BirGün Gazetesi yazarı Müslüm Gülhan, bugünkü yazısında Beşiktaş ve Türk futboluna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Hem TFF'de hem de Beşiktaş'ta danışman olarak çok önemli görev tanımı içinde çalışma kapasitesine sahipken Rasim Hocanın atıl durumda kalmasını kabul etmek mümkün değil.
Rasim Kara, 1990-96 yıllarında Milli Takımda görev yaptı. Sepp Piontek ile sonrasında Fatih Terim'in yardımcılığını yapan Kara, bu dönemde millî takımın yükselişindeki teknik adamlardan biri oldu ve Türk Milli Takımı 1996 Avrupa Futbol Şampiyonasına katılma hakkını kazanarak tarihinde ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonası finaline katılma hakkını elde etti.
1996-1997 sezonunda Beşiktaş'ın teknik direktörü oldu. Siyah-beyazlı takım onu Rasim Kara dönemde şampiyonluğu son haftaya kadar kovalarken, lig tarihinin en yüksek gol sayısına ulaşmış ve Avrupa Kupalarındaki en başarılı sezonlarından birini yaşamıştı. 1996-1997 sezonunda Beşiktaş, UEFA Kupası'nda (Şimdiki adı ile UEFA Avrupa Ligi) Kara yönetiminde son 16'ya kalmasına rağmen Beşiktaş'tan anlamsız bir şekilde ayrılmak zorunda kalmıştı ki aslında bırakılmıştı.
Rasim hoca için, son olarak Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Gelişim Direktörlüğü Bölgeler Sorumlusu olarak görev yaptığı yazıyor ama asıl olarak kaleci antrenörlüğü departman sorumlusuydu. Ve emekli edildi...
TAVIR KOYMADI
72 yaşında olmasına rağmen bu yaş olgunluk yaşı olarak yaşlı sayılmazken ki 70 yaş üstünde antrenörlük yapanlar ve Cumhurbaşkanı dahil siyasetle ilgilenenleri düşündüğümüzde bir sorun olmaması gerekiyor. Şenol Güneş'in Milli Takım ve şimdi de Beşiktaş'ı çalıştırdığını düşünürsek Rasim Hocaya haksızlık yapıldığı net ortadadır. Fakat, ne hikmetse Şenol Güneş'e gösterilen alakaya rağmen Beşiktaş Kulübü bu konuda net bir tavır ortaya koyarak Rasim Kara'ya sahip çıkamadı.
Sorun bir ismin peşinden giderek sadece onu korumak değil, sorun; bu kadar futbola üst düzeyde emek vermiş bir insanın donanımlarından yararlanılması gerekirken, futbol adına tüm takımların bu insana veya insanlara sahip çıkmamasıdır. Tüm takımlar diyorum... Çünkü bu tüm kulüpleri bağlayan bir durumdur.
Hem TFF de hem de Beşiktaş'ta danışman olarak çok önemli görev tanımı içinde çalışma kapasitesine sahipken, Rasim Hocanın atıl durumda kalmasını kabul etmek mümkün değil. Sanırım Rasim Hoca VAR kadar değer verilmeye layık bir insandır. Bu durum Beşiktaş'ın değerler bütünlüğü denen kavramı kaybetmesinin en belirgin kanıtlarından biridir.
ANLAMINI BİLMİYORLAR
Vesayet diye ortadan kaldırdıkları şey aslında; tarihsel sürece dayanan bu derin kulüp kültürünün ortadan kaldırılmasıydı. Çünkü, kulüp birden bu hale gelmedi... Aynı amatör branşların Beşiktaş için ne anlama geldiğini bilememeleri gibi...
Hayatları boyunca sokakta misket bile oynanmamış ve sokakta top için, gol için kavga (!) dahi etmemiş insanların kulüp yönetmesinin hazin sonucudur bu resim. Şeref Stadını, Spor Sergi Sarayını bilmeden, Akaretleri bilmeden, Şeref Beyi ve Baba Hakkı'yı bilmeden, Hurşit, Abdullah, Battal, Erman, Ahmet ve Zeki'yi bilmeden, semti bilmeden Beşiktaşlı olmak imkansızdır.
