Kruger Park veya Pilanesberg katılabileceğiniz iki önemli (*) Safari seçeneği... Binlerce dönüme uzanan vahşi doğa sizi bir anda kucağına alıp yaşadığınız dünyadan koparıyor. O bambaşka dünyanın inanılmaz renkleri, sesleri, kokuları, görüntüleri sizi hayranlık bir yana, kör kütük sarhoş ediyor. Acaba hafızanıza kazımaya, yüzlerce bitki, böcek, kuş ve hayvandan hangisini seçseniz?
Safari için dünyadan akın eden turistler pandemi sürecinde Güney Afrika'ya gelmez olunca ülke turizmi büyük ölçüde baltalanmış, işler yeni yeni düzene giriyormuş. Biz de bir günümüzü Pilanesberg'de geçirmeye niyetlenince, erken saatlerde yollara revan olduk. Pilanesber'e varışımız 2 saati buldu. Yol boyunca o kadar fakir kasabalardan köylerden geçtik ki, "bu yüzyılda, bunca zenginliği olan bir ülkede bunların nasıl yaşanabildiğini" aklım almadı.
Pilanesberg'e vardığımızda hava henüz aydınlanmıştı, çeşitli seçenekleri değerlendirerek ödeme yaptık. (**) 27 yaşındaki rehberimiz Beny (Bernard) dört çekerli, üstü açık jipinin kapılarını açtı:
-Engebeli yolda daha az sarsılmak isteyen öne geçsin, fotoğrafa öncelik verecekler arkaya...
Böylece Safari maceramız başladı...
Binlerce dönüme uzanan engebeli arazide akşama kadar dolaşacağız. Bakalım neler görüp, nelerle karşılaşacağız? Acaba bugün şansımız yaver gidecek mi? Afrikanın "beş büyüğü" ile karşılaşabilecek miyiz? Beny bizi uyarıyor:
-Beş büyük hangileri? Sayın bakalım?
Dersimizi çalıştık tabii, bir ağızdan haykırıyoruz:
-Aslan, Leopar, Gergedan, Fil, Zürafa
Beny diyor ki:
-Evet ama büyük beşli pastanın kreması ve sayısız süslemeleri de var, zebralar, antiloplar, bufalolar, su aygırları, kartallar, yüzlerce kuş çeşidi var... Gözünüzü dört açın, ben direksiyondayım, atladığım bir şey olursa siz uyarın, duralım...
Yol o kadar engebeli ki , emniyet kemerine karşın, hoplaya zıplaya yol alırken içimiz dışımıza çıkıyor, gördüklerimiz karşısında ya nutkum tutuluyor, ya çığlık atmaktan kendimi alamıyorum:
-Hey, filler filler, işte bakın, şuradalar.
Beny gülüyor:
-Filler sulak yerleri sever, yavrularını görüyor musunuz? Bak, biri suya girmemek için direniyor, annesi onu itiyor girsin diye.
Bir ara engebeli yolda sarsıla sarsıla ilerleyişin görüntüsünü çekeyim derken, karşımıza salına salına ilerleyen bir zebra çıkıyor, inanılmaz heyecan duyuyorum, mucize gibi bir şey bu. Hayvanat bahçelerinin yapay ortamında esir edilişlerine üzülüp, doğadaki yaşamlarını belgesellerden izlerken, birden karşımıza çıkmalarına inanamıyorum.
Beny yoldaki hayvan pisliklerini işaret ediyor:
-Bak, bunlar fillerin biraz önce geçtiğini gösteriyor, bunlar yetişkin bir gergedanın. Şşşşşt, aman sessiz olun, gergedan her an karşımıza çıkabilir, bakalım görebilecek miyiz?
-Ah bakın bakın şurada şurada... Aaaaa, boynuzları kesilmiş mi?
