O gece, Ankara, Bestekâr Sokağın başındaki apartmanın terasında oturmuş, tepemizde gümüş bir tepsi gibi parlayan dolunayı seyrediyorduk. Derin bir iç geçirdim. Bu olayı 50 yıl, her defasında, “Hah dedim.” diye başlayıp şöyle anlattı: “Şimdi ilk aşkını anlatacak. Kulak kesildim. Bir kez daha içini çekti ve ‘bu mehtapta ne domuz avlanır!’ dedi.” Metin Münir benim romantizm anlayışıma o gece notunu vermişti!
Metin’in adını ilk kez, 1964 yıllında, Mülkiye’de sınav listelerinde gördüğümü anımsıyorum. Karşısında hiçbir zaman not olmazdı. Tanıştıktan yıllar sonra, o yıllarda gizlice Kıbrıs’a gittiğini ve tarihe geçen Erenköy çarpışmalarına katıldığını anlattı. Her an ölümle burun buruna yaşadıklarını sanki bir başkası yaşamış gibi, anlatması dikkatimi çekmişti. Ölümü daha o zaman kanıksamış olmalıydı.
1967 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladığımızda, beş yakın arkadaş, Bestekâr sokaktaki o teras katına yerleşmiştik. Kısa bir süre sonra, Bahadır Demir’in önerisi ile Metin Münir de bize katıldı. Kıbrıs’tan dönmüş, Mülkiye Siyasi Şube’den (Uluslararası İlişkiler Şubesi) mezun olmuştu. Kalacak yeri, işi yoktu. Onu sokakta bırakamazdık. Ben ve Metin daha ilk günden birbirimize ısınmıştık.
Bir sabah, iş görüşmesine gideceğini, beyaz gömlek ve kravata ihtiyacı olduğunu söyledi. “Benimkileri alabilirsin.” dedim. Akşam Mülkiyeliler Birliği’nde buluştuğumuzda yüzü gülüyordu. “Senin gömlek ve kravat uğurlu geldi. Turkish Daily News gazetesinde işe alındım.” dedi. Çok mutlu olmuştum. Kendim değil ama bana ait bir şeyler, bir insanın işine yaramıştı. Üstelik Metin, daha işe başlar başlamaz hepimizden daha fazla maaş alacaktı. O akşam bunu kutladık.
Metin Münir yıllar içinde Türk basınının önde gelen isimlerinden oldu. Turkish Daily News’dan sonra uzun yıllar Financial Times, Sunday Times, London Times gazetelerinin ve BBC’nin Türkiye temsilciliğini yaptı. Asil Nadir’in sahibi olduğu Güneş gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi. Sabah, Yeni Yüzyıl, Vatan ve Milliyet gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Derya Sazak’ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde Milliyet gazetesinden “çıkarıldı.” Metin çıkarıldığına değil, bu tebligatın kendisine email ile yapılmasına çok içerledi. Bu saygısızlığı hiç unutmadı. Haklıydı.
Anavatanı Kıbrıs’a, Ozanköy’e yerleşti. Son yıllarında t24’te, doğa, çevre yazılarına ağırlık verdi. Geçirdiği ve Erenköy çarpışmalarından sonra belki de ikinci kez ölümün eşiğinden döndüğü -kendi deyişiyle, “öteki tarafa gidip, geldiği!-(1) kalp sorunu sonrasında yaşama ve doğaya bakışı değişmişti. Doğada, doğa ile iç içe olmak; doğayı, bitkileri, kuşları, yaban hayatını gözlemlemek ona iyi geliyordu. Doğanın hem değerini hem büyüklüğünü; tanrının doğa, doğanın tek tanrı olduğunu anlamıştı. Bu konuda da aramızda tam bir düşünce ve inanç birliği vardı. Doğa konusunda yazdığı birçok yazıda adımın geçmesi bu nedenledir.
Metin merak eden, araştıran, tam bir entelektüeldi. Okurdu. Hem de sürekli. Beni, “Catch 22” (Joseph Heller), “Catcher in The Rye” (J.D.Salinger) “Meet My Maker the Mad Molecule” (J. P. Donleavy) gibi kitaplar ve yazarları ile tanıştıran o’dur.
