Bu toprakların toplumuna ve tarihine doğru açılardan yaklaşmayıp bunları yeterince kavrayamamak, çeşitli unsurlarıyla Türkiye solunun daima en büyük eksikliklerinden biri oldu. Bu eksiklik, birçok defa yanlış analizlerin yapılmasına ve bu sebeple akıl almaz savrulmalar yaşanmasına yol açtı. Uzun yıllar önce başlayan bu aksaklık ve savrulmalar AKP döneminde de büyüyerek sürdü.
AKP’nin ilk iktidar yıllarında destek gördüğü kesimlerden biri liberallerdi. 28 Şubat mağduriyeti, ekonomide sermaye egemenliği, ABD ile iyi ilişkiler, AB hedefi gibi faktörler onları cezbetmeye yetmişti.
Liberallerimize göre AKP iktidarı ile birlikte Avrupa Birliği hedefine varılacak, Batı ile ilişkiler daha da gelişecek, ekonomide izlenecek dünyaya uyumlu neoliberal politikayla Türkiye istenen noktaya hızla varacaktı. Diğer yandan AKP’nin iktidara gelişi ve tutturduğu sözde demokratik tavır birçok farklı kesimin sesini yükseltmesini sağlayacak; bu çok seslilik bütün topluma yayılacak ve demokrasimiz gelişecekti.
Verilen bu sınırsız destek 2010 referandumu ile doruk noktasına ulaştı. Evet sonucu çıkarsa yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanacağını, bütün güçlerin neredeyse tek kişinin emrine verilmiş olacağını savunanlara “Yetmez ama evet” diyerek karşı çıkanlar yine aynı kişilerdi.
Bazı “sosyalist” partiler de aynı koroya katılanlar arasındaydı. Onlara göre referandumda hayır oyu kullanacak olanlar hem faşistti hem de 12 Eylül yandaşıydı. Verdikleri desteğin karşılığını, referandumun ardından Başbakan’ın teşekkürüyle aldılar. Tek sorun partilerinin isminin Başbakan tarafından yanlış okunmuş olmasıydı.
Özellikle referandumun ardından sınırsız güce eriştiğine inanan ve eski tavrından neredeyse 180 derece dönüş yapan Erdoğan ve arkadaşlarının hışmına liberallerin de uğraması uzun sürmedi. İçlerinde hapse atılanlar, yurtdışına çıkmak zorunda kalanlar oldu. İktidar, AB hedefini bir kenara bırakmış, ABD ile arasını bozmuş, eski mağduriyetlerinden eser kalmamış, her dilediğini anında gerçekleştiren bir güce kavuşmuştu. Bu durumda artık liberallere ihtiyaçları yoktu.
AKP’ye yeni döneminde sürpriz bir destek, yine kendisini solda gören ancak hiç de öyle olmayan farklı bir kesiminden geldi. İktidarın ABD ile arasının açıldığını ve dış ilişkilerde yeni dengeler kurmaya çalıştığını gören bu grup, Erdoğan’ın yanında yer almaya, politikasını buna göre belirlemeye başladı. Çünkü ABD’ye karşı olduktan sonra, gerici, şeriatçı veya karşı devrimci olmanın onlar için hiçbir önemi yoktu! Bu bakımdan, Afganistan’da Taliban’ın yıllar sonra tekrar kontrolü ele alması bile kendileri açısından sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilmişti.
Görüldüğü gibi, cumhuriyet tarihinin en gerici, baskıcı ve karşı devrimci iktidarı bile, 2002’den bu yana neredeyse her dönemde mutlaka yanında sözde sol bir payanda bulabildi. Bu da, Türkiye solunda söz sahibi olmuş birtakım kimselerin yaşadıkları tutarsızlıklarının en belirgin göstergesi oldu.
AKP’nin ilk iktidar yıllarında destek gördüğü kesimlerden biri liberallerdi. 28 Şubat mağduriyeti, ekonomide sermaye egemenliği, ABD ile iyi ilişkiler, AB hedefi gibi faktörler onları cezbetmeye yetmişti.
Liberallerimize göre AKP iktidarı ile birlikte Avrupa Birliği hedefine varılacak, Batı ile ilişkiler daha da gelişecek, ekonomide izlenecek dünyaya uyumlu neoliberal politikayla Türkiye istenen noktaya hızla varacaktı. Diğer yandan AKP’nin iktidara gelişi ve tutturduğu sözde demokratik tavır birçok farklı kesimin sesini yükseltmesini sağlayacak; bu çok seslilik bütün topluma yayılacak ve demokrasimiz gelişecekti.
Verilen bu sınırsız destek 2010 referandumu ile doruk noktasına ulaştı. Evet sonucu çıkarsa yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanacağını, bütün güçlerin neredeyse tek kişinin emrine verilmiş olacağını savunanlara “Yetmez ama evet” diyerek karşı çıkanlar yine aynı kişilerdi.
Bazı “sosyalist” partiler de aynı koroya katılanlar arasındaydı. Onlara göre referandumda hayır oyu kullanacak olanlar hem faşistti hem de 12 Eylül yandaşıydı. Verdikleri desteğin karşılığını, referandumun ardından Başbakan’ın teşekkürüyle aldılar. Tek sorun partilerinin isminin Başbakan tarafından yanlış okunmuş olmasıydı.
Özellikle referandumun ardından sınırsız güce eriştiğine inanan ve eski tavrından neredeyse 180 derece dönüş yapan Erdoğan ve arkadaşlarının hışmına liberallerin de uğraması uzun sürmedi. İçlerinde hapse atılanlar, yurtdışına çıkmak zorunda kalanlar oldu. İktidar, AB hedefini bir kenara bırakmış, ABD ile arasını bozmuş, eski mağduriyetlerinden eser kalmamış, her dilediğini anında gerçekleştiren bir güce kavuşmuştu. Bu durumda artık liberallere ihtiyaçları yoktu.
AKP’ye yeni döneminde sürpriz bir destek, yine kendisini solda gören ancak hiç de öyle olmayan farklı bir kesiminden geldi. İktidarın ABD ile arasının açıldığını ve dış ilişkilerde yeni dengeler kurmaya çalıştığını gören bu grup, Erdoğan’ın yanında yer almaya, politikasını buna göre belirlemeye başladı. Çünkü ABD’ye karşı olduktan sonra, gerici, şeriatçı veya karşı devrimci olmanın onlar için hiçbir önemi yoktu! Bu bakımdan, Afganistan’da Taliban’ın yıllar sonra tekrar kontrolü ele alması bile kendileri açısından sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilmişti.
Görüldüğü gibi, cumhuriyet tarihinin en gerici, baskıcı ve karşı devrimci iktidarı bile, 2002’den bu yana neredeyse her dönemde mutlaka yanında sözde sol bir payanda bulabildi. Bu da, Türkiye solunda söz sahibi olmuş birtakım kimselerin yaşadıkları tutarsızlıklarının en belirgin göstergesi oldu.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.