Vay Canına
Forum Üyesi
Osmanlı Devleti’nde dîvân-ı hümâyûnda ve devlet teşkilâtının diğer kısımlarında, yazı ve kayıd işlerini görmekle vazifeli me’mûr.
İslâmiyet’ten önce yazı ile uğraşan her millette, kâtiplik mesleği vardı. İslâmiyet’in gelmesinden sonra bilhassa, nazil olan (inen) Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin yazılması, müslümanlar arasında kâtiplerin çoğalmasına sebeb oldu. Eshâb-ı kiram (radıyallahü anhüm) arasındaki vahy kâtipleri meşhurdur. Vahy kâtipleri aynı zamanda Peygamber efendimizin etrâfdaki hükümdarlara, İslâm’a davet için gönderdikleri mektupları da yazarlardı. Hulefâ-i râşidîn ve Emevîler devrinde kâtipler, vezir mevkiinde idiler. Emevîler devrinde başkâtibe, kâtib-üs-sır (özel kâtip) denirdi. Resmî evrakı yazanlara kâtib-ül-inşâ, ordudaki hesâb ve yazışmaları yapanlarakâtib-ül-ceyş denirdi. Halîfenin husûsî işlerinin tanzimi ile meşgul olan kâtibler de mevcuttu. Kâtiplerin teşkîl ettiği dîvânın geniş yetkileri vardı. Zamanla kâtiplere örnek teşkîl edecek ve onlara yol gösterecek kitaplar yazıldı. İbn-i Kuteybe’nin Edeb-ül-kâtib’i, Kalkaşandî’nin Subh-ul-A’şâ fî kitabet-il-inşâ’sı bu konuda yazılmış meşhur eserler arasında yer aldı.
Daha sonraki İslâm devletlerinde; Abbasîler, Gazneliler ve Selçuklularda da kâtipler, başta dîvânlar olmak üzere, devletin çeşitli kademelerinde çalıştılar.
Altı yüz sene gibi uzun bir müddet hükümrân olan Osmanlı Devletin’de de, her türlü resmî belgenin kusursuz ve dikkatle yazılması, haberleşmenin hakkıyla gerçekleşmesi için bu işte vazife alacak kâtiplerin yetiştirilmeşine çok ehemmiyet verildi. Asırlar ötesinde günümüze kadar sistemli bir şekilde ulaşan milyonlarca belgenin mîmarları olan kâtipler, belli bir kültür seviyesine ulaştıktan sonra kalemlere alınır, usta-çırak sistemi ile yetiştirilirdi. Her kısmın başında bir hoca bulunur, emrinde usta derecesindeki kalfa; çıraklıkdan kâtip yetiştirmekle meşgul olurdu. Kâtip adayları; İslâmî ilimler, edebiyat, târih ve coğrafya gibi sahalarda bilgi sahibi olmak için ayrıca ulemâdan ders alırlardı. Usta hattatlardan aldıkları hat dersleri ile bulundukları kalemin yazı şeklini öğrenen kâtipler, ferman ve nâmeleri dîvânî, mâlî kayıtları siyâkat; dînî yazıları ta’lîk yazı ile yazarlardı. Bilhassa ferman, berat, hüküm gibi pâdişâh tuğrasını taşıyan evraklar süslü bir dille kendine mahsûs bir üslûbla inşâ edilirlerdi. Bu tür mühim yazıların nasıl kaleme alınacağı hakkında inşâ kitapları vardı. Başlangıçta Ahmed Dâî’nin Teressül adlı eseri, Osmanlı kâtipleri arasında el kitabı olarak kullanıldı. Sonraları, nişancı Feridun Bey’in Münşeât-üs-selâtîn’i ve Lâmiî Çelebi’nin Münşeât-i mekâtib adlı eseri, Osmanlı kâtibinin el kitabı oldu. Resmî yazışmalar için husûsî bir inşâ stili yerleştiren Cafer Çelebi, İbn-i Kemâl Paşa ve Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin yazıları sonra gelenler için örnek teşkil etti. Böylesine ilim sâhibi ve kabiliyetli kimseler ve kâtib yetiştirmede uygulanan yüksek standart sayesinde, Türkçe nesir, bir edebî eser gibi meydana çıktı. Böylece Arapça ve Farsça örneklerle kıyas edilebilecek bir Türkçe inşâ stili ortaya kondu. Kânuna uygun şekilde, müslüman hükümdarından vezirine, çavuşundan şeyhülislâmına, papazından kralına kadar kime nasıl hitâb edileceği örnekleri ile anlatılan bu eserler, kâtiblerin ellerinden düşmedi.
