Sizce bir insan, bir yıl içinde tanıdığı kaç insanın kanser olduğunun haberini alır. Düşünün lütfen sizler son zamanlarda kaç insanın kanser olduğunu duydunuz ve kaç insanı kaybettiniz. Ben arkadaşlarımdan birini kaybettim yine birkaç gün önce. Polina Naseh bu yazı senin için güzel kadın. Gittiğin yerde huzur içinde ol.
Polina sağlığına çok düşkündü, GDO lu ürünlerden uzak durur, tüm besinleri mevsiminde tüketir, hem aile fertlerinin hem de biz eş dost arkadaşlarının hastalıklarında bitki bazlı doğal metotlarda ısrarcı olurdu. Kanserden korkardı, o neden ile kanserojen maddeler içeren ürünlerden uzak durur çok da araştırırdı. Yine yakın bir arkadaşımızın dediği gibi ansiklopedi gibiydi Polina. Maalesef 2 yıl önce yakalandığı kanser hastalığını yenemedi.
Hani hep diyorum ya yaşanılan ve daha da şiddetlisini yaşayacağımız iklim krizine neden olan olayların sonuçlarından birisi kanser hastalığı. Havayı kirleten üretimler, mikroplastik haliyle kanımıza, akciğerimize kadar giren plastikler, madencilik sahaları sebebiyle kalitesizleşen topraklar ve kalitesiz gıdalar, yer altı sularına karışan kimyasallar… daha bir çoğunu yazabileceklerimin hepsi, hem dünyayı hem insanları hasta ediyor. Ve dünya giderek sessizleşiyor. Hatta sessizleştiriliyor.
Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ayağa kaldıran bir facia yaşandı. Aslında yeni bir olay değildi Erzincan’daki altın arama faaliyetleri. Yeni değildi yöredeki insanların çığlıkları. “Burada siyanürle altın aranıyor, ölüyoruz” diyenlere, biz ölmediğimiz için kulak vermedik yine. Bizim en büyük sorunumuz bu; başkasının derdi bizi germiyor bir türlü. Hâlbuki orada başta siyanür olmak üzere insan ve dünya hayatını yok eden kimyasallar sadece o yörenin havasını, suyunu, yiyeceğini etkilemiyor. O kirleticiler havayla, suyla, gıdayla Türkiye’nin birçok yerine taşınıyor. Hatta gıda dışındakiler Dünyaya da taşınıyor. Gıda taşınamıyor çünkü adamlar ithal ettikleri ürünleri denetliyorlar. Herhangi bir kimyasal var ise sebzede, meyvede geri gönderiliyor ve bu ürünler iç piyasada tüketiliyor. Yani sen ben tüketiyoruz.
Bu olayın ardından yani Erzincan’daki altın madenindeki göçük ardından birçok STK harekete geçti, siyasiler soluğu orda aldı. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin düzenlediği toplantıda da Prof.Dr.Mustafa Demircioğlu 3 saat boyunca, yaşanan facia sürecini ve bundan sonra yapılması gerekenleri anlattı. Hocanın “işimiz çok zor” cümlesi, içinde bulunduğumuz durumu çok net özetledi aslında. Diyor ki Demircioğlu Hoca, yapılması gereken tek şey BİRLİK OLMAK ZORUNDAYIZ. Yani tüm toplum olarak bir araya gelerek tepki vermek zorundayız. Denetimler için sivil toplum kuruluşları ve bölge halkının da içinde olduğu mekanizmalar kurulmalı. Hocam çok doğru söylüyor da kaçımız kalkıp yerimizden bu ve benzeri olaylar ile ilgileniyoruz. Olayın ertesi gün İklim Adaleti Koalisyonu platformu hemen harekete geçerek Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeni’nde yaşanan “ekokırım” a dikkat çekmek için ücretsiz bir araç organize etti. 20 milyonluk İstanbul’dan ancak 20 kişinin otobüsle bölgeye gittiğini platformdaki arkadaşlardan öğrendim. Koskoca İstanbul’dan 20 kişi. Gerçi organize olmak için kısa bir süre vardı ama 20 kişi de olmamalıydı sanırım.
