Peygamberimiz Hz Muhammedin Kırk Yaşından Sonraki Hayatı-7
Bu temsilcilerin hepsi de Medine'nin ileri gelen, hatırı sayılır kimseleri ve okuma yazmasını bilen âlim zâtlardı.
Peygamber Efendimiz seçilen temsilcilere şöyle dedi:
"Havarîler, Meryemoğlu İsâ'ya karşı kavimlerinin kefili oldukları gibi, siz de sizden olanların kefilisiniz. Ben de Mekkeli muhacirlerin kefiliyim."1
Onlar da, "Evet" deyip tasdik ettiler.
Ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimiz, 12 temsilci seçildikten sonra Es'ad bin Zürâre Hazretlerini de seçilen 12 temsilcinin başkanı tayin etti.
Temsilciler, temsil ettikleri topluluklarla konuşup, bîatın ehemmiyetini anlattılar ve onları Resûlullaha bîata hazırladılar.
Bundan sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz, mübârek ellerini uzattı. Medineliler teker teker bîat ettiler. Sadece iki kadına Efendimiz elini vermedi ve onları da kendisine bîat etmiş kabul etti. Yapılan bîat bir mânâda Medineli ve Mekkeli Müslümanlar arasında bir ittifâktı.
Müşriklerin, durumu sezmeleri
Bîat, gecenin karanlığında, çağrılanların dışında kimsenin göremeyeceği tenhâ bir yerde cereyan etmişti.
Buna rağmen, bîat biter bitmez kulaklarına bir ses geldi:
"Ey Kureyş! Muhammed ile atalarının dininden çıkmış Medineliler, sizinle savaşmak için toplanıp sözleştiler!"
Gecenin karanlık ve sükûtunu yırtan bu ses kimindi ve nereden geliyordu? Herkesi bir merak ve telaş sardı.
Bu ses, Münebbih bin Haccac'ın sesine benziyordu.
Resûl-i Ekrem, "Bu Akabe'nin şeytanıdır" dedi ve Medineli Müslümanlara da, "Derhal konak yerlerinize dönünüz!" emrini verdi.
O sırada Medineli Abbas bin Ubâde, "Yâ Resûlallah" dedi. "İstersen sabah olur olmaz kılıçlarımızı kınından sıyırır ve Minâ'da bulunan halkın üzerine yürür, onları kılıçtan geçiririz" diye konuştu.
Ancak, Resûl-i Ekrem, henüz sabır silahını kullanmakla vazifeli idi. Şöyle buyurdular:
"Hayır, hayır. Bize henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Hepiniz yerlerinize dönünüz."1
Bunun üzerine, Medineliler konak yerlerine döndüler.
Sabah olunca, durumu sezmiş bulunan Kureyşli müşrikler, kendilerince mâhiyeti henüz meçhul bulunan hâdiseyi tam öğrenmek üzere tahkike başladılar. Kendileri gibi putperest olan Medinelilerden sordular. Ancak onların böyle bir meseleden haberleri olmadığından dolayı yemin ederek, "Böyle bir şey olmadı. Biz, böyle bir şey bilmiyoruz" dediler.
Medineli Müslümanlar ise, doğru yolun sükût olduğunu düşünerek, tek kelime konuşmuyorlardı.
Kureyşli müşrikler bu sefer Abdullah bin Übey bin Selûl'e gidip sordular. O da aynı şekilde, "Bu büyük bir iştir. Böyle bir şey olmamıştır. Söylenenler boş lâf olsa gerek. Kavmim, bana böyle bir şey danışmadı. Onlar, Yesrib'de iken bana danışmadan hiç bir iş yapmazlardı" dedi.
Bunun üzerine Kureyşli müşrikler Medineli putperestlerin bu hususta herhangi bir bilgileri olmadığı kanâatına vardılar.
Şayet, Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Bu işi sizden başkasına duyurmayın" dememiş olsaydı ve Medineli Müslümanlar da bu işi müşrik hemşerilerinden gizlememiş olsalardı, elbette bu olay Mekkeli müşriklere onlar tarafından duyurulacak ve kuvvetli ihtimalle orada Müslümanların başına büyük bir gâile açılacaktı. Belki de, Medine'ye henüz açılmış bulunan İslâmiyet için büyük bir mâni ortaya çıkacaktı.
Hac mevsimi sona erince, Medineli Müslümanlar da yurtlarına geri dönmek üzere yola koyuldular.
Medineli Müslümanların Mekke'den ayrılışlarından az zaman sonra, müşrikler böyle bir anlaşmanın cereyan etmiş olduğunu öğrendiler. Derhal Müslümanları takibe koyuldular. Ancak Medineliler çoktan o civardan uzaklaşmış bulunuyorladı. Sadece iki kişiyi yakalayabildiler: Sa'd bin Ubâde ve Münzir bin Amr. Bu iki zât her nasılsa Medine kafilesinden geri kalmışlardı. Daha sonra Münzir Hazretleri bir yolunu bulup ellerinden kurtuldu. Müşrikler, sadece Sa'd bin Ubâde'yi Mekke'ye getirdiler ve âdeta hınçlarını bu Sahabîden almak istercesine kendisine ezâ ve işkencelerde bulundular. Sonunda Sa'd bin Ubâde Hazretleri kendisini daha önceden tanıyan ve Medine'den geçerken evinde misafir olan iki müşrik tarafından himâyeye alınarak bu eziyet ve işkenceden kurtuldu.