Beny, öfkeli bir ifadeyle, gergedan vahşetini anlatıyor. Zavallı hayvanların 10 bin dolara alıcı bulan boynuzları için öldürüldüğünü, cinsel gücü artırdığı gerekçesiyle en büyük alıcının Çinliler olduğunu söylüyor. Bu gergedanın boynuzları böyle bir vahşete kurban gitmemesi için Pilanesberg bekçileri tarafından kesilmiş...
Pilanesberg'de 3 büyük göl var, hayvanlar su içmeye çoğu kez göllerin kıyısına gidiyorlar, bakalım hangilerini görebileceğiz?
-Aaaa şuraya bakın. Su aygırı mı onlar?
Kilometrelerce uzanan yolda sarsılarak ilerleyip, ağzımız açık, izlediğimiz görüntüleri hafızamıza ya da telefonlara kazımaya çabalarken yoruluyoruz, yemek molası veriliyor, biraz su içeyim, peynirli sandviçimden bir lokma ısırayım derken nefessiz kalıyorum...
Karşımda zürafalar:
-Ah, fotoğraflarını çekebilecek miyim? Ya giderlerse?
Beny gülüyor:
-Merak etme bak, oradaki tuz kayasını görüyor musun? Onu yalamaya geliyorlar, biraz daha kalırlar, haydi, çek çek, resimlerini...
Yemek molası tamam, tekrar yollara düşüyoruz ama saatler geçti, hava kararmaya yüz tuttu, hala "yırtıcılar" çıkmadı karşımıza... Beny uzağa park etmiş bir jipi gösteriyor:
-Bakın orada durduğuna göre bir şey var.
Biz de yaklaşıyoruz, "oooooo, sonundaaaaa... " Ağaca uzanmış, dinlenme molasında bir leopar...
Büyülenmiş gibi izliyoruz, kıpırdamaya niyeti yok, Beny, "saatlerce orada uzanır, uyuklar ağacın tepesinde, gece karanlığında çıkar avlanmaya" diyor.
Herkes resim çekme telaşında, deklanşörlere art arda basılıyor, teleobjektifler mesaide... Leopar kıpırdamıyor bile...
Akşamın kızıllığı vuruyor kayalara, artık yola düşüp otele dönme zamanı... Aslanı göremedik ama ne yapalım, şansımız bu kadarına yetti... Daha ne olsun?
(*)
(**)
(***) Fotoğraflar; Feyzan Erel
Safari için dünyadan akın eden turistler pandemi sürecinde Güney Afrika'ya gelmez olunca ülke turizmi büyük ölçüde baltalanmış, işler yeni yeni düzene giriyormuş. Biz de bir günümüzü Pilanesberg'de geçirmeye niyetlenince, erken saatlerde yollara revan olduk. Pilanesber'e varışımız 2 saati buldu. Yol boyunca o kadar fakir kasabalardan köylerden geçtik ki, "bu yüzyılda, bunca zenginliği olan bir ülkede bunların nasıl yaşanabildiğini" aklım almadı.
Pilanesberg'e vardığımızda hava henüz aydınlanmıştı, çeşitli seçenekleri değerlendirerek ödeme yaptık. (**) 27 yaşındaki rehberimiz Beny (Bernard) dört çekerli, üstü açık jipinin kapılarını açtı:
-Engebeli yolda daha az sarsılmak isteyen öne geçsin, fotoğrafa öncelik verecekler arkaya...
Böylece Safari maceramız başladı...
Binlerce dönüme uzanan engebeli arazide akşama kadar dolaşacağız. Bakalım neler görüp, nelerle karşılaşacağız? Acaba bugün şansımız yaver gidecek mi? Afrikanın "beş büyüğü" ile karşılaşabilecek miyiz? Beny bizi uyarıyor:
-Beş büyük hangileri? Sayın bakalım?
Dersimizi çalıştık tabii, bir ağızdan haykırıyoruz:
-Aslan, Leopar, Gergedan, Fil, Zürafa
Beny diyor ki:
-Evet ama büyük beşli pastanın kreması ve sayısız süslemeleri de var, zebralar, antiloplar, bufalolar, su aygırları, kartallar, yüzlerce kuş çeşidi var... Gözünüzü dört açın, ben direksiyondayım, atladığım bir şey olursa siz uyarın, duralım...
