Son zamanlarda dış basında NATO'nun Türkiye'yi ittifaktan ihraç etmesini isteyenlerin seslerini iyice yükseltmeye başladıklarını görüyorum.
Bunun son örneklerinden biri NATO'nun eski Başkomutanı (SACEUR) General James Stavridis. Yunanistan'da yayımlanan Kathimerini gazetesine bir demeç veren Stavridis Türkiye'yi "NATO birliğinin önündeki en büyük engel" olarak nitelendirdi.
Üstü kapalı olarak Ankara'nın Rusya'yla sıkı fıkı ilişkilerini, üstü açık olarak da İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerinin Ankara tarafından engellenmek istemesini sert bir dille eleştiren Stavridis şunları söyledi:
"İttifak'ın temelde Türkiye ya da İsveç ve Finlandiya arasında seçim yapmak zorunda kalacağı bir noktaya gelmeyeceğini umarım. Henüz o noktada değiliz. Baharda Türkiye'de yapılacak seçimlerin sonuçlarını beklemeliyiz.
"İsveç ve Finlandiya'nın bu yıl ittifaka katılacağından eminim. Türkiye seçimleri sonuçlarını görmek ve ardından da nasıl ilerlediğimizi değerlendirmek gerekiyor. "
Bizim basın-yayın organları Stavridis'in sözlerini "skandal" olarak değerlendirdi. Oysa Stavridis gayet gerçekçi bir konuşma yapmıştı. Eski SACEUR'ün söylemek istedikleri şuydu:
"Madem ki siz bizim kulübün üyesisiniz, kulüp tüzüğünün gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Ben bunlara uymam, derseniz ya kendiniz çekip gidersiniz ya da biz sizi üyelikten atarız." Bu kadar basit. İyi de gerek NATO gerekse de Ankara böyle bir boşanmanın sonuçlarına katlanabilir mi?
Gene Kathimerini gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısını size nakletmek isterim. George Monastiriakos imzalı yazının başlığı "Erdoğan İsveç'le Finlandiya'nın NATO'ya Katılımını Engellerse Türkiye'yi İhraç Edin".
Okuyalım:
"Ne yazık ki NATO'nun en gereksinim duyduğu şu zamanlarda Türkiye ittifakın istikrarını bozmaya devam ediyor.Cumhurbaşkanı Erdoğan İsveç'le Finlandiya'nın üyeliklerini engellemeye devam ederse Türkiye'yi ihraç edin. NATO tüzüğünün İkinci Maddesi üyelerin demokratik kurumlarını güçlendirmeleri, refah ve istikrar koşullarını iyileştirmelerini, uluslararası ekonomi politikalarında sorun çıkarmamaları gerektiğininin altını çizer. Cumhurbaşkanı Erdoğan son görev döneminde bunların tam aksini yaptı. Türkiye'nin demokratik kurumlarını zayıflattı, sorunlu ekonomi politikaları izledi ve ittifakın istikrarını bozdu. Türkiye bu politikalarla NATO tüzüğünün İkinci Maddesini açıkça ihlal etmiştir."
Ankara'nın İsveç ve Finlandiya'ya şantaj yaptığını, Rusya'yla sıkı fıkı ilişkiler içine girdiğini, IŞİD militanlarına Suriye'ye geçmeleri için sınırı açtığını, Karabağ'daki Ermenilere karşı etnik temizlik yapılması için Azerbaycan'a destek verdiğini, Rusya ve İran'ın ambargoları delmelerine yardımcı olduğunu ileri süren yazı şöyle devam ediyor:
"Türkiye'yi ihraç etmekle NATO hiç kuşkusuz yaralar alacaktır. Bir kere Karadeniz, Kafkasya ve Ortadoğu'daki üstünlüğünü kaybedecektir. Ayrıca ittifak ikinci büyük ordusundan olacaktır. ABD Haberalma Örgütü CIA'yle MİT arasındaki çok değerli olan istihbarat paylaşımları kesilecektir. Son olarak, Washington'ın Ankara'daki ağırlığının kalmaması Türkiye'nin Yunanistan'ı işgal etmesine yol açabilecektir. "
Bütün bunlara rağmen NATO'nun Türkiye olmadan da Karadeniz'de varlığını Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan'ın Dedeağaç limanından sürdürebileceğine işaret eden yazının bundan sonrası şöyle:
"Ama esas kaybeden Türkiye olacaktır. Çünkü Ankara Avrupa ve Asya arasında bir köprü olarak NATO'nun kendisine sağladığı destekle 21. Yüzyılın büyük gücü olmayı amaçlamaktadır. Ancak, Türkiye'nin hegemonyacı hedeflerinin aksine İsveç ve Finlandiya tam anlamıyla demokratik ülkelerdir ve NATO'nun ortak çıkarlarını ve demokratik değerlerini paylaşmaktadırlar. Helsinki de Stockholm da NATO üyeliği için tarafsızlık politikalarından vaz geçmek gibi zor bir karar almışlardır. Bu da Finlandiya ve İsveç tarihinde yaşanan bir dönüm noktası niteliğindedir."
