ile. Herkes her şeyin farkında, bir şeyleri dikte etmeye gerek yok. Lütfen oy toplama kaygısı ile temel değerlerden taviz vermeyelim, bu ülke hepimizin ama aydınlık bir ülkenin herkese faydası var.
Epeydir dikkat ediyorum bilhassa sizi ağırlayan, destek veren TV kanalları kendi programlarında ezan okunuyor, diye ara veriyor. Ezan elbette kutsalımızdır. Fakat geçmişte hiç böyle şeyler olmazdı. Kaldı ki İstanbul şehrinde farklı dine mensup vatandaşlarda bulunmakta. Bazı semtlerde siz İstanbul doğumlu olmadığınız için bilmeyebilirsiniz, Ramazan ayında, iftar saatinde dükkânlarını kapatan gayri Müslimler var. Onların başkanı değil misiniz?
Biz ki ALLAH ALLAH sesleri ile Kurtuluş Savaşı kazanmış bir ecdada sahibiz. Geçtiğimiz her toprak karesinde isimsiz kahramanlar var. Ve yeri gelmişken, TV kanallarında artık insanlar, sakal uzatmış ve program sunan kişileri görmek istemiyor. İnsanlar yoruldu, içi dışı aydınlık, tertemiz insanlara ihtiyacımız var. Herkes seviliyor ama yanınızda olan insanları, biraz daha anlamaya çalışma, empati kurabilme hassasiyeti istemek, hepimizin hakkı.
Neticede mevzu, gelecek ve öncelik hep gençler. İki kural ihlâli vardı ve hepsi de esas yerde. Napolyon Bonapart, Dünya bir ülke olsa başkenti İstanbul, olurdu dediği yerin, tam ortası. Evliya Çelebi'nin Seyathânemesi'nde bahsetmiş olduğu, tarihi gerçeklerle; Kanuni Sultan Süleyman'ın tahta geçmesini istediği ve erken vefat eden oğlu için dönemin baş mimarlığına yükselmiş, Mimar Sinan'a özel sipariş ettiği Cami. Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan'dan bir Cami ister, adı Şehzadebaşı olur, adını erken vefat eden Şehzade Mehmet'ten alır. Burası olsun diye gösterilen yer, yeşil renkli, tılsımlı taştır. Çünkü Mimar Sinan İstanbul'un orta yeri, merkezi olduğu noktayı işaret eder. Yeşil güzel rengi ile bugün dahi Dede Efendi sokağının ayrımında hemen İBB binasının karşı çaprazında yer alır. İstanbul, Fatih İlçesi, Saraçhane'de.
15 Aralık günü oldukça erken saatlerinden itibaren, meydanda henüz hazırlıklar yapılırken gittim. Tılsımlı Taş'a ve aydınlık bir ülke için dokundum. Öyle ya kimler kimler geçti, güzide İstanbul'dan. Ne canlar yandı, ne haksızlıklar yaşandı. Ve ne çok gözyaşı. İki kural ihlâli demiştik; biri iki kez ispatlanmış, seçilmiş İstanbul Belediye Başkanına haksız suçlama ve karar verilmesi. İkincisi, konu hakkında olayı inceleyip, karar vermeye yetkili üç Hukuk Profesörünün kararına uyumsuzluk. Bunlardan biri de Prof.Dr.Adem Sözüer, tam da İstanbul Üniversitesinden. Ayrıca Âdem Hoca, öğrencileri tarafından da çok sevilen ve her yıl eşi ile birlikte Türkiye'de haksızlıklara karşı, farkındalık katarak "Suç ve Ceza Film Festivali" organizasyonunu uluslararası olarak yöneten bir aydın. İki ihlâl bunlar, ama temelde günlerdir gündemi oluşturan, herkesin akıl ve ruh sağlığını bozan "Tarikatlar" meselesinde iki yıldır neticelenemeyen mesele, İBB Başkanına karar çıktığı gün, yakalanarak neticelendiriliyor. Haberi yapan gazeteci, Timur Soykan tehdit edilirken Çağlayan Adliyesinde, tarikat mensuplarından üç, beş kişi " Azgın azınlık suçlaması" diye olayı ret ediyor. Haberi yapan gazeteci, mağdurun adını gizli tutarken aynı TV kanalının farklı bir gazetecisi, akşam yorum programında mağdurun adını deşifre ederek konuşuyor. Bunlar olurken Aksaray yönünden kapatılan ve bomba ihbarı geldiği için aramalar yapılarak geçilmeye çalışılan alana, aydınlık isteyen halk, üstüne yağmura rağmen toplanıyor. Artık yetti, diyor. Aynı akşam TV ekranlarında bol bol yine konuşuldu ama bir şeyi unuttular, o da neredeyse, yeter artık, diyen aydınlık isteyen halk toplanırken; dakikalar kadar uzak mesafesinde olan Fatih semtinin bir diğer kolu ve mevzu olan olaylara sebep olanların lokasyonlarının bulunduğu yer olmasıydı.
Gelelim konuşmalara; görülüyor ki tüm bürokrasi çizgilerinden uzak bir "Meral Abla" oluşmuş. Ne güzel! Netice de Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı, yurt dışında iken altılı masanın bir ayağı olarak, Ankara'dan atlıyor, Saraçhane'ye geliyor. Koşuyor, sarılıyor. Oldukça üzgün olduğu görünen, Sayın Dilek İmamoğlu'nu, adeta ailenin görümcesi gibi teskin etmeye çalışıyor. Peki, sabah olduğunda, halkın karşısına çıkarken ne oluyor? Altılı masa, temsilcileri olarak erkekler bir tarafta yürürken, en kenar kısımda Dilek İmamoğlu'nun yanında ve koluna girmiş şekilde kadraja giriyor. İstanbul İl Başkanı, Canan Kaftancıoğlu değil Meral Abla! Orada. Çünkü Ekrem Başkan, öyle hitap ediyor ve kürsüye davet ettiğinde ise selâmlama kısmı da ilginç, bildik, kafa kafaya, baş selâmı geliyor. Sonra yine ekranlara sıcacık, samimi bir konuşma yansıyor.
