Gerçeğin bu kadar aleni biçimde saptırıldığı haber nadir görülür medyada. Yeni Akit, “Zillet medyası, FETÖ’cü sapık doktorun marifetlerini görmedi” başlığı altında “Sol örgütlerin sesi BirGün de birinci sayfadan tek sütuna verdiği haberle skandalı geçiştirdi” diye yazabildi.
Halbuki çocuk ve ergen psikiyatristi Prof. Dr. S. Salih Zoroğlu hakkındaki “çocukları ilaç ve telkinlerle manipüle ederek ailelerini cinsel istismarla suçlattığı” iddiasını ilk olarak Timur Soykan gündeme getirmiş, BirGün de bu haberi manşetten, hatta iki sayfa ayırarak duyurmuştu. O günden sonra Soykan ve BirGün bu konuyu takibe devam etmiş; diğer medya kuruluşları da oradan alıntıyla haber yapmışlardı.
BirGün’deki “Profesör Kâbus” manşetine eleştiriler de geldi. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Artı TV’de “Temkinli yaklaşmamız gerekiyor. Bizlere danışsaydı bu şekilde verilmesinin sakıncalarını anlatırdık. Doz aşımı gibi detayları araştırmadan ihlal olduğunu söyleyemeyiz” dedi. Prof. Dr. Süleyman İrvan da NewsLab Turkey’deki yazısında “tek taraflı, sadece suçlamalara dayalı, masumiyet karinesini göz ardı eden, suçlanan tarafa cevap hakkı tanımayan bir yazı/haber” olduğu eleştirisini yöneltti.
Soykan’ın bu eleştirilere yanıtını altta ayrı bir bölüm olarak sunuyorum. Özetle, “Habercinin kanaatlerinden arındırılmış şekilde haber vermesi kuralının uygulanabilir olmadığını” düşünüyor.
Ancak farklı görüşteyiz. Kuşkusuz her haberci araştırdığı olaya ilişkin bir kanaate ulaşır. Önemli olan gazetecinin ulaştığı kanaatin, verileri nesnel biçimde aktarmasına engel oluşturmaması ve kanaatinin kanıtlarını da okura eksiksiz sunabilmesidir. Aslolan, suçlanan tarafın görüşünü göstermelik biçimde bir iki satırla geçiştirmek yerine haberin bütününde verilere “tarafsız” yaklaşıldığının okura da hissettirilecek bir dil kullanılmasıdır.
Soykan’ın ilk haberinde tam da üzerinde durduğumuz gibi Zoroğlu’nun savunması haberin sonunda iki üç cümleyle geçiştirilmişti. Üstelik haber, Zoroğlu’nu baştan suçlu ilan ediyor; daha da ileri gidilerek “Profesör kâbus” diye sıfat kullanılıyor, verilen hüküm pekiştiriliyordu. Meslek örgütleri ve uzmanların görüşünün olmaması da eksiklikti.
Soykan’ın üçüncü gün yayımlanan “Profesörün mesajı” haberinde Zoroğlu ve eşinin görüşleri ile uzmanların değerlendirmelerine yer verilmesi ilk haberdeki bu eksikliği bir ölçüde giderdi. Daha sonra Zoroğlu’nun ifadesi, Odatv’de yayımlandı; avukatı Enes Malik Kılıç da Gazete Pencere’ye konuştu. O tarafın yaklaşımı böylece ayrıntılı olarak öğrenilebildi.
BirGün’ün ilk haberinde Zoroğlu’nun “FETÖ” suçlamasıyla bir yıl hapis yattığı belirtilmesine rağmen yargılamanın sonucuyla ilgili bilgi verilmemesi eksiklikti. Ama haberin odak noktası olmadığı için “FETÖ” meselesinin başlığa çıkarılmaması yerindeydi. İktidar medyasında ise özellikle “FETÖ’cü psikiyatristten korkunç telkin” gibi başlıklar kullanıldı.