Bu arada kısaca “Altın Madeni” ve “Siyanür” nerde birleşiyor onu bir anlatmak istiyorum; TEMA’nın notları ile. Çünkü Altının siyanürle aranmadığını ileri sürerek bizi “aptal” yerine koyanlar var maalesef. İstanbul Maden İhracatçılar Birliği YK Başkanı Rüstem Çetinkaya gibi. Bir iki ay önce Blommberg’te katıldığı bir programda bir cümlenin içinde aynen şu ifadeleri kullanıyordu; “….altının siyanürle aranmadığını siyanürün bambaşka bir alanda kullanıldığını…. “
İşte TEMA’nın hazırladığı 4 dakikalık bir filmde Altın Madenciliği bakın nasıl anlatılıyor?
“Her aşaması doğaya ve insana büyük zarar veren altın madenciliğinin aşamaları …
Madencilikte önce topraktaki değerli maden miktarı belirlenir. Bu işleme altın arama denir. Yüzlerce noktada sondajlar açılarak örnekler alınır. Ormanların ve meraların ilk yaralarıdır bu sondajlar. Açılan yollar ilk aşamada binlerce ağacın kesilmesine neden olur. Ormanlar parçalanır.
İkinci aşama projelendirme sürecidir. Bu aşamada orman alanları, tarım arazileri, meralar, su kaynaklarının kullanım izinleri madenlere devredilir. Bu alanda yapılacak ilk işlem sıyırma işlemidir. Önce ağaçlar kesilir, ardında toprak sıyrılarak yok edilir. Altın madeni toprakta sim halinde bulunur. Bu nedenle bu işin işletme açısından karlı olabilmesi için binlerce hektar alana ihtiyaç vardır. Yani tonlarca verimli toprak yerinden sökülür.
Üçüncü aşamada yerin altında altının bulunduğu yere ulaşabilmek için dinamitli patlatmalar yapılır. Bu patlatmalarda yer altı sularının yatakları değişir ve giderek azalır. Toprak kaymaları oluşur ve civardaki yerleşim yerlerinde tehlike oluşturur. Bu patlatmalar sonucu ortaya çıkan ve içinde altının olmadığı toprak atık toprak alanlarına taşınır. Altının olduğu toprak ise istif alanına gönderilir. Tüm bu işlemler ile dev maden çukurları ve metrelerce yükseklikte atık toprak tepeleri ile coğrafya tamamen değişir.
Dördüncü aşamada istif alanına gönderilen ve içinde altın bulunan kaya ve topraklar öğütme işlemi için kırıcılara getirilir. Çıkan tozlar akciğer kanseri, koha gibi solunum hastalıklarına neden olur. Toprak bantlarla siyanürleme alanına yani açık liç alanına taşınır. Siyanürleme öncesinde toprak üzerine mebran adı verilen plastik bir örtü serilir. Öğütülmüş toprak bu örtü üzerine yığılır ve siyanürlü su ile yıkanarak içindeki altından ayrılır. Haftalarca süre n işlemde milyonlarca ton su tüketilir. Siyanür topraktan sadece altını ayırmaktan kalmaz aynı zamanda toprak içinde uyuyan sağlığa zararlı metalleri de aktif hale getirir. Hemen bir parantez açalım burada; Erzincan da kayan toprak işte bu siyanürlü sıvı ile yıkanan toprak. Yani olay toprak kaymasından daha büyük bir facia.
Beşinci aşamada ise içinden altın alınan siyanürlü ve ağır metal kalıntılı toprak, balçık depolanmak üzere atık maden barajına taşınır.”
Bu arada zamanla yırtılan mebrandan (hatırlayalım, toprağın üzerine serilen plastik örtü) sızan ağır metalle kimyasal yüklü sular, nehirlere, göllere ve yer altı sularına karışır. Bir tarafta biriken ağır metalli ve siyanür kalıntılı balçık ise taşkınlar, depremler, ihmallerle çökmesi sonucunda tatlı suya ve toprağa karışır. Ayrıca bu atıklar su havzaları ve akarsular aracılığı ile binlerce kilometre yol yapabilir. Yani o bölgenin siyanürü o bölgede kalmaz.
BM ‘e göre dünyada son 30 yılda 70 den fazla büyük atık maden barajı kazası meydana geldi. Bu kazalar ve sızıntılar sonunda toprağa karışan ağır metaller, kan hastalıklarının, kalp ve böbrek yetmezliklerinin, kanserin ve zekâ geriliği gibi birçok sağlık probleminin en baş kaynakları arasında.
Hep yazıyorum “biz bu konuları neden bilelim?”. Bilelim ki bildiğimizi yöneticiler de bilsin ona göre ayaklarını denk alsınlar. Kaç kişi biliyordu Erzincan da bir altın madeni olduğunu? Dünyadaki en ilkel yöntemler ile işletildiğini. Bilmiyoruz, ilgilenmiyoruz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyoruz. Ama o yılanın başını ezmezsen ilk fırsatta seni, beni, sevdiklerimizi sokuyor. Ve Dünya giderek sessizleşiyor.
