Her seferinde aynı şeyler, uzmanlar çıkıp ne olmuş, neden olmuş nasıl olmuş diye anlatıyorlar. Haklarını yemeyelim nasıl olmazdı diye de anlatıyorlar ama hep yeniden oluyor. Deprem oluyor, sel geliyor, çığ düşüyor, maden çöküyor, her seferinde aynı şeyler oluyor.
Mesela İzmit depreminden önce de defalarca depremler oldu bu ülkede hiç o kadar büyüğü olmamıştı o kadar uzun da sürmedi hiç birisi ama daha önce de oldu, daha sonra da. Hiçbir deprem İzmit gibi yoğun nüfuslu bir yerde de olmadı çok şükür. Ama ya bir benzeri, bir daha olursa hazırlıklı mıyız acaba?
Ya da sel felaketleri, hemen her sene olmuyor mu, dere yataklarındaki yapılaşmaları düzelttik mi? Bir daha olmaz mı, olsa da en az zararla çıkar mıyız?
Bu soru listesi uzar gider. Bu sorular bugünün soruları da değildir sadece. 25 yıl öncenin de sorularıdır. 45 yıl öncenin de ve ne yazık ki bugünün de sorularıdır hatta yarının da soruları olacak gibi durmaktadır.
Amasra meselesine gelince Türkiye Taşkömürü İşletmeleri tarafından dezenformasyon denilen bir Sayıştay raporu haberi var mesela. O gece o rapor bizim sitemize de ulaştı aslında ama biz o durumda haber yapmayı doğru bulmadık. Hatta bir bilene soralım bu rapor ne diyor, ona göre haber yapalım dedik. Ama sabah baktık ki her yerde haber olmuş.
Bir Sayıştay raporunu haber yapmak dezenformasyon mudur bunun kararını artık yargıçlar verecek.
Ama o raporda aynen şöyle bir ifade var : "2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği -300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu, dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra "Kurum Degaj Yönergesi" hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir". Neticede' Ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza riskleri ifadesi haber midir dezenformasyon mudur göreceğiz.
Yazacak o kadar çok şey çıktı ki ortaya birden bire 3 -4 gün içinde bir kitaplık malzeme oluştu. Ama iş işten zaten geçti. Şu anki genel müdürün daha önce Kozlu'da yaşanan kazanın sorumlusu olduğu da yazıldı. 2010 da Karadon'daki kazanın sorumlusu olarak yargılanan kişinin de önceki genel müdür olduğu da yazıldı.
2019'dan önce ve sonraki Sayıştay raporlarından da alıntılar var medya da hepsini bir araya toplayıp dosya yapsan kitap olur gerçekten.
Bütün bunlar olurken bir de kader ve şehit tartışmaları yaşandı. Açıkçası biz şehit dedik diye insanlar şehit olmaz yargılayıcı bellidir. Bize düşen İnşallah şehitlerdir demek. Ama bu dünyada bir mertebe verme hadisesi, kimseye de bir zararı yok. Hatta belki yakınları için bir iç ferahlığı sebebi. O bakımdan dokunmamak lazım. Vefat edenlere şehit demek konunun araştırılmasının soruşturulmasının önünde bir engel değil.
Ama sanki yine ve yeniden "Kader" kelimesine başvurmak biraz sorgulamayı engeller nitelikte. Bu konu üzerine de sayfalarca kitap yazılır aslında ve zaten yazılmış birçok kitap var. Evet kaderi sorgulayacak değiliz ama kaderin nasıl oluştuğu ve bir mesuliyet gerçeği de ortada duruyor. Dünyada çıkardığı kömür miktarına karşılık en çok ölümlü kaza yaşayan ülke olduğumuz gerçeği de mesela. Ya da Avrupa Birliği ülkelerinin iş kazası ve can kaybı istatistikleri de. Şimdi bu kader ifadesinin yanında "Sabrımız kalmadı her türlü teknolojik gereksinim sağlanacak ve bir daha böyle şeylerin olmasına izin verilmeyecek" de diyor yetkililer. Dedim ya çok geç ama yine de umarım.
