Vay Canına
Forum Üyesi
Fark etmişsinizdir ki pek çok insan bir araya geldiğinde sohbetler değişmez bir şekilde neyin “yanlış”, neyin “kötü” olduğu üzerine, diğer insanlara veya genel dünyevi konulara doğru sürüklenir. Bu, genellikle birincil sohbet konusudur ve diğer konulara daha az önem verilir. Bu dinamiği, iliskilere veya çevre sartlarına bakmaksızın, arkadaşlararasında, sevgiliile, aile ve iş ortamında, medyada ve yabancılarla yaptığımız sohbetlerde kolaylıkla gözlemleyebiliriz. İnsanlar birbirlerine üzüntüsünden bahsederek ya da şikayet ederek bir nebzede olsa rahatlar ve böylelikle ilişki bağları kurarlar. Sorun olan insanın kederini paylaşması değildir, fakat sıklıkla fazlaca yapılır.
Bu tür sohbetlere sayısız örnekler hakimdir; mesela, derdini anlatan kişinin nasıl haksızlığa uğradığı, ona nasıl yanlış davranıldığı, nasıl daha farklı olunması gerektiği veya olunabileceği gibi. Sadece memnuniyetsizliğin yanısıra, negatif ve kötümser konulara aşırı odaklanma genellikle kendini tekrarlayan bir hal alır.
Elbetteki, aklımızdan neler geçiyorsa onları konuşuruz. Aslında negatif bir sohbete odaklanma genellikle iç dünyamızdaki negatifliklerin hakim olduğu düşünsel yasantıyı, iç sohbetimizi ve düşünme biçimimizi yansıtır. Her ne kadar bu negatif konuları konuşma ihtiyacı hissetsek de, düşünsel iç sohbetimizi ve insanlarla olan sohbetimizi dengede tutmayı, özellikle diğer insanların ve hayatın daha nötr ve pozitif yanlarını yansıtarak, gözönünde bulundurmalıyız. Sürekli negatiflikleri görmek ve onları konuşmak bizi pozitifleri görmekten alıkoyduğu gibi ilişkilerimizi de olumsuz etkiler.
Bir diğer problem de, konuşmayı yapanın, dinleyiciyi “sohbet” adı altında, baskı altındaki duygularını boşaltmak amacı ile ve sesli düşünme aracı olarak kullanma eğilimi veya sohbet konusunu sürekli kendi konuşmak istediği konulara getirmesidir. Böyle bir konuşma yapan kişinin içsel dürtüsü şu şekildedir: “Ne söylemeye ihtiyacım varsa onu söylemeliyim. Senin ihtiyacın olan veya söylemek istediğini kincil planda”. Konuşmayı yapan, sohbetin yönünü kontrol etmeyi periodik olarak bıraksa bile, diğer kişiyi gerçekten dinlemiyordur. Daha ziyade, tekrar kendileri için önemli olan konuya atlayıp konuşmayı devam ettirmek için sabırsızlıkla diğer kişinin konuşmasını bir an önce bitirmesini (veya en azından şöyle bir nefes almasını) bekliyordur. Burada sonuç insanların birbirleri ile konuşmaları değil, birbirlerine konuşmalarıdır. Böyle durumlarda dinleyici sadece bir “obje” den ibarettir. Konuşmayı yapan, dinleyiciye bir “obje” gibi davranarak narsistik gereksinimlerini tatmin eder. Dinleyenin kim olduğu konuşmayı yapan kişi için önemli değildir bile. Bu tür bir sohbet sadece konusmayı yapanın ben merkezciliği değil, dinleyiciyi de insanlıktan çıkartmasıdır. Tek önerilesi müdahale yöntemi, konuşmacının, sohbetin içeriğinin dinleycinin ilgisini çekip çekmeyeceğini gözönünde bulundurmasıdır. Mesela şu soruları düşünerek gözönünde bulundurabilir:
1) Bu bilgi dinleyici ile ilişkili mi? Dinleyici için faydalı veya gerekli mi?
2) Durum bu olsa bile, öğüt mü veriyoruz?