Kâtipler, devletin her teşkilâtında hizmet görmekle beraber, daha çok Dîvân-ı hümâyûn kalemi ile mâliye kaleminde bulunurlardı.
İslâmiyet’ten önce yazı ile uğraşan her millette, kâtiplik mesleği vardı. İslâmiyet’in gelmesinden sonra bilhassa, nazil olan (inen) Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin yazılması, müslümanlar arasında kâtiplerin çoğalmasına sebeb oldu. Eshâb-ı kiram (radıyallahü anhüm) arasındaki vahy kâtipleri meşhurdur. Vahy kâtipleri aynı zamanda Peygamber efendimizin etrâfdaki hükümdarlara, İslâm’a davet için gönderdikleri mektupları da yazarlardı. Hulefâ-i râşidîn ve Emevîler devrinde kâtipler, vezir mevkiinde idiler. Emevîler devrinde başkâtibe, kâtib-üs-sır (özel kâtip) denirdi. Resmî evrakı yazanlara kâtib-ül-inşâ, ordudaki hesâb ve yazışmaları yapanlarakâtib-ül-ceyş denirdi. Halîfenin husûsî işlerinin tanzimi ile meşgul olan kâtibler de mevcuttu. Kâtiplerin teşkîl ettiği dîvânın geniş yetkileri vardı. Zamanla kâtiplere örnek teşkîl edecek ve onlara yol gösterecek kitaplar yazıldı. İbn-i Kuteybe’nin Edeb-ül-kâtib’i, Kalkaşandî’nin Subh-ul-A’şâ fî kitabet-il-inşâ’sı bu konuda yazılmış meşhur eserler arasında yer aldı.
Daha sonraki İslâm devletlerinde; Abbasîler, Gazneliler ve Selçuklularda da kâtipler, başta dîvânlar olmak üzere, devletin çeşitli kademelerinde çalıştılar.
Altı yüz sene gibi uzun bir müddet hükümrân olan Osmanlı Devletin’de de, her türlü resmî belgenin kusursuz ve dikkatle yazılması, haberleşmenin hakkıyla gerçekleşmesi için bu işte vazife alacak kâtiplerin yetiştirilmeşine çok ehemmiyet verildi. Asırlar ötesinde günümüze kadar sistemli bir şekilde ulaşan milyonlarca belgenin mîmarları olan kâtipler, belli bir kültür seviyesine ulaştıktan sonra kalemlere alınır, usta-çırak sistemi ile yetiştirilirdi. Her kısmın başında bir hoca bulunur, emrinde usta derecesindeki kalfa; çıraklıkdan kâtip yetiştirmekle meşgul olurdu. Kâtip adayları; İslâmî ilimler, edebiyat, târih ve coğrafya gibi sahalarda bilgi sahibi olmak için ayrıca ulemâdan ders alırlardı. Usta hattatlardan aldıkları hat dersleri ile bulundukları kalemin yazı şeklini öğrenen kâtipler, ferman ve nâmeleri dîvânî, mâlî kayıtları siyâkat; dînî yazıları ta’lîk yazı ile yazarlardı. Bilhassa ferman, berat, hüküm gibi pâdişâh tuğrasını taşıyan evraklar süslü bir dille kendine mahsûs bir üslûbla inşâ edilirlerdi. Bu tür mühim yazıların nasıl kaleme alınacağı hakkında inşâ kitapları vardı. Başlangıçta Ahmed Dâî’nin Teressül adlı eseri, Osmanlı kâtipleri arasında el kitabı olarak kullanıldı. Sonraları, nişancı Feridun Bey’in Münşeât-üs-selâtîn’i ve Lâmiî Çelebi’nin Münşeât-i mekâtib adlı eseri, Osmanlı kâtibinin el kitabı oldu. Resmî yazışmalar için husûsî bir inşâ stili yerleştiren Cafer Çelebi, İbn-i Kemâl Paşa ve Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin yazıları sonra gelenler için örnek teşkil etti. Böylesine ilim sâhibi ve kabiliyetli kimseler ve kâtib yetiştirmede uygulanan yüksek standart sayesinde, Türkçe nesir, bir edebî eser gibi meydana çıktı. Böylece Arapça ve Farsça örneklerle kıyas edilebilecek bir Türkçe inşâ stili ortaya kondu. Kânuna uygun şekilde, müslüman hükümdarından vezirine, çavuşundan şeyhülislâmına, papazından kralına kadar kime nasıl hitâb edileceği örnekleri ile anlatılan bu eserler, kâtiblerin ellerinden düşmedi.
Kâtipler, devletin her teşkilâtında hizmet görmekle beraber, daha çok Dîvân-ı hümâyûn kalemi ile mâliye kaleminde bulunurlardı.