Ancak BirGün’ün “Profesör Kâbus” haberiyle başlayıp Milat’ın “Aileye hipnozlu tuzak” haberiyle devam eden bu süreçte ortalığa saçılanlar, psikiyatristlerin güvenilirliğini sarsabilir; mağdur çocuklar ifşada zorlanabilir. Dahası, çocukların cinsel istismarı ve ensest davalarına gölge düşebilir. En büyük tehlike bu.
Nitekim Yeni Akit, bu olayı kötüye kullanmaya başladı bile. Zoroğlu hakkındaki haberde “İslami cemaatleri adeta canavar gibi göstermek için devreye sokulan Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’ye yönelik
‘Çocuk gelin’ iftirası da bir psikiyatristin telkiniyle başlamıştı” diye yazdılar.
Cinsel istismar vakalarını aklamayı vicdanına sığdırabilen bu zihniyetin panzehiri, Zoroğlu hakkındaki yargılamayı dikkatle takip etmek ve bilim insanlarının görüşlerini ayrıntılı biçimde aktarmak olabilir. Elbette bütün cinsel istismar ve ensest davalarına aynı özen gösterilmeli.
Prof. Dr. Salih Zoroğlu hakkında ‘Profesör Kabus’ başlığıyla kaleme aldığım habere yönelik eleştiriler elbette çok kıymetli. İlk haberde uzman görüşü olmaması haklı eleştirilerden biri. Çok fazla iddia-bilgi içeren ilk haberi, takip edecek haberlerde uzman görüşleriyle derinleştirmeyi planlamıştım. Tabii ki bu mazeret değil ve eleştirinin haklılığını kabul etmek gerekiyor.
Haberin tek taraflı olduğu eleştirileri de yapıldı. Haberde Prof. Dr. Zoroğlu’nun suçlamalara karşı verdiği yanıtlar yer alıyor ama çok kısa olduğu bir gerçek. Zaten haberin ana çerçevesini Zoroğlu tarafından mağdur edildiklerini anlatan aile ve çocukların yaşadıkları oluşturuyor. Haberde bunların ailelerin iddiaları olduğunu yazdım. Evet, bu daha fazla vurgulanabilirdi.
Habercinin yargı hükmünü verene kadar kanaatlerinden arındırılmış bir şekilde haber vermesi kuralının uygulanabilir olmadığını düşünüyorum. İddiaya konu tarafın birkaç satırlık görüşlerine yer vererek ya da her paragrafın sonuna ‘iddia edildi’ yazarak ‘tarafsızlık’ maskesi takıyoruz.
Çeşitli yetkililer ve ailelerle görüştüm. Bulabildiğim çok sayıda belge, ifade ve yazışmayı inceledim. Elbette savcı ya da psikiyatrist değilim. Ancak bir haberi yazmadan o konu hakkında edindiğim somut belge ve bilgilerle kaçınılmaz olarak bir kanaatim oluşur.
Üstelik söz konusu haberde, çok sayıda maddi, somut delil var ve bunlara ulaştım. Karmaşık olmayan, iddiaların net ve delilli olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Zoroğlu, onlarca çocuğa ‘Çoklu Kişilik Bozukluğu’ teşhisi koydu. Üstelik Zoroğlu’nun dünya ve Türkiye’deki kurallara aykırı şekilde seanslarda çocuklara ketamin verdiği tespit edildi.
Bir yanda suçlanan bir profesör ve karşısında aile içi cinsel istismarla suçlanan aileler varmış gibi yorumlar da yapılıyor. Bu noktada durmak bizi tarafsız yapmaz. Elimizdeki Zoroğlu ile ilgili tüm verilere karşın onun teşhisleriyle bu ailelere cinsel istismar şüphelisi gibi yaklaşılması çok büyük haksızlık olacaktır. Gazeteci de haberinde bu hataya düşmemeli.
Çocukların cinsel istismarının ülkemizde büyük bir sorun olduğunu defalarca haberleştirdik. Zoroğlu hakkındaki iddiaların cinsel istismar vakalarında çocuğun, kadının beyanının esas alınmasına karşı bir argümana dönüştürülmemesi için dikkatli olmalıyız.
Türkiye bu çok istisnai olayı, genel kabule dönüştürmeyecek zekaya sahip olmalı. Yoksa bu kaygıyla bu vakadaki çok vahim iddiaları görmezden gelmek bir sansür biçimine dönüşebilir.