Amatör branşlar semtin çimentosudur, tutkalıdır. Onun sayesinde semt ilişkisi gelişir ve büyür. Çünkü tarihsel süreç bunun hikayeleri ile doludur. Her Beşiktaşlı aile, çocuklarını bu amatör branşlar sayesinde spora yatkın olduğu branşlar nedeniyle kulübe götürerek takım bağını kuvvetlendirir ve takımına sahip çıkar. Bu bir sorumluluktur tüm aileler için.
BİTMEYEN HİKÂYELER
Ülkeye baktığımızda hemen hemen her köşesinde, çocukların ve gençlerin sporla ilişkisi genel olarak böyleydi. Merkezden uzak şehirlerden farklı olarak büyük şehirler bu dayanışmayı ve rekabeti koruyacak ve daha ileri taşıyacak alanlar üretme fırsatına sahiptir. Beşiktaş gibi Fenerbahçe, Vefa, Karagümrük, Karşıyaka ve Göztepe spor kulüpleri semt çıkışlı olarak, bölgesel ve ulusal ölçekte, profesyonel ve amatör olarak liglerde rekabet alanı buluyorlar. Her semtin, duygusal yoğunlu gençleri, maddi destek için hiç çekinmeyen esnafı ve o semte gönüllülerinin inşa ettiği hikâyelere sahip olduğunu tahmin edebiliriz.
Ve önlerine bu forma altında hedefler koyaralar. Amaç maddi kazanç elde ederek yaşamı kolaylaştırmak değildir. Amaç, rekabet ortamındaki kulüp değerini ön plana çıkartarak sürecin içinde olmaktır. Bu duygusal tepkimenin öncelik kazanması ancak ve ancak o çocukluğunu yaşadığı kulüp içindeki gelişimi ile sağlanır. Bunu semtteki bir kahvede biriyle konuşmak, bunları paylaşmak çok kolaydır. Zor olan, bunu Beşiktaş başkanı ve yönetimine anlatmaktır. Olmayan bir duyguyu açığa çıkartmak mümkün değildir.
Ortada bir temsil krizi olduğu kesindir. Esas işi müteahhitlik, tüccarlık, tekstilcilik olan ve büyük bir kulübünün başkanı olan veya yönetim kurulunda yer alan iş insanı hangi amaçlar uğruna o masada oturmaktadır? Semt kültürü kökenli takımın çıkarlarına sahip çıkabiliyorlar mı? Genel kurulun son 20 yıldaki 'teveccüh ettiği' örnekleri incelediğimizde yerel ölçekte bir semt kültürü krizi ile karşı karşıya olduğumuz düşünülmelidir. Bu temsil krizinin birçok yönlü olduğunu da ifade etmemiz gerekir. Kulübü temsil etmeye aday kişileri bu kültür gözüyle değil, siyasi bir partinin üyesi veya taraftarı gibi seçiyorlar. Yani, Genel kurul kulüp ile ilgili bir tercih yapacakken kendi semtinde değil 'küçük bir Ankara' yaşatmaktadır. Başkan ve yönetim kurulu üyeleri ise böylesi bir ortamda ne kadar semt kültürüne sahip olabilirler ki...?
Başta söylediğim bir şeyi tekrar hatırlatarak devam etmek istiyorum. Rasim Kara ve amatör branşlara bakış açısı ve tutum üzerinden çok net belirginleşti ki; Beşiktaş değerler bütünlüğü denen kavramını kaybetmiştir. Aynı Aboubakar'ın Beşiktaş'tan gitmesi ile tekrar geri gelmesi gibi...
Geri gelmesinin başkan ve yönetim açısından bir başarı olmadığı gibi, başarı olarak da yorumlaak için bunu söylemiyorum. Söylemek istediğim; Rasim Hoca gibi ve amatör branşlar kadar derinliği olmasa da Aboubakar'ın da Beşiktaş ile oluşan bağı nedeniyle (böyle bir bağı oluşturan yabancı oyuncu sayısı çok azdır) ve bir kimlik kazanması nedeniyle ki en önemlisi takımın oyun aklı olması ile antrenman sahasında ve soyunma odasındaki davranışlarının bu mantık çerçevesinde bakılarak bırakılmaması gereken oyuncuyken, neden bırakıldı?
