ORTADOĞU’DA NE OLUYOR?
İsrail’in Güney Lübnan’a saldırısının yoğunlaştığı son günlerde hatta televizyonlarda kara harekâtının başladığı veya başlamak üzere olduğu haberlerinin geçtiği, bu satırların yazıldığı dakikalarda, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın öldürülmesi ve İsrail’in Lübnan’ı işgal olasılığı, dünyada ve Türkiye’de gündemin en önemli konusunu oluşturuyordu. Haber muhabirlerinden tutun da askeri ve sivil bürokrasinin en üst kademelerinde görev yapmış kişiler, günlerdir, konunun daha çok “teknik” diyebileceğim yönü yani saldırının nasıl planlandığı, nasıl gerçekleştirildiği, arkasındaki istihbarat ve diğer çalışmalar konusunda çok ayrıntılı ve değerli görüşlerini yazılı ve görsel medyada kamuoyu ile paylaştılar ve paylaşmaya devam ediyorlar. Diplomatların görevi ise bütün olup biteni yakından izlemek, teknik bilgileri not etmek ancak asıl büyük resmi ve bu büyük resim içinde Türkiye’nin yer alıp almadığını, alıyor veya alacaksa, neresinde ve nasıl yer alacağını saptamak ve buna göre politika ve strateji belirlemektir. Bu yazımda bunu yapmaya çalışacağım.
HEDEFTEKİ ÜLKE: İRAN
Kanımca İsrail’in son günlerdeki harekâtlarının ve saldırılarının bir amacı, Gazze’de başlattığı savaşı Lübnan’a doğru genişletmek olabilirse de hedefteki esas ülke İran’dır. İsrail’in, İran’ın İsrail ile yıllardır sürdürdüğü vekâlet savaşında kullandığı Hizbullah’ı ortadan kaldırabildiği veya etkisini azalttığı takdirde bunun İran’ın gücünü ve etkisini kısıtlamak olduğunu hesapladığından kuşku duyulmamalıdır.
Yine İsrail, ne yaparsa yapsın, nükleer silah kullanmadan, İran’ı savaşın içine çekemeyeceğini ve İran’ı kendisi için tehlike olmaktan çıkaramayacağının da farkındadır. İsrail, bu alanda herhangi bir biçimde başarılı olabilmesinin ancak ABD’nin tartışmasız biçimde onun yanında yer almasıyla olanaklı olduğunu da, hiç değilse Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgalinde, yaşayarak öğrenmiştir.
ORTADOĞU’DA UYGULANAN, BİR ABD PLANIDIR
İsrail’in geçen yıl Ekim’den bu yana Ortadoğu’daki girişimlerinin ve yaptıklarının arkasındaki güç ABD’dir. İsrail’in iradesinin arkasındaki irade de ABD’nin iradesidir. İsrail’in 2006 Lübnan Savaşı’ndaki başarısızlığı; daha önce de Gazze şeridini boşaltmak zorunda kalması, son olarak 7 Ekim 2023’ten beri sürdürdüğü Gazze saldırılarına rağmen HAMAS ile başa çıkamamış olması, İsrail’in tek başına bölgeye şekil vermek şöyle dursun, terör örgütleri ile bile baş edemediğinin kanıtlarıdır. Kısacası, Ortadoğu’da yaşanan son olaylar aslında bir ABD Planı’nın uygulaması gibi görünmektedir. Bunun en belirgin göstergesi, ABD Senatosu’nda, neredeyse iki günde bir alınan, İsrail’e büyük silah yardımı kararları ve her İsrail saldırısını takiben ABD’nin, ne olursa olsun, İsrail’in desteklenmeye devam edileceği açıklamalarıdır. ABD Dışişleri Bakanı’nın, çatışmalara diplomatik ve siyasi çözüm bulunması; ateşkes anlaşmasına yaklaşıldığı, anlaşmanın hemen hemen her maddesi üzerinde anlaşma olduğu vb. yönündeki açıklamalarının bir önemi yoktur. Bunlar, uygulanmakta olan, ABD’nin Ortadoğu’ya yeni bir şekil verme planını dünya kamuoyunun gözünden kaçırmak ve örneğin İran’ın ve Hizbullah’ın İsrail’e karşı olası harekâtlarını önlemek, en azından geciktirmek amacı ile yapılmış açıklamalardır.
İRAN NEDEN ASIL VE ÖNCELİKLİ HEDEF?