Kader ifadesi ve bir daha olmasına izin vermemek şeklindeki cümlelerin bir arada kullanılmasını da yaşanan hadisenin hissettirdiği acıya vererek, ben sadece çocukluğumdan kalan bir hatırayı buraya not olarak düşmeyi tercih ediyorum. Merzifon Çeltek Kömür madeninin kapısında yazan ve çocukluğumdan beri aklıma kazınmış olan şu cümleyi: "Önce tedbir, sonra tevekkül"
Mesela İzmit depreminden önce de defalarca depremler oldu bu ülkede hiç o kadar büyüğü olmamıştı o kadar uzun da sürmedi hiç birisi ama daha önce de oldu, daha sonra da. Hiçbir deprem İzmit gibi yoğun nüfuslu bir yerde de olmadı çok şükür. Ama ya bir benzeri, bir daha olursa hazırlıklı mıyız acaba?
Ya da sel felaketleri, hemen her sene olmuyor mu, dere yataklarındaki yapılaşmaları düzelttik mi? Bir daha olmaz mı, olsa da en az zararla çıkar mıyız?
Bu soru listesi uzar gider. Bu sorular bugünün soruları da değildir sadece. 25 yıl öncenin de sorularıdır. 45 yıl öncenin de ve ne yazık ki bugünün de sorularıdır hatta yarının da soruları olacak gibi durmaktadır.
Amasra meselesine gelince Türkiye Taşkömürü İşletmeleri tarafından dezenformasyon denilen bir Sayıştay raporu haberi var mesela. O gece o rapor bizim sitemize de ulaştı aslında ama biz o durumda haber yapmayı doğru bulmadık. Hatta bir bilene soralım bu rapor ne diyor, ona göre haber yapalım dedik. Ama sabah baktık ki her yerde haber olmuş.
Bir Sayıştay raporunu haber yapmak dezenformasyon mudur bunun kararını artık yargıçlar verecek.
Ama o raporda aynen şöyle bir ifade var : "2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği -300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu, dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra "Kurum Degaj Yönergesi" hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir". Neticede' Ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza riskleri ifadesi haber midir dezenformasyon mudur göreceğiz.
Yazacak o kadar çok şey çıktı ki ortaya birden bire 3 -4 gün içinde bir kitaplık malzeme oluştu. Ama iş işten zaten geçti. Şu anki genel müdürün daha önce Kozlu'da yaşanan kazanın sorumlusu olduğu da yazıldı. 2010 da Karadon'daki kazanın sorumlusu olarak yargılanan kişinin de önceki genel müdür olduğu da yazıldı.
2019'dan önce ve sonraki Sayıştay raporlarından da alıntılar var medya da hepsini bir araya toplayıp dosya yapsan kitap olur gerçekten.
Bütün bunlar olurken bir de kader ve şehit tartışmaları yaşandı. Açıkçası biz şehit dedik diye insanlar şehit olmaz yargılayıcı bellidir. Bize düşen İnşallah şehitlerdir demek. Ama bu dünyada bir mertebe verme hadisesi, kimseye de bir zararı yok. Hatta belki yakınları için bir iç ferahlığı sebebi. O bakımdan dokunmamak lazım. Vefat edenlere şehit demek konunun araştırılmasının soruşturulmasının önünde bir engel değil.
Ama sanki yine ve yeniden "Kader" kelimesine başvurmak biraz sorgulamayı engeller nitelikte. Bu konu üzerine de sayfalarca kitap yazılır aslında ve zaten yazılmış birçok kitap var. Evet kaderi sorgulayacak değiliz ama kaderin nasıl oluştuğu ve bir mesuliyet gerçeği de ortada duruyor. Dünyada çıkardığı kömür miktarına karşılık en çok ölümlü kaza yaşayan ülke olduğumuz gerçeği de mesela. Ya da Avrupa Birliği ülkelerinin iş kazası ve can kaybı istatistikleri de. Şimdi bu kader ifadesinin yanında "Sabrımız kalmadı her türlü teknolojik gereksinim sağlanacak ve bir daha böyle şeylerin olmasına izin verilmeyecek" de diyor yetkililer. Dedim ya çok geç ama yine de umarım.
Kader ifadesi ve bir daha olmasına izin vermemek şeklindeki cümlelerin bir arada kullanılmasını da yaşanan hadisenin hissettirdiği acıya vererek, ben sadece çocukluğumdan kalan bir hatırayı buraya not olarak düşmeyi tercih ediyorum. Merzifon Çeltek Kömür madeninin kapısında yazan ve çocukluğumdan beri aklıma kazınmış olan şu cümleyi: "Önce tedbir, sonra tevekkül"