ABOUBAKAR KONUSU
29 maçta 15 gol atan Aboubakar anlaşmasında 30 maç koşulu, 1,5 milyon avro yıllık ücret ve bedelsiz gelmesine rağmen 7,5 milyon avro bonservis bedelinin koyulması, Aboubakar'ın da bu anlaşmaya tavrına karşılık başkanın "Böyle bir durum varsa sen hiç dert etme. Ben senin 30 maç koşulunu 35'e çıkartırım sorun değil. Kafan rahat olsun. Biz sana hakkını veririz. Yeni sezon koşulları iyileştiririz", demesine rağmen, son 10 maç kala şampiyonluğu riske ederek bir zemin aramayarak anlaşma yapmamasına ne demeli?
Yapılacak küçük bir düzenlemeyle hem takımın devamlılığı sağlanacaktı hem de şampiyonluk sonucunda Şampiyonlar Lig için önemli bir değer elde kalacaktı. Transfer edilen Alex ile Batshuai ve Weghorst dahil hiçbir oyuncuya kiralık için bu kadar para verilmeyecekti. Ve tekrar geri dönülürken neden bu kadar maddi ve manevi zarar kulübe verildi. Şimdi sanki Aboubakar yeni keşfedilmiş oyuncu gibi ve o kadar trollerle itibarsızlaştırılmasına karşın hiçbir şey olmamış gibi birden el üstünde tutuldu.
Ronaldo, Weghorst ve Aboubakar'ın Mendes'e bağlı olmaları ve ve Ahmet Bulut ile Türkiye ayağını yönetmesi ile, bu üç transfer işlemini nasıl kurguladıklarını görmek lazım. Kulübü kim yönetiyor acaba? Her üç olayın geldiği nokta Beşiktaş kültüründen uzak bir zihniyetin zaafiyetidir. Ve 23 yıldır devam ediyor.
Hem TFF'de hem de Beşiktaş'ta danışman olarak çok önemli görev tanımı içinde çalışma kapasitesine sahipken Rasim Hocanın atıl durumda kalmasını kabul etmek mümkün değil.
Rasim Kara, 1990-96 yıllarında Milli Takımda görev yaptı. Sepp Piontek ile sonrasında Fatih Terim'in yardımcılığını yapan Kara, bu dönemde millî takımın yükselişindeki teknik adamlardan biri oldu ve Türk Milli Takımı 1996 Avrupa Futbol Şampiyonasına katılma hakkını kazanarak tarihinde ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonası finaline katılma hakkını elde etti.
1996-1997 sezonunda Beşiktaş'ın teknik direktörü oldu. Siyah-beyazlı takım onu Rasim Kara dönemde şampiyonluğu son haftaya kadar kovalarken, lig tarihinin en yüksek gol sayısına ulaşmış ve Avrupa Kupalarındaki en başarılı sezonlarından birini yaşamıştı. 1996-1997 sezonunda Beşiktaş, UEFA Kupası'nda (Şimdiki adı ile UEFA Avrupa Ligi) Kara yönetiminde son 16'ya kalmasına rağmen Beşiktaş'tan anlamsız bir şekilde ayrılmak zorunda kalmıştı ki aslında bırakılmıştı.
Rasim hoca için, son olarak Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Gelişim Direktörlüğü Bölgeler Sorumlusu olarak görev yaptığı yazıyor ama asıl olarak kaleci antrenörlüğü departman sorumlusuydu. Ve emekli edildi...
TAVIR KOYMADI
72 yaşında olmasına rağmen bu yaş olgunluk yaşı olarak yaşlı sayılmazken ki 70 yaş üstünde antrenörlük yapanlar ve Cumhurbaşkanı dahil siyasetle ilgilenenleri düşündüğümüzde bir sorun olmaması gerekiyor. Şenol Güneş'in Milli Takım ve şimdi de Beşiktaş'ı çalıştırdığını düşünürsek Rasim Hocaya haksızlık yapıldığı net ortadadır. Fakat, ne hikmetse Şenol Güneş'e gösterilen alakaya rağmen Beşiktaş Kulübü bu konuda net bir tavır ortaya koyarak Rasim Kara'ya sahip çıkamadı.