İran’ın, ABD Planı’nda asıl ve öncelikli bir yer tutmasında ABD’nin bu ülkeye karşı takındığı, Humeyni Devrimi’nden bugüne hiç eksilmeyen düşmanca tutumu önemli bir etkendir. Buna, İran’ın, İsrail’in politikaları bir yana, bizatihi Ortadoğu’daki varlığına karşı olan tek devlet olmasını ve ABD ile İsrail karşıtı politikalarını bizzat olmasa bile, Hizbullah vb. örgütler eliyle uygulamaya geçirebilecek güce sahip bulunmasını da eklemek doğru olur.
İran, ABD ve İsrail’in -hangi akla hizmetse bizim de Eş Başkanı olmakla övündüğümüz!- Büyük Ortadoğu Projesi’nin de (BOP); İsrail ile ABD’nin çok önem verdikleri ve gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdikleri, Arap ülkeleriyle İsrail arasında İbrahim (Abraham) Anlaşmaları’nın da önünde bir engel ve tehdittir. Bu tehdit, Çin’in bir dünya gücü olarak sahneye çıkması ve Rusya’nın, özellikle -yine Türkiye’nin Suriye politikasının da katkısı ile- 1990’lı yılların başında terk ettiği Ortadoğu’ya yeniden ve güçlü biçimde dönmesi ve İran’ın bu iki ülke ile yakın işbirliği nedeniyle daha da artmıştır. İran bugün, onbeş yıl öncesine oranla Ortadoğu’da daha etkili ve güçlü bir devlettir. İran’ın bu konumunun yıpratılmasının ve geriletilerek etkisiz hale getirilmesinin ABD-İsrail Planı’nın öncelikli hedefi olduğundan kuşku duyulmamalıdır. İsrail’in, Hizbullah ve Lübnan saldırılarının arkasında bu gerçek yatmaktadır.
BÖLGE VE DÜNYA İÇİN TEHLİKE
Ancak, birbirini kendi amaçları ve çıkarları için kullanan ABD ve İsrail’in, bu planı, geçmişte Irak’ta yaptıkları gibi İran’ı doğrudan hedef alacak bir aşamaya taşımaları ve Rusya ve Çin’in yaşamsal çıkarlarına dokunmaları beraberinde, Rusya ve Çin’in, geçmişte yaptıklarının aksine, bu defa hareketsiz kalamayıp, karşı tutum almaları tehlikesini ve tehdidini getirecektir.
Görünen odur ki, Ortadoğu’daki kargaşa, ya başta ABD olmak üzere başat aktörlerin akıl tutulmasına uğramaları sonucu, 3. Dünya Savaşı benzeri bir büyük çatışmaya yol açacak veya bu devletler akıllarını başlarına toplayıp, bir noktada duracaklar ve soruna, geçici de olsa siyasi bir çözüm bulunacak.
TÜRKİYE DE AKLINI BAŞINA TOPLAMALI
Bütün bu hengâme ve bilinmezlik içinde Türkiye, bugün olduğundan çok daha ciddi tehditlerle karşı karşıya kalabilecektir. Bunların başında, yeniden düzenlenmeye çalışılan Ortadoğu’da, Kuzey Irak’tan başlayıp, belki Akdeniz’e kadar uzanan bir Kürt devletinin kurulması olasılığı gelmektedir ki bunun alt yapısı, Özal Türkiyesi’nin de katkısıyla, Kuzey Irak’ta; Erdoğan Türkiyesi’nin katkısı ile de Kuzey Suriye’de oluşturulmuştur.
Diğer taraftan Türkiye, özellikle 2011’den bu yana Suriye’de yaşananlardan sonra Ortadoğu’daki bütün ağırlığını ve söz hakkını yitirmiştir. Bugün içinde bulunduğu ekonomik durum, öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son 20 yıldır aldığı darbeler, Türkiye’nin olası gelişmeler karşısında en yaşamsal çıkarlarını korumakta ne kadar başarılı olacağı konusunda soru işaretleri doğurmaktadır. O kadar ki Yunanistan gibi bir ülke bile, Ege’de yaşanan son Yunan Sahil Güvenlik botunun Türk karasularını, 10 gün gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde birden çok kez ihlalinin de gösterdiği gibi, Türkiye’nin kararlılığını, gücünü, niyetini ve yeteneğini pervasızca denemekte bir sakınca görmemektedir.
Ortadoğu’da olanlar bölgenin hatta dünyanın işinin zor olduğunu; Türkiye’nin ise işinin daha da zor olduğunu göstermektedir. Galiba aklını bir an önce başına toplaması gereken ülkeler arasında Türkiye de var.