Sabah yazarı ve TRT Yönetim Kurulu üyesi Hilal Kaplan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki toplantıyı “Delegasyon” kartıyla izlemiş. Sosyal medyada paylaştığı fotoğrafta boynuna asılı kartta “D Türkiye REP” (Temsilci) yazıyordu. Erdoğan’ı BM’de izleyen diğer gazeteciler de “P” (Press) yerine bu kartı takmış anlaşılan.
Bir gazetecinin “devlet görevlisi” kimliği taşıması, gazetecilik bağımsızlığı ve tarafsızlığının da askıya alınması demek. Demokratik bir ülkede gazeteci böyle bir kartla dolaşmaktan imtina eder. Hilal Kaplan ise kaçınmak yerine fotoğrafını paylaşarak ilan edebiliyor! Sonra da “Erdoğan, BM’ye damga vurdu” diye yazdı. Diğer gazeteciler de büyülenmiş gibiydiler; övgüleri de arşa varıyordu. “Embedded” (iliştirilmiş) gazeteciliğin bariz örneklerini sergilediler.
Erdoğan’ı ABD’de izleyen gazetecilerden biri de Ahmet Hakan’dı. Ama Erdoğan’ın BM’deki konuşması genel yayın yönetmeni olduğu Hürriyet’te “Ankara” mahreciyle yayımlandı! Her nasılsa New York’taki konuşmayı Ankara Büro izleyip haber yapmış, Ahmet Hakan da Emine Erdoğan’ın, Türkevi’ndeki konuşmasını, oradaki konser ve ebru etkinliklerini izlemiş…
Yeni Şafak’ın “Trabzon’da turiste ırkçı saldırı” haberinin başlığını, haberin kendisi tekzip ediyordu. Polisler iki Arap turist arasındaki tartışmayı yatıştırmak isterken yanlarına yaklaşan bir kişi, turistlerden birini yumruklamıştı. Irkçı bir saldırı olduğuna dair veri yoktu haberde. Trabzon Valiliğin açıklamasında da “yumruk atan kişinin turistlerin polise mukavemet ettiği şeklinde yorumladığı” belirtiliyordu. Bu açıklamayı yalanlayan bir bilgi de çıkmadı ortaya.
Nitekim diğer medya organında bu olay “ırkçılık” olarak yorumlanmadı. Örneğin Hürriyet’te “Polise direniyor sandığı turisti yumrukladı tutuklandı” başlığıyla aktarıldı olay. Yeni Şafak’ın “ırkçılık” tanımlaması zorlamaydı.
Ama aynı gün Türkiye gazetesinde Cem Küçük, “Sevinin, yakında Araplar gelmeyecek” yazısında “Arap turistlere karşı ırkçılık ve nefret” olduğundan söz ediyordu. Zaten iktidar medyasında bir süredir Arap turistler konusunda benzer yazı ve haberler yayımlanıyor; bu konuda duyarlılık oluşturulmak isteniyor. Nitekim iktidara yakın gazeteciler, Araplara seslenen ve Arapça “Biz tek milletiz” sloganıyla noktalanan bir video da yayımladılar.
Arap turistlere karşı bu kadar duyarlı olunca Kuveytli yazar Abdulaziz Duwaihi bin Rumaih’in Atatürk’e ve ardından İçişleri Bakanı Yerlikaya’ya hakaretini bile yok sayabildiler.
YSP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, kendisiyle ilgili olarak Özgür Kocaeli gazetesinde yayımlanan “Gergerlioğlu çizgiyi aşıyor” yazısını incelememi talep etti. Ben de Adem Turgut imzalı yazıyı ve Gergerlioğlu’nun o yazıya konu olan açıklamalarını da okudum.
Elbette bir gazeteci, bir siyasetçinin sözlerini eleştirebilir. Adem Turgut’un Gergerlioğlu’nun Kocaeli’nde uyuşturucuya karşı etkin önlemler alınmadığı görüşünü haksız bulması ve polisin, uyuşturucuya karşı mücadelesini övmesinde sorun görmedim doğrusu.