Polina sağlığına çok düşkündü, GDO lu ürünlerden uzak durur, tüm besinleri mevsiminde tüketir, hem aile fertlerinin hem de biz eş dost arkadaşlarının hastalıklarında bitki bazlı doğal metotlarda ısrarcı olurdu. Kanserden korkardı, o neden ile kanserojen maddeler içeren ürünlerden uzak durur çok da araştırırdı. Yine yakın bir arkadaşımızın dediği gibi ansiklopedi gibiydi Polina. Maalesef 2 yıl önce yakalandığı kanser hastalığını yenemedi.
Hani hep diyorum ya yaşanılan ve daha da şiddetlisini yaşayacağımız iklim krizine neden olan olayların sonuçlarından birisi kanser hastalığı. Havayı kirleten üretimler, mikroplastik haliyle kanımıza, akciğerimize kadar giren plastikler, madencilik sahaları sebebiyle kalitesizleşen topraklar ve kalitesiz gıdalar, yer altı sularına karışan kimyasallar… daha bir çoğunu yazabileceklerimin hepsi, hem dünyayı hem insanları hasta ediyor. Ve dünya giderek sessizleşiyor. Hatta sessizleştiriliyor.
Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ayağa kaldıran bir facia yaşandı. Aslında yeni bir olay değildi Erzincan’daki altın arama faaliyetleri. Yeni değildi yöredeki insanların çığlıkları. “Burada siyanürle altın aranıyor, ölüyoruz” diyenlere, biz ölmediğimiz için kulak vermedik yine. Bizim en büyük sorunumuz bu; başkasının derdi bizi germiyor bir türlü. Hâlbuki orada başta siyanür olmak üzere insan ve dünya hayatını yok eden kimyasallar sadece o yörenin havasını, suyunu, yiyeceğini etkilemiyor. O kirleticiler havayla, suyla, gıdayla Türkiye’nin birçok yerine taşınıyor. Hatta gıda dışındakiler Dünyaya da taşınıyor. Gıda taşınamıyor çünkü adamlar ithal ettikleri ürünleri denetliyorlar. Herhangi bir kimyasal var ise sebzede, meyvede geri gönderiliyor ve bu ürünler iç piyasada tüketiliyor. Yani sen ben tüketiyoruz.
Bu olayın ardından yani Erzincan’daki altın madenindeki göçük ardından birçok STK harekete geçti, siyasiler soluğu orda aldı. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin düzenlediği toplantıda da Prof.Dr.Mustafa Demircioğlu 3 saat boyunca, yaşanan facia sürecini ve bundan sonra yapılması gerekenleri anlattı. Hocanın “işimiz çok zor” cümlesi, içinde bulunduğumuz durumu çok net özetledi aslında. Diyor ki Demircioğlu Hoca, yapılması gereken tek şey BİRLİK OLMAK ZORUNDAYIZ. Yani tüm toplum olarak bir araya gelerek tepki vermek zorundayız. Denetimler için sivil toplum kuruluşları ve bölge halkının da içinde olduğu mekanizmalar kurulmalı. Hocam çok doğru söylüyor da kaçımız kalkıp yerimizden bu ve benzeri olaylar ile ilgileniyoruz. Olayın ertesi gün İklim Adaleti Koalisyonu platformu hemen harekete geçerek Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeni’nde yaşanan “ekokırım” a dikkat çekmek için ücretsiz bir araç organize etti. 20 milyonluk İstanbul’dan ancak 20 kişinin otobüsle bölgeye gittiğini platformdaki arkadaşlardan öğrendim. Koskoca İstanbul’dan 20 kişi. Gerçi organize olmak için kısa bir süre vardı ama 20 kişi de olmamalıydı sanırım.
Bu arada kısaca “Altın Madeni” ve “Siyanür” nerde birleşiyor onu bir anlatmak istiyorum; TEMA’nın notları ile. Çünkü Altının siyanürle aranmadığını ileri sürerek bizi “aptal” yerine koyanlar var maalesef. İstanbul Maden İhracatçılar Birliği YK Başkanı Rüstem Çetinkaya gibi. Bir iki ay önce Blommberg’te katıldığı bir programda bir cümlenin içinde aynen şu ifadeleri kullanıyordu; “….altının siyanürle aranmadığını siyanürün bambaşka bir alanda kullanıldığını…. “
İşte TEMA’nın hazırladığı 4 dakikalık bir filmde Altın Madenciliği bakın nasıl anlatılıyor?