3) Dinleyici için ilginç mi?
4) Dinleyici bunu gercekten duymak ister mi?
5) Dinleyici ne söylendiğini tamamen duyabilecek bir yerde mi?
6) Dinleyici bu bilgiden olumsuz etkilenebilir ve hatta zarar görebilir mi?
7) Dinleyici bu bilgiyi daha önce de pek çok kez dinledi mi?
8) Yoksa sadece sesli mi düşünüyorum?
Bu tür sohbetlere sayısız örnekler hakimdir; mesela, derdini anlatan kişinin nasıl haksızlığa uğradığı, ona nasıl yanlış davranıldığı, nasıl daha farklı olunması gerektiği veya olunabileceği gibi. Sadece memnuniyetsizliğin yanısıra, negatif ve kötümser konulara aşırı odaklanma genellikle kendini tekrarlayan bir hal alır.
Elbetteki, aklımızdan neler geçiyorsa onları konuşuruz. Aslında negatif bir sohbete odaklanma genellikle iç dünyamızdaki negatifliklerin hakim olduğu düşünsel yasantıyı, iç sohbetimizi ve düşünme biçimimizi yansıtır. Her ne kadar bu negatif konuları konuşma ihtiyacı hissetsek de, düşünsel iç sohbetimizi ve insanlarla olan sohbetimizi dengede tutmayı, özellikle diğer insanların ve hayatın daha nötr ve pozitif yanlarını yansıtarak, gözönünde bulundurmalıyız. Sürekli negatiflikleri görmek ve onları konuşmak bizi pozitifleri görmekten alıkoyduğu gibi ilişkilerimizi de olumsuz etkiler.
Bir diğer problem de, konuşmayı yapanın, dinleyiciyi “sohbet” adı altında, baskı altındaki duygularını boşaltmak amacı ile ve sesli düşünme aracı olarak kullanma eğilimi veya sohbet konusunu sürekli kendi konuşmak istediği konulara getirmesidir. Böyle bir konuşma yapan kişinin içsel dürtüsü şu şekildedir: “Ne söylemeye ihtiyacım varsa onu söylemeliyim. Senin ihtiyacın olan veya söylemek istediğini kincil planda”. Konuşmayı yapan, sohbetin yönünü kontrol etmeyi periodik olarak bıraksa bile, diğer kişiyi gerçekten dinlemiyordur. Daha ziyade, tekrar kendileri için önemli olan konuya atlayıp konuşmayı devam ettirmek için sabırsızlıkla diğer kişinin konuşmasını bir an önce bitirmesini (veya en azından şöyle bir nefes almasını) bekliyordur. Burada sonuç insanların birbirleri ile konuşmaları değil, birbirlerine konuşmalarıdır. Böyle durumlarda dinleyici sadece bir “obje” den ibarettir. Konuşmayı yapan, dinleyiciye bir “obje” gibi davranarak narsistik gereksinimlerini tatmin eder. Dinleyenin kim olduğu konuşmayı yapan kişi için önemli değildir bile. Bu tür bir sohbet sadece konusmayı yapanın ben merkezciliği değil, dinleyiciyi de insanlıktan çıkartmasıdır. Tek önerilesi müdahale yöntemi, konuşmacının, sohbetin içeriğinin dinleycinin ilgisini çekip çekmeyeceğini gözönünde bulundurmasıdır. Mesela şu soruları düşünerek gözönünde bulundurabilir:
1) Bu bilgi dinleyici ile ilişkili mi? Dinleyici için faydalı veya gerekli mi?
2) Durum bu olsa bile, öğüt mü veriyoruz?
3) Dinleyici için ilginç mi?
4) Dinleyici bunu gercekten duymak ister mi?
5) Dinleyici ne söylendiğini tamamen duyabilecek bir yerde mi?
6) Dinleyici bu bilgiden olumsuz etkilenebilir ve hatta zarar görebilir mi?
7) Dinleyici bu bilgiyi daha önce de pek çok kez dinledi mi?
8) Yoksa sadece sesli mi düşünüyorum?