Ancak Gergerlioğlu’nun “Dilovası’nda, Körfez’de Derince’de kadın doğum uzmanları yok. Neden yok? AK Parti il Başkanı Dr. Şahin Talus’un özel hastanesi var. Ondan dolayı mı?” sözlerine yaklaşımı problemli. Zira Turgut, özetle “Elbette Talus’un bu mesnetsiz açıklamaya cevap vermesi bile düşünülemez. AK Parti 7 Ekim'de kongreye gidecek. Ve Talus bu süreci çok sağlıklı ve sessiz biçimde sürdürüyor” diyerek itiraz ediyor Gergerlioğlu’na.
İlginçtir, gazeteci olarak AKP İl Başkanı Talus’a sormadan onun fikrini yazıyor. İşte bu yanlış. Bir gazeteci bir siyasetçi adına konuşamaz, siyasetçinin sözcülüğünü yapamaz. Ayrıca yazının “Gergerlioğlu çizgiyi aşıyor” şeklindeki başlığı da bir otorite olarak had bildirme havası taşıyor ki bu da gazeteci-siyasetçi ilişkisinde kabul edilemez.
Gazeteciler, siyasetçilere karşı ölçülü, özenli, mesafeyi koruyan dil kullanmalı. Ayrıca siyasetçinin dile getirdiği hekim eksikliği konusunda siyasetçiyi eleştireceğine, iddianın peşine düşmeli. Belki böylece hekim sorununun çözümüne katkıda bulunabilir.
Tek cümleyle:
• Türkiye gazetesi, Cem Küçük’ün ticarete atılmasına itiraz etmediği gibi, “Küçük’ün ortağı olduğu ayakkabı firmasının Tekstilkent’te mağaza açtığı” haberini yayımladı.
• İHA’nın, “rivayetlere” dayanarak yaptığı hiçbir bilimsel yanı olmayan “Bu mağaraya giren kellikten kurtuluyor” haberi Türkiye gazetesinde yayımlandı.
• Akşam’ın “Atatürk’ün fotoğrafına uygunsuz hareketler yaptığı” gerekçesiyle tutuklanan 17 yaşındaki A.E.S’nin fotoğrafını yüzü açık yayımlaması etik ilkelere ve yasaya aykırı.
• Sabah ve Hürriyet’ın elektrikli araçlarla ilgili “Türkiye şarjda Avrupa lideri” haberi Avrupa ülkelerindeki verilere yer vermediği için kıyaslama olanağı tanımıyordu.
• DHA’nın, Akşam, Hürriyet, Karar ile Yeniçağ’da yayımlanan, Ümraniye’deki kadın cinayeti haberinde -şüphe kalmadığı için- katil Mehmet Dinç’in adının yazılması ve yüzü açık fotoğrafının kullanması doğru bir yaklaşımdı.
• Milliyet, Selçuklu, Konya ve Ordu belediyelerinin, Yeni Şafak ise Balıkesir/Karesi belediyesinin tanıtım metinlerini haber sayfası görünümünde yayımladı.
• Basılı Cumhuriyet’teki “ÇEDES projesine karşı miting” haberinde web’tekinden farklı olarak, düzenleyen eğitim örgütleri ve partilerine yer verilmemişti; mitingi CHP düzenlemiş gibi sunulmuştu.
• Akşam ve Yeni Şafak’ın “Sigorta” sayfasında yayımlanan metinler birbirinin aynıydı.
• Diyarbakır 13. Asliye Ceza Mahkemesi, DHA bürosunda yaşanan olay nedeniyle açılan davada Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mücahit Ceylan’ı, gazeteciler Emrah Kızıl’a hakaret, Burak Emek’i de yaralamaya teşebbüs suçlarından mahkûm etti.
• Sözcü’nün “Haraç vermeyen esnafı tüfekle vurdu” haberinde Suriyeli bir esnafı haraç vermediği için öldüren kişinin “maganda” olarak tanımlanması yanlıştı.
• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın bir grup gazeteciyle toplantısını Akşam, “Işıkhan, Melik Yiğitel’e açıklamalarda bulundu” diye özel habermiş gibi yazdı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com
Halbuki çocuk ve ergen psikiyatristi Prof. Dr. S. Salih Zoroğlu hakkındaki “çocukları ilaç ve telkinlerle manipüle ederek ailelerini cinsel istismarla suçlattığı” iddiasını ilk olarak Timur Soykan gündeme getirmiş, BirGün de bu haberi manşetten, hatta iki sayfa ayırarak duyurmuştu. O günden sonra Soykan ve BirGün bu konuyu takibe devam etmiş; diğer medya kuruluşları da oradan alıntıyla haber yapmışlardı.
BirGün’deki “Profesör Kâbus” manşetine eleştiriler de geldi. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Artı TV’de “Temkinli yaklaşmamız gerekiyor. Bizlere danışsaydı bu şekilde verilmesinin sakıncalarını anlatırdık. Doz aşımı gibi detayları araştırmadan ihlal olduğunu söyleyemeyiz” dedi. Prof. Dr. Süleyman İrvan da NewsLab Turkey’deki yazısında “tek taraflı, sadece suçlamalara dayalı, masumiyet karinesini göz ardı eden, suçlanan tarafa cevap hakkı tanımayan bir yazı/haber” olduğu eleştirisini yöneltti.
Soykan’ın bu eleştirilere yanıtını altta ayrı bir bölüm olarak sunuyorum. Özetle, “Habercinin kanaatlerinden arındırılmış şekilde haber vermesi kuralının uygulanabilir olmadığını” düşünüyor.
Ancak farklı görüşteyiz. Kuşkusuz her haberci araştırdığı olaya ilişkin bir kanaate ulaşır. Önemli olan gazetecinin ulaştığı kanaatin, verileri nesnel biçimde aktarmasına engel oluşturmaması ve kanaatinin kanıtlarını da okura eksiksiz sunabilmesidir. Aslolan, suçlanan tarafın görüşünü göstermelik biçimde bir iki satırla geçiştirmek yerine haberin bütününde verilere “tarafsız” yaklaşıldığının okura da hissettirilecek bir dil kullanılmasıdır.
Soykan’ın ilk haberinde tam da üzerinde durduğumuz gibi Zoroğlu’nun savunması haberin sonunda iki üç cümleyle geçiştirilmişti. Üstelik haber, Zoroğlu’nu baştan suçlu ilan ediyor; daha da ileri gidilerek “Profesör kâbus” diye sıfat kullanılıyor, verilen hüküm pekiştiriliyordu. Meslek örgütleri ve uzmanların görüşünün olmaması da eksiklikti.
Soykan’ın üçüncü gün yayımlanan “Profesörün mesajı” haberinde Zoroğlu ve eşinin görüşleri ile uzmanların değerlendirmelerine yer verilmesi ilk haberdeki bu eksikliği bir ölçüde giderdi. Daha sonra Zoroğlu’nun ifadesi, Odatv’de yayımlandı; avukatı Enes Malik Kılıç da Gazete Pencere’ye konuştu. O tarafın yaklaşımı böylece ayrıntılı olarak öğrenilebildi.
BirGün’ün ilk haberinde Zoroğlu’nun “FETÖ” suçlamasıyla bir yıl hapis yattığı belirtilmesine rağmen yargılamanın sonucuyla ilgili bilgi verilmemesi eksiklikti. Ama haberin odak noktası olmadığı için “FETÖ” meselesinin başlığa çıkarılmaması yerindeydi. İktidar medyasında ise özellikle “FETÖ’cü psikiyatristten korkunç telkin” gibi başlıklar kullanıldı.
Ancak BirGün’ün “Profesör Kâbus” haberiyle başlayıp Milat’ın “Aileye hipnozlu tuzak” haberiyle devam eden bu süreçte ortalığa saçılanlar, psikiyatristlerin güvenilirliğini sarsabilir; mağdur çocuklar ifşada zorlanabilir. Dahası, çocukların cinsel istismarı ve ensest davalarına gölge düşebilir. En büyük tehlike bu.
