Önce İsveç'te Türkiye Büyükelçiliği'nin önünde Kur'an yakan ırkçı Rasmus Paludan, ardından Hollanda'da Kur'an yırtan Pegida lideri, aşırı sağcı Edwin Wagensveld Türkiye başta olmak üzere bütün İslam alemini yeterince provoke ettiler.
Batı dünyası liderlerinin tepkileri de eksik olmadı. Onların yorumları "kendisini ifade etme özgürlüğü bir insan hakkı olmakla birlikte, eylemlerin yapılış tarzı çirkin" mealindeydi.
İfade özgürlüğü, siz ister inanın ister inanmayın, milyarların inancını simgeleyen bir kitabın yakılması ya da yırtılmasını haklı çıkaracak bahanesi olamaz. Dolayısı ile sonuna kadar desteklediğim ifade özgürlüğü bu noktada dar kapsamı ile yorumlanmalıdır inancındayım.
Hoş bu provokasyonu yapanların da aldıkları tehditler karşısında geceleri ne kadar rahat uyudukları da başka tartışma konusu olabilir.
Gelelim bu provokasyonun ardında kim olabilir sorusunun cevaplarına. Diğer ifadesi ile ünlü istihbaratçılarımızdan öğrendiğimiz kadarı ile, "bu tür eylemlerden kim kazançlı çıkar?" sorusunu tam bu noktada ortaya koymak gerekiyor.
Muhtemel olarak birinci sıraya Rusya yazılabilir. İsveç hükümetinin geniş tanımlı ifade özgürlüğüne bağlı olarak müdahil olmayacağını hesaba katan Rusya cephesi bu eyleme bağlı olarak Türkiye ile İsveç'in arasının açılmasını, tepkisiz kalmayacağı belli olan Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini askıya almasını hedeflemiş olabilir.
Peki Türkiye'yi NATO'dan atmak ya da daha yumuşak tabiri ile Türkiye'nin NATO üyeliğini bir müddet askıya almak arzusunda olan başta ABD olmak üzere Batı dünyası bu tür bir eylemin arkasında olabilir mi? Dünyanın içinden geçtiği sürece bakınca "olabilir" ihtimalini bir köşede saklı tutuyoruz. Ancak pek çok açıdan Türkiye'nin stratejik öneminin tavan yaptığı günümüz koşullarında, şüphe duymakla birlikte göz ardı etmeyi tercih ediyoruz.
Karlı çıkanlar listesine içeriden bakarsak.
Seçimlerin arifesinde bu tür bir provokasyonun iktidarın elini güçlendirdiğine hiç kuşku yok. Zaten Erdoğan'ı desteklediğini açıkça gösteren Putin rejimi bu yolla Erdoğan oylarında bir konsolidasyonu hedeflemiş olabilir. Yeterli olur mu? Günümüz koşullarına bakınca yeterli olmaz kanaatinde olmakla birlikte siyaset arenasında olup bitecekler konusundaki endişelerimizin arttığı da bir diğer gerçek.
Bahçeli cephesinde ise gündemi Sinan Ateş cinayetinden "NATO'dan çıkarız" noktasına getirmek için bir fırsat yarattığı anlaşılıyor. Aman sayın Bahçeli lütfen sakin olun. Sizin çıkarlarınız Türkiye'nin çıkarlarından daha üstün değil.
Muhalefet cephesinde ise Kılıçdaroğlu'nun İsveç hükümetinin devlet aklını sorgulayarak yaptığı eleştiri yerindeydi. Ancak bu çıkışın 6'lı masaya ne kadar oy kazandırdığı da tartışmaya açık. En azından sessiz kalınmamış olması artı puan olarak yazılabilir.
Eğer ifade edildiği şekliyle seçimler 14 Mayıs'ta olacak ise kısa bir süreçte her türlü provokatif eyleme hazırlıklı olmalıyız. Gerek dünyanın içinden geçmekte olduğu siyasi ve ekonomik süreç, gerekse Türk iç politikasındaki gelişmeler çok hassas bir dönem yaşayacağımızı hissettiriyor.