Sorun bir ismin peşinden giderek sadece onu korumak değil, sorun; bu kadar futbola üst düzeyde emek vermiş bir insanın donanımlarından yararlanılması gerekirken, futbol adına tüm takımların bu insana veya insanlara sahip çıkmamasıdır. Tüm takımlar diyorum... Çünkü bu tüm kulüpleri bağlayan bir durumdur.
Hem TFF de hem de Beşiktaş'ta danışman olarak çok önemli görev tanımı içinde çalışma kapasitesine sahipken, Rasim Hocanın atıl durumda kalmasını kabul etmek mümkün değil. Sanırım Rasim Hoca VAR kadar değer verilmeye layık bir insandır. Bu durum Beşiktaş'ın değerler bütünlüğü denen kavramı kaybetmesinin en belirgin kanıtlarından biridir.
ANLAMINI BİLMİYORLAR
Vesayet diye ortadan kaldırdıkları şey aslında; tarihsel sürece dayanan bu derin kulüp kültürünün ortadan kaldırılmasıydı. Çünkü, kulüp birden bu hale gelmedi... Aynı amatör branşların Beşiktaş için ne anlama geldiğini bilememeleri gibi...
Hayatları boyunca sokakta misket bile oynanmamış ve sokakta top için, gol için kavga (!) dahi etmemiş insanların kulüp yönetmesinin hazin sonucudur bu resim. Şeref Stadını, Spor Sergi Sarayını bilmeden, Akaretleri bilmeden, Şeref Beyi ve Baba Hakkı'yı bilmeden, Hurşit, Abdullah, Battal, Erman, Ahmet ve Zeki'yi bilmeden, semti bilmeden Beşiktaşlı olmak imkansızdır.
Amatör branşlar semtin çimentosudur, tutkalıdır. Onun sayesinde semt ilişkisi gelişir ve büyür. Çünkü tarihsel süreç bunun hikayeleri ile doludur. Her Beşiktaşlı aile, çocuklarını bu amatör branşlar sayesinde spora yatkın olduğu branşlar nedeniyle kulübe götürerek takım bağını kuvvetlendirir ve takımına sahip çıkar. Bu bir sorumluluktur tüm aileler için.
BİTMEYEN HİKÂYELER
Ülkeye baktığımızda hemen hemen her köşesinde, çocukların ve gençlerin sporla ilişkisi genel olarak böyleydi. Merkezden uzak şehirlerden farklı olarak büyük şehirler bu dayanışmayı ve rekabeti koruyacak ve daha ileri taşıyacak alanlar üretme fırsatına sahiptir. Beşiktaş gibi Fenerbahçe, Vefa, Karagümrük, Karşıyaka ve Göztepe spor kulüpleri semt çıkışlı olarak, bölgesel ve ulusal ölçekte, profesyonel ve amatör olarak liglerde rekabet alanı buluyorlar. Her semtin, duygusal yoğunlu gençleri, maddi destek için hiç çekinmeyen esnafı ve o semte gönüllülerinin inşa ettiği hikâyelere sahip olduğunu tahmin edebiliriz.
Ve önlerine bu forma altında hedefler koyaralar. Amaç maddi kazanç elde ederek yaşamı kolaylaştırmak değildir. Amaç, rekabet ortamındaki kulüp değerini ön plana çıkartarak sürecin içinde olmaktır. Bu duygusal tepkimenin öncelik kazanması ancak ve ancak o çocukluğunu yaşadığı kulüp içindeki gelişimi ile sağlanır. Bunu semtteki bir kahvede biriyle konuşmak, bunları paylaşmak çok kolaydır. Zor olan, bunu Beşiktaş başkanı ve yönetimine anlatmaktır. Olmayan bir duyguyu açığa çıkartmak mümkün değildir.