İsrail’in Güney Lübnan’a saldırısının yoğunlaştığı son günlerde hatta televizyonlarda kara harekâtının başladığı veya başlamak üzere olduğu haberlerinin geçtiği, bu satırların yazıldığı dakikalarda, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın öldürülmesi ve İsrail’in Lübnan’ı işgal olasılığı, dünyada ve Türkiye’de gündemin en önemli konusunu oluşturuyordu. Haber muhabirlerinden tutun da askeri ve sivil bürokrasinin en üst kademelerinde görev yapmış kişiler, günlerdir, konunun daha çok “teknik” diyebileceğim yönü yani saldırının nasıl planlandığı, nasıl gerçekleştirildiği, arkasındaki istihbarat ve diğer çalışmalar konusunda çok ayrıntılı ve değerli görüşlerini yazılı ve görsel medyada kamuoyu ile paylaştılar ve paylaşmaya devam ediyorlar. Diplomatların görevi ise bütün olup biteni yakından izlemek, teknik bilgileri not etmek ancak asıl büyük resmi ve bu büyük resim içinde Türkiye’nin yer alıp almadığını, alıyor veya alacaksa, neresinde ve nasıl yer alacağını saptamak ve buna göre politika ve strateji belirlemektir. Bu yazımda bunu yapmaya çalışacağım.
HEDEFTEKİ ÜLKE: İRAN
Kanımca İsrail’in son günlerdeki harekâtlarının ve saldırılarının bir amacı, Gazze’de başlattığı savaşı Lübnan’a doğru genişletmek olabilirse de hedefteki esas ülke İran’dır. İsrail’in, İran’ın İsrail ile yıllardır sürdürdüğü vekâlet savaşında kullandığı Hizbullah’ı ortadan kaldırabildiği veya etkisini azalttığı takdirde bunun İran’ın gücünü ve etkisini kısıtlamak olduğunu hesapladığından kuşku duyulmamalıdır.
Yine İsrail, ne yaparsa yapsın, nükleer silah kullanmadan, İran’ı savaşın içine çekemeyeceğini ve İran’ı kendisi için tehlike olmaktan çıkaramayacağının da farkındadır. İsrail, bu alanda herhangi bir biçimde başarılı olabilmesinin ancak ABD’nin tartışmasız biçimde onun yanında yer almasıyla olanaklı olduğunu da, hiç değilse Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgalinde, yaşayarak öğrenmiştir.
ORTADOĞU’DA UYGULANAN, BİR ABD PLANIDIR
İsrail’in geçen yıl Ekim’den bu yana Ortadoğu’daki girişimlerinin ve yaptıklarının arkasındaki güç ABD’dir. İsrail’in iradesinin arkasındaki irade de ABD’nin iradesidir. İsrail’in 2006 Lübnan Savaşı’ndaki başarısızlığı; daha önce de Gazze şeridini boşaltmak zorunda kalması, son olarak 7 Ekim 2023’ten beri sürdürdüğü Gazze saldırılarına rağmen HAMAS ile başa çıkamamış olması, İsrail’in tek başına bölgeye şekil vermek şöyle dursun, terör örgütleri ile bile baş edemediğinin kanıtlarıdır. Kısacası, Ortadoğu’da yaşanan son olaylar aslında bir ABD Planı’nın uygulaması gibi görünmektedir. Bunun en belirgin göstergesi, ABD Senatosu’nda, neredeyse iki günde bir alınan, İsrail’e büyük silah yardımı kararları ve her İsrail saldırısını takiben ABD’nin, ne olursa olsun, İsrail’in desteklenmeye devam edileceği açıklamalarıdır. ABD Dışişleri Bakanı’nın, çatışmalara diplomatik ve siyasi çözüm bulunması; ateşkes anlaşmasına yaklaşıldığı, anlaşmanın hemen hemen her maddesi üzerinde anlaşma olduğu vb. yönündeki açıklamalarının bir önemi yoktur. Bunlar, uygulanmakta olan, ABD’nin Ortadoğu’ya yeni bir şekil verme planını dünya kamuoyunun gözünden kaçırmak ve örneğin İran’ın ve Hizbullah’ın İsrail’e karşı olası harekâtlarını önlemek, en azından geciktirmek amacı ile yapılmış açıklamalardır.
İRAN NEDEN ASIL VE ÖNCELİKLİ HEDEF?