Bu yazılanları içim acıyarak okudum. Türkiye'nin NATO'ya tam üye olduğu 1953'den bu yana tam 70 yıl geçti. Bu 70 yılda Ankara'yla NATO ilişkilerinde hiç pürüzler yaşanmadı mı? Tabii ki yaşandı. Hatta ünlü 1 Mart 2003 tezkeresi olayından sonra Türkiye'nin NATO üyeliği, bugünkü kadar sert değilse bile tartışmaya açılır olmuştu. Ama iki tarafta da aklı selim galip gelmiş, tabir caizse "direkten dönülmüştü."
Bir de bugüne bakıyorum. Taraflarda itidalden eser yok. Ankara NATO'nun yanından dolanır Putin Rusya'sıyla daha da sıkı fıkı olur, IŞİD'i himaye ettiği izlenimini arttırır, Atatürk'un "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinden ısrarla uzaklaşmaya devam ederse sonuçlarına katlanacak, ancak 85 milyonluk bir milleti de felakete sürükleyecektir. Bunu yapanlar ise er ya da geç marifetlerinin bedelini çok ağır ödemek zorunda kalacaklardır.
Bunun son örneklerinden biri NATO'nun eski Başkomutanı (SACEUR) General James Stavridis. Yunanistan'da yayımlanan Kathimerini gazetesine bir demeç veren Stavridis Türkiye'yi "NATO birliğinin önündeki en büyük engel" olarak nitelendirdi.
Üstü kapalı olarak Ankara'nın Rusya'yla sıkı fıkı ilişkilerini, üstü açık olarak da İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerinin Ankara tarafından engellenmek istemesini sert bir dille eleştiren Stavridis şunları söyledi:
"İttifak'ın temelde Türkiye ya da İsveç ve Finlandiya arasında seçim yapmak zorunda kalacağı bir noktaya gelmeyeceğini umarım. Henüz o noktada değiliz. Baharda Türkiye'de yapılacak seçimlerin sonuçlarını beklemeliyiz.
"İsveç ve Finlandiya'nın bu yıl ittifaka katılacağından eminim. Türkiye seçimleri sonuçlarını görmek ve ardından da nasıl ilerlediğimizi değerlendirmek gerekiyor. "
Bizim basın-yayın organları Stavridis'in sözlerini "skandal" olarak değerlendirdi. Oysa Stavridis gayet gerçekçi bir konuşma yapmıştı. Eski SACEUR'ün söylemek istedikleri şuydu:
"Madem ki siz bizim kulübün üyesisiniz, kulüp tüzüğünün gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Ben bunlara uymam, derseniz ya kendiniz çekip gidersiniz ya da biz sizi üyelikten atarız." Bu kadar basit. İyi de gerek NATO gerekse de Ankara böyle bir boşanmanın sonuçlarına katlanabilir mi?
Gene Kathimerini gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısını size nakletmek isterim. George Monastiriakos imzalı yazının başlığı "Erdoğan İsveç'le Finlandiya'nın NATO'ya Katılımını Engellerse Türkiye'yi İhraç Edin".