İktidarın kuruluş safhasında ve bunca geçen yıl içinde bir şekilde görev almış; Deva Partisi Başkanı ,Sayın Ali Babacan ve Gelecek Partisi Başkanı, Ahmet Davutoğlu da seçime hazırlık yapıyorlar. Ali Babacan, herkese sesleniyor, orada Ekrem İmamoğlu mağduriyeti sınırlarını aşıp, başta Canan Kaftancıoğlu olmak üzere HDP, Selahattin Demirtaş'a da yapılan haksızlıkları konuşuyor. Dahası var, işte o meydanın iki kolu olan Necip Fazıl ile Nâzım Hikmet, diyor.
İnsanlar büyüyor, fikirleri gelişiyor yahut büyüyorlar mı? Ya da yanlışa zamanında niye doğru diyebiliyorlar? Bugün birileri itibar kaybederken, değeri yükselene, en basit tabir ile döviz bürolarında yükselişe geçene yatırım yapılması gereken değer misali, makas değiştirilebiliyor.
Zira Sayın Ahmet Davutoğlu, Hacı Bektaş Veli, derken: "Diline, beline" kısmını eksik söylese de, ben Mevlâna'dan geliyorum diyor.
Esas öz olan ana muhalefet partisi başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun söyledikleri önemli, yurt dışından geliyor ve yormayacağım sadece on bir madde diyor ve açılış maddesi: Mevlâna!
Anlıyoruz, herkesi kucaklamak istediği için kullanıyor ama yanlış. 4.madde olarak söylediği: 1921 Anayasası, ilk Anayasa maddesinin girişi ki, işte o ilk madde olarak açılması gerekendi. O da; Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir, cümlesi. Neden, dördüncü maddede yer aldı, bunu da zamanla göreceğiz.
Meselâ, hemen hemen herkesin alışamadığı bir başka mevzu var, herkesin ibadeti, niyeti, kendine ve kendisini bağlar. Hele böylesi günlerden geçerken; adaleti ararken, din suiistimali ayyuka çıkmışken. İbadet, gösteriş olarak yapılmaz çünkü herkes bilir ki, Yaradan ile kul arasında, gizlidir. O zaman Müslüman ağırlıklı bir ülkede neden mağdur durumda olan, ona sevgisini ve yanında olduğunu ifade etmeye gelmiş, ıslanmayı, saatlerce ayakta kalmayı, sıkışmayı, bayılabilme riskini göze almış halka; konuşma sırasında "fazla konuşmayacağım dün akşamda böyle oldu, ezan başladı zaten konuşmaların diğer kısmını ezandan sonraya bıraktık" diyorsunuz, Başkanım?
Halk zaten size odaklanmış, burası hutbe, fetva için değil mağduriyet ve seçime gidiliyor. Aynı durumu Cumhuriyetimizin 98.yılında Yenikapı'da, 30 Ağustos muhteşem törende oldu ve orada da yanınızda Sayın Meral Akşener vardı.
Bizim temel konumuz, "Laiklik"tir. Laiklik, dinsizlik demek değildir. Zaten yıllardır bu yeterince anlaşılmadığı, anlatılamadığı için iş buralara kadar geldi. Uğur Mumcu, Behice Boran, neden can verdi? Tarikatları, istememek de din düşmanlığı değildir. Dün size gelirken toplu taşımada yanımda oturan genç çocuk, yanında oturan beyefendi ile konuşuyordu, "Vallahi dinden soğuduk, bu kızcağıza yapılanlar yüzünden" diyor. Yanında ki beyefendi de moral verebilmek adına sanırım, sadece "Tamam, üzülme sen daha gençsin" diye teselli etmeye çalışıyor. İleride iyi şeyler göreceksin, düşüncesi ile. Herkes her şeyin farkında, bir şeyleri dikte etmeye gerek yok. Lütfen oy toplama kaygısı ile temel değerlerden taviz vermeyelim, bu ülke hepimizin ama aydınlık bir ülkenin herkese faydası var.
Epeydir dikkat ediyorum bilhassa sizi ağırlayan, destek veren TV kanalları kendi programlarında ezan okunuyor, diye ara veriyor. Ezan elbette kutsalımızdır. Fakat geçmişte hiç böyle şeyler olmazdı. Kaldı ki İstanbul şehrinde farklı dine mensup vatandaşlarda bulunmakta. Bazı semtlerde siz İstanbul doğumlu olmadığınız için bilmeyebilirsiniz, Ramazan ayında, iftar saatinde dükkânlarını kapatan gayri Müslimler var. Onların başkanı değil misiniz?
Biz ki ALLAH ALLAH sesleri ile Kurtuluş Savaşı kazanmış bir ecdada sahibiz. Geçtiğimiz her toprak karesinde isimsiz kahramanlar var. Ve yeri gelmişken, TV kanallarında artık insanlar, sakal uzatmış ve program sunan kişileri görmek istemiyor. İnsanlar yoruldu, içi dışı aydınlık, tertemiz insanlara ihtiyacımız var. Herkes seviliyor ama yanınızda olan insanları, biraz daha anlamaya çalışma, empati kurabilme hassasiyeti istemek, hepimizin hakkı.