Nitekim Yeni Akit, bu olayı kötüye kullanmaya başladı bile. Zoroğlu hakkındaki haberde “İslami cemaatleri adeta canavar gibi göstermek için devreye sokulan Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’ye yönelik
‘Çocuk gelin’ iftirası da bir psikiyatristin telkiniyle başlamıştı” diye yazdılar.
Cinsel istismar vakalarını aklamayı vicdanına sığdırabilen bu zihniyetin panzehiri, Zoroğlu hakkındaki yargılamayı dikkatle takip etmek ve bilim insanlarının görüşlerini ayrıntılı biçimde aktarmak olabilir. Elbette bütün cinsel istismar ve ensest davalarına aynı özen gösterilmeli.
Timur Soykan’ın eleştirilere yanıtı
Prof. Dr. Salih Zoroğlu hakkında ‘Profesör Kabus’ başlığıyla kaleme aldığım habere yönelik eleştiriler elbette çok kıymetli. İlk haberde uzman görüşü olmaması haklı eleştirilerden biri. Çok fazla iddia-bilgi içeren ilk haberi, takip edecek haberlerde uzman görüşleriyle derinleştirmeyi planlamıştım. Tabii ki bu mazeret değil ve eleştirinin haklılığını kabul etmek gerekiyor.
Haberin tek taraflı olduğu eleştirileri de yapıldı. Haberde Prof. Dr. Zoroğlu’nun suçlamalara karşı verdiği yanıtlar yer alıyor ama çok kısa olduğu bir gerçek. Zaten haberin ana çerçevesini Zoroğlu tarafından mağdur edildiklerini anlatan aile ve çocukların yaşadıkları oluşturuyor. Haberde bunların ailelerin iddiaları olduğunu yazdım. Evet, bu daha fazla vurgulanabilirdi.
Habercinin yargı hükmünü verene kadar kanaatlerinden arındırılmış bir şekilde haber vermesi kuralının uygulanabilir olmadığını düşünüyorum. İddiaya konu tarafın birkaç satırlık görüşlerine yer vererek ya da her paragrafın sonuna ‘iddia edildi’ yazarak ‘tarafsızlık’ maskesi takıyoruz.
Çeşitli yetkililer ve ailelerle görüştüm. Bulabildiğim çok sayıda belge, ifade ve yazışmayı inceledim. Elbette savcı ya da psikiyatrist değilim. Ancak bir haberi yazmadan o konu hakkında edindiğim somut belge ve bilgilerle kaçınılmaz olarak bir kanaatim oluşur.
Üstelik söz konusu haberde, çok sayıda maddi, somut delil var ve bunlara ulaştım. Karmaşık olmayan, iddiaların net ve delilli olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Zoroğlu, onlarca çocuğa ‘Çoklu Kişilik Bozukluğu’ teşhisi koydu. Üstelik Zoroğlu’nun dünya ve Türkiye’deki kurallara aykırı şekilde seanslarda çocuklara ketamin verdiği tespit edildi.
Bir yanda suçlanan bir profesör ve karşısında aile içi cinsel istismarla suçlanan aileler varmış gibi yorumlar da yapılıyor. Bu noktada durmak bizi tarafsız yapmaz. Elimizdeki Zoroğlu ile ilgili tüm verilere karşın onun teşhisleriyle bu ailelere cinsel istismar şüphelisi gibi yaklaşılması çok büyük haksızlık olacaktır. Gazeteci de haberinde bu hataya düşmemeli.
Çocukların cinsel istismarının ülkemizde büyük bir sorun olduğunu defalarca haberleştirdik. Zoroğlu hakkındaki iddiaların cinsel istismar vakalarında çocuğun, kadının beyanının esas alınmasına karşı bir argümana dönüştürülmemesi için dikkatli olmalıyız.
Türkiye bu çok istisnai olayı, genel kabule dönüştürmeyecek zekaya sahip olmalı. Yoksa bu kaygıyla bu vakadaki çok vahim iddiaları görmezden gelmek bir sansür biçimine dönüşebilir.