“Her aşaması doğaya ve insana büyük zarar veren altın madenciliğinin aşamaları …
Madencilikte önce topraktaki değerli maden miktarı belirlenir. Bu işleme altın arama denir. Yüzlerce noktada sondajlar açılarak örnekler alınır. Ormanların ve meraların ilk yaralarıdır bu sondajlar. Açılan yollar ilk aşamada binlerce ağacın kesilmesine neden olur. Ormanlar parçalanır.
İkinci aşama projelendirme sürecidir. Bu aşamada orman alanları, tarım arazileri, meralar, su kaynaklarının kullanım izinleri madenlere devredilir. Bu alanda yapılacak ilk işlem sıyırma işlemidir. Önce ağaçlar kesilir, ardında toprak sıyrılarak yok edilir. Altın madeni toprakta sim halinde bulunur. Bu nedenle bu işin işletme açısından karlı olabilmesi için binlerce hektar alana ihtiyaç vardır. Yani tonlarca verimli toprak yerinden sökülür.
Üçüncü aşamada yerin altında altının bulunduğu yere ulaşabilmek için dinamitli patlatmalar yapılır. Bu patlatmalarda yer altı sularının yatakları değişir ve giderek azalır. Toprak kaymaları oluşur ve civardaki yerleşim yerlerinde tehlike oluşturur. Bu patlatmalar sonucu ortaya çıkan ve içinde altının olmadığı toprak atık toprak alanlarına taşınır. Altının olduğu toprak ise istif alanına gönderilir. Tüm bu işlemler ile dev maden çukurları ve metrelerce yükseklikte atık toprak tepeleri ile coğrafya tamamen değişir.
Dördüncü aşamada istif alanına gönderilen ve içinde altın bulunan kaya ve topraklar öğütme işlemi için kırıcılara getirilir. Çıkan tozlar akciğer kanseri, koha gibi solunum hastalıklarına neden olur. Toprak bantlarla siyanürleme alanına yani açık liç alanına taşınır. Siyanürleme öncesinde toprak üzerine mebran adı verilen plastik bir örtü serilir. Öğütülmüş toprak bu örtü üzerine yığılır ve siyanürlü su ile yıkanarak içindeki altından ayrılır. Haftalarca süre n işlemde milyonlarca ton su tüketilir. Siyanür topraktan sadece altını ayırmaktan kalmaz aynı zamanda toprak içinde uyuyan sağlığa zararlı metalleri de aktif hale getirir. Hemen bir parantez açalım burada; Erzincan da kayan toprak işte bu siyanürlü sıvı ile yıkanan toprak. Yani olay toprak kaymasından daha büyük bir facia.
Beşinci aşamada ise içinden altın alınan siyanürlü ve ağır metal kalıntılı toprak, balçık depolanmak üzere atık maden barajına taşınır.”
Bu arada zamanla yırtılan mebrandan (hatırlayalım, toprağın üzerine serilen plastik örtü) sızan ağır metalle kimyasal yüklü sular, nehirlere, göllere ve yer altı sularına karışır. Bir tarafta biriken ağır metalli ve siyanür kalıntılı balçık ise taşkınlar, depremler, ihmallerle çökmesi sonucunda tatlı suya ve toprağa karışır. Ayrıca bu atıklar su havzaları ve akarsular aracılığı ile binlerce kilometre yol yapabilir. Yani o bölgenin siyanürü o bölgede kalmaz.
BM ‘e göre dünyada son 30 yılda 70 den fazla büyük atık maden barajı kazası meydana geldi. Bu kazalar ve sızıntılar sonunda toprağa karışan ağır metaller, kan hastalıklarının, kalp ve böbrek yetmezliklerinin, kanserin ve zekâ geriliği gibi birçok sağlık probleminin en baş kaynakları arasında.
Hep yazıyorum “biz bu konuları neden bilelim?”. Bilelim ki bildiğimizi yöneticiler de bilsin ona göre ayaklarını denk alsınlar. Kaç kişi biliyordu Erzincan da bir altın madeni olduğunu? Dünyadaki en ilkel yöntemler ile işletildiğini. Bilmiyoruz, ilgilenmiyoruz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyoruz. Ama o yılanın başını ezmezsen ilk fırsatta seni, beni, sevdiklerimizi sokuyor. Ve Dünya giderek sessizleşiyor.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.