Ortada bir temsil krizi olduğu kesindir. Esas işi müteahhitlik, tüccarlık, tekstilcilik olan ve büyük bir kulübünün başkanı olan veya yönetim kurulunda yer alan iş insanı hangi amaçlar uğruna o masada oturmaktadır? Semt kültürü kökenli takımın çıkarlarına sahip çıkabiliyorlar mı? Genel kurulun son 20 yıldaki 'teveccüh ettiği' örnekleri incelediğimizde yerel ölçekte bir semt kültürü krizi ile karşı karşıya olduğumuz düşünülmelidir. Bu temsil krizinin birçok yönlü olduğunu da ifade etmemiz gerekir. Kulübü temsil etmeye aday kişileri bu kültür gözüyle değil, siyasi bir partinin üyesi veya taraftarı gibi seçiyorlar. Yani, Genel kurul kulüp ile ilgili bir tercih yapacakken kendi semtinde değil 'küçük bir Ankara' yaşatmaktadır. Başkan ve yönetim kurulu üyeleri ise böylesi bir ortamda ne kadar semt kültürüne sahip olabilirler ki...?
Başta söylediğim bir şeyi tekrar hatırlatarak devam etmek istiyorum. Rasim Kara ve amatör branşlara bakış açısı ve tutum üzerinden çok net belirginleşti ki; Beşiktaş değerler bütünlüğü denen kavramını kaybetmiştir. Aynı Aboubakar'ın Beşiktaş'tan gitmesi ile tekrar geri gelmesi gibi...
Geri gelmesinin başkan ve yönetim açısından bir başarı olmadığı gibi, başarı olarak da yorumlaak için bunu söylemiyorum. Söylemek istediğim; Rasim Hoca gibi ve amatör branşlar kadar derinliği olmasa da Aboubakar'ın da Beşiktaş ile oluşan bağı nedeniyle (böyle bir bağı oluşturan yabancı oyuncu sayısı çok azdır) ve bir kimlik kazanması nedeniyle ki en önemlisi takımın oyun aklı olması ile antrenman sahasında ve soyunma odasındaki davranışlarının bu mantık çerçevesinde bakılarak bırakılmaması gereken oyuncuyken, neden bırakıldı?
ABOUBAKAR KONUSU
29 maçta 15 gol atan Aboubakar anlaşmasında 30 maç koşulu, 1,5 milyon avro yıllık ücret ve bedelsiz gelmesine rağmen 7,5 milyon avro bonservis bedelinin koyulması, Aboubakar'ın da bu anlaşmaya tavrına karşılık başkanın "Böyle bir durum varsa sen hiç dert etme. Ben senin 30 maç koşulunu 35'e çıkartırım sorun değil. Kafan rahat olsun. Biz sana hakkını veririz. Yeni sezon koşulları iyileştiririz", demesine rağmen, son 10 maç kala şampiyonluğu riske ederek bir zemin aramayarak anlaşma yapmamasına ne demeli?
Yapılacak küçük bir düzenlemeyle hem takımın devamlılığı sağlanacaktı hem de şampiyonluk sonucunda Şampiyonlar Lig için önemli bir değer elde kalacaktı. Transfer edilen Alex ile Batshuai ve Weghorst dahil hiçbir oyuncuya kiralık için bu kadar para verilmeyecekti. Ve tekrar geri dönülürken neden bu kadar maddi ve manevi zarar kulübe verildi. Şimdi sanki Aboubakar yeni keşfedilmiş oyuncu gibi ve o kadar trollerle itibarsızlaştırılmasına karşın hiçbir şey olmamış gibi birden el üstünde tutuldu.
Ronaldo, Weghorst ve Aboubakar'ın Mendes'e bağlı olmaları ve ve Ahmet Bulut ile Türkiye ayağını yönetmesi ile, bu üç transfer işlemini nasıl kurguladıklarını görmek lazım. Kulübü kim yönetiyor acaba? Her üç olayın geldiği nokta Beşiktaş kültüründen uzak bir zihniyetin zaafiyetidir. Ve 23 yıldır devam ediyor.