Sağduyulu hareket etmek ve ülkemizi bir an önce karanlıklardan aydınlığa taşımak hepimizin boynunun borcu.
Enseyi karartmak lüksümüz yok.
Batı dünyası liderlerinin tepkileri de eksik olmadı. Onların yorumları "kendisini ifade etme özgürlüğü bir insan hakkı olmakla birlikte, eylemlerin yapılış tarzı çirkin" mealindeydi.
İfade özgürlüğü, siz ister inanın ister inanmayın, milyarların inancını simgeleyen bir kitabın yakılması ya da yırtılmasını haklı çıkaracak bahanesi olamaz. Dolayısı ile sonuna kadar desteklediğim ifade özgürlüğü bu noktada dar kapsamı ile yorumlanmalıdır inancındayım.
Hoş bu provokasyonu yapanların da aldıkları tehditler karşısında geceleri ne kadar rahat uyudukları da başka tartışma konusu olabilir.
Gelelim bu provokasyonun ardında kim olabilir sorusunun cevaplarına. Diğer ifadesi ile ünlü istihbaratçılarımızdan öğrendiğimiz kadarı ile, "bu tür eylemlerden kim kazançlı çıkar?" sorusunu tam bu noktada ortaya koymak gerekiyor.
Muhtemel olarak birinci sıraya Rusya yazılabilir. İsveç hükümetinin geniş tanımlı ifade özgürlüğüne bağlı olarak müdahil olmayacağını hesaba katan Rusya cephesi bu eyleme bağlı olarak Türkiye ile İsveç'in arasının açılmasını, tepkisiz kalmayacağı belli olan Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini askıya almasını hedeflemiş olabilir.
Peki Türkiye'yi NATO'dan atmak ya da daha yumuşak tabiri ile Türkiye'nin NATO üyeliğini bir müddet askıya almak arzusunda olan başta ABD olmak üzere Batı dünyası bu tür bir eylemin arkasında olabilir mi? Dünyanın içinden geçtiği sürece bakınca "olabilir" ihtimalini bir köşede saklı tutuyoruz. Ancak pek çok açıdan Türkiye'nin stratejik öneminin tavan yaptığı günümüz koşullarında, şüphe duymakla birlikte göz ardı etmeyi tercih ediyoruz.
Karlı çıkanlar listesine içeriden bakarsak.
Seçimlerin arifesinde bu tür bir provokasyonun iktidarın elini güçlendirdiğine hiç kuşku yok. Zaten Erdoğan'ı desteklediğini açıkça gösteren Putin rejimi bu yolla Erdoğan oylarında bir konsolidasyonu hedeflemiş olabilir. Yeterli olur mu? Günümüz koşullarına bakınca yeterli olmaz kanaatinde olmakla birlikte siyaset arenasında olup bitecekler konusundaki endişelerimizin arttığı da bir diğer gerçek.
Bahçeli cephesinde ise gündemi Sinan Ateş cinayetinden "NATO'dan çıkarız" noktasına getirmek için bir fırsat yarattığı anlaşılıyor. Aman sayın Bahçeli lütfen sakin olun. Sizin çıkarlarınız Türkiye'nin çıkarlarından daha üstün değil.
Muhalefet cephesinde ise Kılıçdaroğlu'nun İsveç hükümetinin devlet aklını sorgulayarak yaptığı eleştiri yerindeydi. Ancak bu çıkışın 6'lı masaya ne kadar oy kazandırdığı da tartışmaya açık. En azından sessiz kalınmamış olması artı puan olarak yazılabilir.
Eğer ifade edildiği şekliyle seçimler 14 Mayıs'ta olacak ise kısa bir süreçte her türlü provokatif eyleme hazırlıklı olmalıyız. Gerek dünyanın içinden geçmekte olduğu siyasi ve ekonomik süreç, gerekse Türk iç politikasındaki gelişmeler çok hassas bir dönem yaşayacağımızı hissettiriyor.
Sağduyulu hareket etmek ve ülkemizi bir an önce karanlıklardan aydınlığa taşımak hepimizin boynunun borcu.
Enseyi karartmak lüksümüz yok.