Okuyalım:
"Ne yazık ki NATO'nun en gereksinim duyduğu şu zamanlarda Türkiye ittifakın istikrarını bozmaya devam ediyor.Cumhurbaşkanı Erdoğan İsveç'le Finlandiya'nın üyeliklerini engellemeye devam ederse Türkiye'yi ihraç edin. NATO tüzüğünün İkinci Maddesi üyelerin demokratik kurumlarını güçlendirmeleri, refah ve istikrar koşullarını iyileştirmelerini, uluslararası ekonomi politikalarında sorun çıkarmamaları gerektiğininin altını çizer. Cumhurbaşkanı Erdoğan son görev döneminde bunların tam aksini yaptı. Türkiye'nin demokratik kurumlarını zayıflattı, sorunlu ekonomi politikaları izledi ve ittifakın istikrarını bozdu. Türkiye bu politikalarla NATO tüzüğünün İkinci Maddesini açıkça ihlal etmiştir."
Ankara'nın İsveç ve Finlandiya'ya şantaj yaptığını, Rusya'yla sıkı fıkı ilişkiler içine girdiğini, IŞİD militanlarına Suriye'ye geçmeleri için sınırı açtığını, Karabağ'daki Ermenilere karşı etnik temizlik yapılması için Azerbaycan'a destek verdiğini, Rusya ve İran'ın ambargoları delmelerine yardımcı olduğunu ileri süren yazı şöyle devam ediyor:
"Türkiye'yi ihraç etmekle NATO hiç kuşkusuz yaralar alacaktır. Bir kere Karadeniz, Kafkasya ve Ortadoğu'daki üstünlüğünü kaybedecektir. Ayrıca ittifak ikinci büyük ordusundan olacaktır. ABD Haberalma Örgütü CIA'yle MİT arasındaki çok değerli olan istihbarat paylaşımları kesilecektir. Son olarak, Washington'ın Ankara'daki ağırlığının kalmaması Türkiye'nin Yunanistan'ı işgal etmesine yol açabilecektir. "
Bütün bunlara rağmen NATO'nun Türkiye olmadan da Karadeniz'de varlığını Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan'ın Dedeağaç limanından sürdürebileceğine işaret eden yazının bundan sonrası şöyle:
"Ama esas kaybeden Türkiye olacaktır. Çünkü Ankara Avrupa ve Asya arasında bir köprü olarak NATO'nun kendisine sağladığı destekle 21. Yüzyılın büyük gücü olmayı amaçlamaktadır. Ancak, Türkiye'nin hegemonyacı hedeflerinin aksine İsveç ve Finlandiya tam anlamıyla demokratik ülkelerdir ve NATO'nun ortak çıkarlarını ve demokratik değerlerini paylaşmaktadırlar. Helsinki de Stockholm da NATO üyeliği için tarafsızlık politikalarından vaz geçmek gibi zor bir karar almışlardır. Bu da Finlandiya ve İsveç tarihinde yaşanan bir dönüm noktası niteliğindedir."
Bu yazılanları içim acıyarak okudum. Türkiye'nin NATO'ya tam üye olduğu 1953'den bu yana tam 70 yıl geçti. Bu 70 yılda Ankara'yla NATO ilişkilerinde hiç pürüzler yaşanmadı mı? Tabii ki yaşandı. Hatta ünlü 1 Mart 2003 tezkeresi olayından sonra Türkiye'nin NATO üyeliği, bugünkü kadar sert değilse bile tartışmaya açılır olmuştu. Ama iki tarafta da aklı selim galip gelmiş, tabir caizse "direkten dönülmüştü."
Bir de bugüne bakıyorum. Taraflarda itidalden eser yok. Ankara NATO'nun yanından dolanır Putin Rusya'sıyla daha da sıkı fıkı olur, IŞİD'i himaye ettiği izlenimini arttırır, Atatürk'un "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinden ısrarla uzaklaşmaya devam ederse sonuçlarına katlanacak, ancak 85 milyonluk bir milleti de felakete sürükleyecektir. Bunu yapanlar ise er ya da geç marifetlerinin bedelini çok ağır ödemek zorunda kalacaklardır.