Yurtlarına dönen Medineli Müslümanlar, artık dört gözle muhacirlerin ve Resûl-i Zîşan Efendimizin yolunu beklediler
Bu temsilcilerin hepsi de Medine'nin ileri gelen, hatırı sayılır kimseleri ve okuma yazmasını bilen âlim zâtlardı.
Peygamber Efendimiz seçilen temsilcilere şöyle dedi:
"Havarîler, Meryemoğlu İsâ'ya karşı kavimlerinin kefili oldukları gibi, siz de sizden olanların kefilisiniz. Ben de Mekkeli muhacirlerin kefiliyim."1
Onlar da, "Evet" deyip tasdik ettiler.
Ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimiz, 12 temsilci seçildikten sonra Es'ad bin Zürâre Hazretlerini de seçilen 12 temsilcinin başkanı tayin etti.
Temsilciler, temsil ettikleri topluluklarla konuşup, bîatın ehemmiyetini anlattılar ve onları Resûlullaha bîata hazırladılar.
Bundan sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz, mübârek ellerini uzattı. Medineliler teker teker bîat ettiler. Sadece iki kadına Efendimiz elini vermedi ve onları da kendisine bîat etmiş kabul etti. Yapılan bîat bir mânâda Medineli ve Mekkeli Müslümanlar arasında bir ittifâktı.
Müşriklerin, durumu sezmeleri
Bîat, gecenin karanlığında, çağrılanların dışında kimsenin göremeyeceği tenhâ bir yerde cereyan etmişti.
Buna rağmen, bîat biter bitmez kulaklarına bir ses geldi:
"Ey Kureyş! Muhammed ile atalarının dininden çıkmış Medineliler, sizinle savaşmak için toplanıp sözleştiler!"
Gecenin karanlık ve sükûtunu yırtan bu ses kimindi ve nereden geliyordu? Herkesi bir merak ve telaş sardı.
Bu ses, Münebbih bin Haccac'ın sesine benziyordu.
Resûl-i Ekrem, "Bu Akabe'nin şeytanıdır" dedi ve Medineli Müslümanlara da, "Derhal konak yerlerinize dönünüz!" emrini verdi.
O sırada Medineli Abbas bin Ubâde, "Yâ Resûlallah" dedi. "İstersen sabah olur olmaz kılıçlarımızı kınından sıyırır ve Minâ'da bulunan halkın üzerine yürür, onları kılıçtan geçiririz" diye konuştu.
Ancak, Resûl-i Ekrem, henüz sabır silahını kullanmakla vazifeli idi. Şöyle buyurdular:
"Hayır, hayır. Bize henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Hepiniz yerlerinize dönünüz."1
Bunun üzerine, Medineliler konak yerlerine döndüler.
Sabah olunca, durumu sezmiş bulunan Kureyşli müşrikler, kendilerince mâhiyeti henüz meçhul bulunan hâdiseyi tam öğrenmek üzere tahkike başladılar. Kendileri gibi putperest olan Medinelilerden sordular. Ancak onların böyle bir meseleden haberleri olmadığından dolayı yemin ederek, "Böyle bir şey olmadı. Biz, böyle bir şey bilmiyoruz" dediler.
Medineli Müslümanlar ise, doğru yolun sükût olduğunu düşünerek, tek kelime konuşmuyorlardı.
Kureyşli müşrikler bu sefer Abdullah bin Übey bin Selûl'e gidip sordular. O da aynı şekilde, "Bu büyük bir iştir. Böyle bir şey olmamıştır. Söylenenler boş lâf olsa gerek. Kavmim, bana böyle bir şey danışmadı. Onlar, Yesrib'de iken bana danışmadan hiç bir iş yapmazlardı" dedi.
Bunun üzerine Kureyşli müşrikler Medineli putperestlerin bu hususta herhangi bir bilgileri olmadığı kanâatına vardılar.
Şayet, Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Bu işi sizden başkasına duyurmayın" dememiş olsaydı ve Medineli Müslümanlar da bu işi müşrik hemşerilerinden gizlememiş olsalardı, elbette bu olay Mekkeli müşriklere onlar tarafından duyurulacak ve kuvvetli ihtimalle orada Müslümanların başına büyük bir gâile açılacaktı. Belki de, Medine'ye henüz açılmış bulunan İslâmiyet için büyük bir mâni ortaya çıkacaktı.
Hac mevsimi sona erince, Medineli Müslümanlar da yurtlarına geri dönmek üzere yola koyuldular.
Medineli Müslümanların Mekke'den ayrılışlarından az zaman sonra, müşrikler böyle bir anlaşmanın cereyan etmiş olduğunu öğrendiler. Derhal Müslümanları takibe koyuldular. Ancak Medineliler çoktan o civardan uzaklaşmış bulunuyorladı. Sadece iki kişiyi yakalayabildiler: Sa'd bin Ubâde ve Münzir bin Amr. Bu iki zât her nasılsa Medine kafilesinden geri kalmışlardı. Daha sonra Münzir Hazretleri bir yolunu bulup ellerinden kurtuldu. Müşrikler, sadece Sa'd bin Ubâde'yi Mekke'ye getirdiler ve âdeta hınçlarını bu Sahabîden almak istercesine kendisine ezâ ve işkencelerde bulundular. Sonunda Sa'd bin Ubâde Hazretleri kendisini daha önceden tanıyan ve Medine'den geçerken evinde misafir olan iki müşrik tarafından himâyeye alınarak bu eziyet ve işkenceden kurtuldu.
Yurtlarına dönen Medineli Müslümanlar, artık dört gözle muhacirlerin ve Resûl-i Zîşan Efendimizin yolunu beklediler