Embedded gazetecilik işbaşında
Sabah yazarı ve TRT Yönetim Kurulu üyesi Hilal Kaplan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki toplantıyı “Delegasyon” kartıyla izlemiş. Sosyal medyada paylaştığı fotoğrafta boynuna asılı kartta “D Türkiye REP” (Temsilci) yazıyordu. Erdoğan’ı BM’de izleyen diğer gazeteciler de “P” (Press) yerine bu kartı takmış anlaşılan.
Bir gazetecinin “devlet görevlisi” kimliği taşıması, gazetecilik bağımsızlığı ve tarafsızlığının da askıya alınması demek. Demokratik bir ülkede gazeteci böyle bir kartla dolaşmaktan imtina eder. Hilal Kaplan ise kaçınmak yerine fotoğrafını paylaşarak ilan edebiliyor! Sonra da “Erdoğan, BM’ye damga vurdu” diye yazdı. Diğer gazeteciler de büyülenmiş gibiydiler; övgüleri de arşa varıyordu. “Embedded” (iliştirilmiş) gazeteciliğin bariz örneklerini sergilediler.
Erdoğan’ı ABD’de izleyen gazetecilerden biri de Ahmet Hakan’dı. Ama Erdoğan’ın BM’deki konuşması genel yayın yönetmeni olduğu Hürriyet’te “Ankara” mahreciyle yayımlandı! Her nasılsa New York’taki konuşmayı Ankara Büro izleyip haber yapmış, Ahmet Hakan da Emine Erdoğan’ın, Türkevi’ndeki konuşmasını, oradaki konser ve ebru etkinliklerini izlemiş…
İktidar medyasının Arap hassasiyeti
Yeni Şafak’ın “Trabzon’da turiste ırkçı saldırı” haberinin başlığını, haberin kendisi tekzip ediyordu. Polisler iki Arap turist arasındaki tartışmayı yatıştırmak isterken yanlarına yaklaşan bir kişi, turistlerden birini yumruklamıştı. Irkçı bir saldırı olduğuna dair veri yoktu haberde. Trabzon Valiliğin açıklamasında da “yumruk atan kişinin turistlerin polise mukavemet ettiği şeklinde yorumladığı” belirtiliyordu. Bu açıklamayı yalanlayan bir bilgi de çıkmadı ortaya.
Nitekim diğer medya organında bu olay “ırkçılık” olarak yorumlanmadı. Örneğin Hürriyet’te “Polise direniyor sandığı turisti yumrukladı tutuklandı” başlığıyla aktarıldı olay. Yeni Şafak’ın “ırkçılık” tanımlaması zorlamaydı.
Ama aynı gün Türkiye gazetesinde Cem Küçük, “Sevinin, yakında Araplar gelmeyecek” yazısında “Arap turistlere karşı ırkçılık ve nefret” olduğundan söz ediyordu. Zaten iktidar medyasında bir süredir Arap turistler konusunda benzer yazı ve haberler yayımlanıyor; bu konuda duyarlılık oluşturulmak isteniyor. Nitekim iktidara yakın gazeteciler, Araplara seslenen ve Arapça “Biz tek milletiz” sloganıyla noktalanan bir video da yayımladılar.
Arap turistlere karşı bu kadar duyarlı olunca Kuveytli yazar Abdulaziz Duwaihi bin Rumaih’in Atatürk’e ve ardından İçişleri Bakanı Yerlikaya’ya hakaretini bile yok sayabildiler.
Gazeteci siyasetçiye had bildiremez
YSP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, kendisiyle ilgili olarak Özgür Kocaeli gazetesinde yayımlanan “Gergerlioğlu çizgiyi aşıyor” yazısını incelememi talep etti. Ben de Adem Turgut imzalı yazıyı ve Gergerlioğlu’nun o yazıya konu olan açıklamalarını da okudum.
Elbette bir gazeteci, bir siyasetçinin sözlerini eleştirebilir. Adem Turgut’un Gergerlioğlu’nun Kocaeli’nde uyuşturucuya karşı etkin önlemler alınmadığı görüşünü haksız bulması ve polisin, uyuşturucuya karşı mücadelesini övmesinde sorun görmedim doğrusu.