Yol o kadar engebeli ki , emniyet kemerine karşın, hoplaya zıplaya yol alırken içimiz dışımıza çıkıyor, gördüklerimiz karşısında ya nutkum tutuluyor, ya çığlık atmaktan kendimi alamıyorum:
-Hey, filler filler, işte bakın, şuradalar.
Beny gülüyor:
-Filler sulak yerleri sever, yavrularını görüyor musunuz? Bak, biri suya girmemek için direniyor, annesi onu itiyor girsin diye.
Bir ara engebeli yolda sarsıla sarsıla ilerleyişin görüntüsünü çekeyim derken, karşımıza salına salına ilerleyen bir zebra çıkıyor, inanılmaz heyecan duyuyorum, mucize gibi bir şey bu. Hayvanat bahçelerinin yapay ortamında esir edilişlerine üzülüp, doğadaki yaşamlarını belgesellerden izlerken, birden karşımıza çıkmalarına inanamıyorum.
Beny yoldaki hayvan pisliklerini işaret ediyor:
-Bak, bunlar fillerin biraz önce geçtiğini gösteriyor, bunlar yetişkin bir gergedanın. Şşşşşt, aman sessiz olun, gergedan her an karşımıza çıkabilir, bakalım görebilecek miyiz?
-Ah bakın bakın şurada şurada... Aaaaa, boynuzları kesilmiş mi?
Beny, öfkeli bir ifadeyle, gergedan vahşetini anlatıyor. Zavallı hayvanların 10 bin dolara alıcı bulan boynuzları için öldürüldüğünü, cinsel gücü artırdığı gerekçesiyle en büyük alıcının Çinliler olduğunu söylüyor. Bu gergedanın boynuzları böyle bir vahşete kurban gitmemesi için Pilanesberg bekçileri tarafından kesilmiş...
Pilanesberg'de 3 büyük göl var, hayvanlar su içmeye çoğu kez göllerin kıyısına gidiyorlar, bakalım hangilerini görebileceğiz?
-Aaaa şuraya bakın. Su aygırı mı onlar?
Kilometrelerce uzanan yolda sarsılarak ilerleyip, ağzımız açık, izlediğimiz görüntüleri hafızamıza ya da telefonlara kazımaya çabalarken yoruluyoruz, yemek molası veriliyor, biraz su içeyim, peynirli sandviçimden bir lokma ısırayım derken nefessiz kalıyorum...
Karşımda zürafalar:
-Ah, fotoğraflarını çekebilecek miyim? Ya giderlerse?
Beny gülüyor:
-Merak etme bak, oradaki tuz kayasını görüyor musun? Onu yalamaya geliyorlar, biraz daha kalırlar, haydi, çek çek, resimlerini...
Yemek molası tamam, tekrar yollara düşüyoruz ama saatler geçti, hava kararmaya yüz tuttu, hala "yırtıcılar" çıkmadı karşımıza... Beny uzağa park etmiş bir jipi gösteriyor:
-Bakın orada durduğuna göre bir şey var.
Biz de yaklaşıyoruz, "oooooo, sonundaaaaa... " Ağaca uzanmış, dinlenme molasında bir leopar...
Büyülenmiş gibi izliyoruz, kıpırdamaya niyeti yok, Beny, "saatlerce orada uzanır, uyuklar ağacın tepesinde, gece karanlığında çıkar avlanmaya" diyor.
Herkes resim çekme telaşında, deklanşörlere art arda basılıyor, teleobjektifler mesaide... Leopar kıpırdamıyor bile...
Akşamın kızıllığı vuruyor kayalara, artık yola düşüp otele dönme zamanı... Aslanı göremedik ama ne yapalım, şansımız bu kadarına yetti... Daha ne olsun?
(*)
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
(**)
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
(***) Fotoğraflar; Feyzan Erel