İran’ın, ABD Planı’nda asıl ve öncelikli bir yer tutmasında ABD’nin bu ülkeye karşı takındığı, Humeyni Devrimi’nden bugüne hiç eksilmeyen düşmanca tutumu önemli bir etkendir. Buna, İran’ın, İsrail’in politikaları bir yana, bizatihi Ortadoğu’daki varlığına karşı olan tek devlet olmasını ve ABD ile İsrail karşıtı politikalarını bizzat olmasa bile, Hizbullah vb. örgütler eliyle uygulamaya geçirebilecek güce sahip bulunmasını da eklemek doğru olur.
İran, ABD ve İsrail’in -hangi akla hizmetse bizim de Eş Başkanı olmakla övündüğümüz!- Büyük Ortadoğu Projesi’nin de (BOP); İsrail ile ABD’nin çok önem verdikleri ve gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdikleri, Arap ülkeleriyle İsrail arasında İbrahim (Abraham) Anlaşmaları’nın da önünde bir engel ve tehdittir. Bu tehdit, Çin’in bir dünya gücü olarak sahneye çıkması ve Rusya’nın, özellikle -yine Türkiye’nin Suriye politikasının da katkısı ile- 1990’lı yılların başında terk ettiği Ortadoğu’ya yeniden ve güçlü biçimde dönmesi ve İran’ın bu iki ülke ile yakın işbirliği nedeniyle daha da artmıştır. İran bugün, onbeş yıl öncesine oranla Ortadoğu’da daha etkili ve güçlü bir devlettir. İran’ın bu konumunun yıpratılmasının ve geriletilerek etkisiz hale getirilmesinin ABD-İsrail Planı’nın öncelikli hedefi olduğundan kuşku duyulmamalıdır. İsrail’in, Hizbullah ve Lübnan saldırılarının arkasında bu gerçek yatmaktadır.
BÖLGE VE DÜNYA İÇİN TEHLİKE
Ancak, birbirini kendi amaçları ve çıkarları için kullanan ABD ve İsrail’in, bu planı, geçmişte Irak’ta yaptıkları gibi İran’ı doğrudan hedef alacak bir aşamaya taşımaları ve Rusya ve Çin’in yaşamsal çıkarlarına dokunmaları beraberinde, Rusya ve Çin’in, geçmişte yaptıklarının aksine, bu defa hareketsiz kalamayıp, karşı tutum almaları tehlikesini ve tehdidini getirecektir.
Görünen odur ki, Ortadoğu’daki kargaşa, ya başta ABD olmak üzere başat aktörlerin akıl tutulmasına uğramaları sonucu, 3. Dünya Savaşı benzeri bir büyük çatışmaya yol açacak veya bu devletler akıllarını başlarına toplayıp, bir noktada duracaklar ve soruna, geçici de olsa siyasi bir çözüm bulunacak.
TÜRKİYE DE AKLINI BAŞINA TOPLAMALI
Bütün bu hengâme ve bilinmezlik içinde Türkiye, bugün olduğundan çok daha ciddi tehditlerle karşı karşıya kalabilecektir. Bunların başında, yeniden düzenlenmeye çalışılan Ortadoğu’da, Kuzey Irak’tan başlayıp, belki Akdeniz’e kadar uzanan bir Kürt devletinin kurulması olasılığı gelmektedir ki bunun alt yapısı, Özal Türkiyesi’nin de katkısıyla, Kuzey Irak’ta; Erdoğan Türkiyesi’nin katkısı ile de Kuzey Suriye’de oluşturulmuştur.
Diğer taraftan Türkiye, özellikle 2011’den bu yana Suriye’de yaşananlardan sonra Ortadoğu’daki bütün ağırlığını ve söz hakkını yitirmiştir. Bugün içinde bulunduğu ekonomik durum, öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son 20 yıldır aldığı darbeler, Türkiye’nin olası gelişmeler karşısında en yaşamsal çıkarlarını korumakta ne kadar başarılı olacağı konusunda soru işaretleri doğurmaktadır. O kadar ki Yunanistan gibi bir ülke bile, Ege’de yaşanan son Yunan Sahil Güvenlik botunun Türk karasularını, 10 gün gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde birden çok kez ihlalinin de gösterdiği gibi, Türkiye’nin kararlılığını, gücünü, niyetini ve yeteneğini pervasızca denemekte bir sakınca görmemektedir.
Ortadoğu’da olanlar bölgenin hatta dünyanın işinin zor olduğunu; Türkiye’nin ise işinin daha da zor olduğunu göstermektedir. Galiba aklını bir an önce başına toplaması gereken ülkeler arasında Türkiye de var.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.