Ancak Gergerlioğlu’nun “Dilovası’nda, Körfez’de Derince’de kadın doğum uzmanları yok. Neden yok? AK Parti il Başkanı Dr. Şahin Talus’un özel hastanesi var. Ondan dolayı mı?” sözlerine yaklaşımı problemli. Zira Turgut, özetle “Elbette Talus’un bu mesnetsiz açıklamaya cevap vermesi bile düşünülemez. AK Parti 7 Ekim'de kongreye gidecek. Ve Talus bu süreci çok sağlıklı ve sessiz biçimde sürdürüyor” diyerek itiraz ediyor Gergerlioğlu’na.
İlginçtir, gazeteci olarak AKP İl Başkanı Talus’a sormadan onun fikrini yazıyor. İşte bu yanlış. Bir gazeteci bir siyasetçi adına konuşamaz, siyasetçinin sözcülüğünü yapamaz. Ayrıca yazının “Gergerlioğlu çizgiyi aşıyor” şeklindeki başlığı da bir otorite olarak had bildirme havası taşıyor ki bu da gazeteci-siyasetçi ilişkisinde kabul edilemez.
Gazeteciler, siyasetçilere karşı ölçülü, özenli, mesafeyi koruyan dil kullanmalı. Ayrıca siyasetçinin dile getirdiği hekim eksikliği konusunda siyasetçiyi eleştireceğine, iddianın peşine düşmeli. Belki böylece hekim sorununun çözümüne katkıda bulunabilir.
Tek cümleyle:
• Türkiye gazetesi, Cem Küçük’ün ticarete atılmasına itiraz etmediği gibi, “Küçük’ün ortağı olduğu ayakkabı firmasının Tekstilkent’te mağaza açtığı” haberini yayımladı.
• İHA’nın, “rivayetlere” dayanarak yaptığı hiçbir bilimsel yanı olmayan “Bu mağaraya giren kellikten kurtuluyor” haberi Türkiye gazetesinde yayımlandı.
• Akşam’ın “Atatürk’ün fotoğrafına uygunsuz hareketler yaptığı” gerekçesiyle tutuklanan 17 yaşındaki A.E.S’nin fotoğrafını yüzü açık yayımlaması etik ilkelere ve yasaya aykırı.
• Sabah ve Hürriyet’ın elektrikli araçlarla ilgili “Türkiye şarjda Avrupa lideri” haberi Avrupa ülkelerindeki verilere yer vermediği için kıyaslama olanağı tanımıyordu.
• DHA’nın, Akşam, Hürriyet, Karar ile Yeniçağ’da yayımlanan, Ümraniye’deki kadın cinayeti haberinde -şüphe kalmadığı için- katil Mehmet Dinç’in adının yazılması ve yüzü açık fotoğrafının kullanması doğru bir yaklaşımdı.
• Milliyet, Selçuklu, Konya ve Ordu belediyelerinin, Yeni Şafak ise Balıkesir/Karesi belediyesinin tanıtım metinlerini haber sayfası görünümünde yayımladı.
• Basılı Cumhuriyet’teki “ÇEDES projesine karşı miting” haberinde web’tekinden farklı olarak, düzenleyen eğitim örgütleri ve partilerine yer verilmemişti; mitingi CHP düzenlemiş gibi sunulmuştu.
• Akşam ve Yeni Şafak’ın “Sigorta” sayfasında yayımlanan metinler birbirinin aynıydı.
• Diyarbakır 13. Asliye Ceza Mahkemesi, DHA bürosunda yaşanan olay nedeniyle açılan davada Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mücahit Ceylan’ı, gazeteciler Emrah Kızıl’a hakaret, Burak Emek’i de yaralamaya teşebbüs suçlarından mahkûm etti.
• Sözcü’nün “Haraç vermeyen esnafı tüfekle vurdu” haberinde Suriyeli bir esnafı haraç vermediği için öldüren kişinin “maganda” olarak tanımlanması yanlıştı.
• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın bir grup gazeteciyle toplantısını Akşam, “Işıkhan, Melik Yiğitel’e açıklamalarda bulundu” diye özel habermiş gibi yazdı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.