Entelektüel birikimi, olaylara doğru bakış açısı, değerlendirmeleri ve gerçekçiliği onu Financial Times, BBC gibi ünlü yazılı ve görsel Avrupa medyasının aranan, güvenilir temsilcisi yapmıştı. İngilizcesi kusursuzdu. Bakan İsmail Cem ile anlaşamayıp, Dışişlerinden ayrıldığım dönemde Semih İdiz, Genel Yayın Yönetmeni olduğu İngilizce Turkish News gazetesine yazmamı teklif ettiğinde ilk yazımı önce Metin’e gönderdim. “Yazıyı çok beğendiği, İngilizcemin bu kadar iyi olduğuna şaşırdığı” yanıtını görünce doğrusu hem çok memnun oldum hem cesaret buldum. İngilizce makale, köşe yazısı yazacak biri için daha iyi bir referans olamazdı. O yazılarım, Bakanlığa tekrar dönünceye kadar, iki yıl devam etti. Yıllar geçecek ve ben 2015 yılında, ilk kitabım “Belgrad. 500 Yıl Sonra”nın taslağını -Belgrad’da beni ziyarete gelmiş olduğunu da dikkate alarak-yine önce Metin’e gönderip, okumasını isteyecektim. Sonraki iki kitabımı da yaptığım gibi. Kitaplarımın sonuna, okuyucunun oraya kadar okumasını haklı gösterecek bir ödül olarak, çarpıcı ve değişik bir bölüm koymamı öneren de (hep öyle yaptım) Metin Münir’dir.
Metin yaklaşık 50 yıllık yakın dostluğumuz sırasında bir kez de yaşamıma doğrudan katkıda bulunmaya çalıştı. Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel’in teklifi ile tekrar dönünceye kadar Bakanlıktan ayrı olduğum dönemde bana, “sen şimdi rahat durmazsın. İyisi mi sana televizyonda bir iş bulalım. Ekonomi programı sun.” dedi ve tutup beni, o tarihte kurulma aşamasında olan CNBC-E televizyonuna götürdü. Metin’i kırmamak için gittim ama doğrusu tekrar memur gibi saatlere, programlara bağlı olarak çalışmak istemiyordum. Televizyon yetkilisi bu tercihimi anlayışla karşıladı.
Metin biz diplomatları çoğu zaman anlamadığını söylerdi. Belki de halklıydı. Görünürde benzer bir iş yapıyorduk ama biz bir devletin temsilcileriydik. Öyle yetiştirilmiştik. Öte yandan biz belki de ne bildiğimizin veya ne kadar çok şey bildiğimizin farkında değildik. Bildiklerimiz bize doğal geliyordu. Bunu bir gün Ankara, Bulvar Palas’ta yemek yerken anlattığım bir olay karşısında şaşırdığını görüp, “bunda şaşacak ne var?” gibisinden bir söz ettiğimde, “siz diplomatlar çok şey biliyorsunuz ve bunları herkesin de bildiğini zannediyorsunuz. Hâlbuki sizin anlattıklarınızın hemen hepsi bizim için haberdir.” diyerek veciz biçimde ifade etmişti.
Kıbrıs’ta olup bitenle her zaman yakından ilgiliydi. Çoğu kez Türkiye’nin Kıbrıs politikasını değilse de Kıbrıs’ta yaptıklarını eleştirirdi. Bu eleştirileri AKP iktidarı ile daha da artmış ve keskin hale gelmişti. Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) Türkiye’ye benzettiğini düşünüyordu. Çok da haksız değildi. Mafyavari işler ve ilişkiler dâhil, KKTC’nin bugün geldiği yer Metin’i büyük ölçüde doğruluyor.
44 yıllık meslek yaşamımda Kıbrıs’a bir kez, o da kısa süreli ilk emekliliğim sırasında Metin’i görmek için gittim. Birlikte dağları, ormanları dolaştık. Kıyılarda çöp topladık. Metin aracında büyük çöp torbaları taşıyor, her denize gittiğinde, denizin, “alın bu çöplerinizi, başınıza çalın.” dercesine kıyıya attığı, başta plastikler olmak üzere, kilolarca çöp toplayıp, çöp bidonlarına atıyordu. Kuşlara merak sarmıştı. Beni sık sık arıyor ve tarif ettiği kuşun hangi tür olduğunu soruyordu.
Metin Münir sert ve suratsız görünümünün altında bilgili, esprili, eğlenceli, sözü sohbeti çekilir bir adamdı. Haksızlığa tahammülü yoktu. İsmail Cem bana haksızlık ettiğinde, basında çıkan çok sayıda yazı arasında en sert olanını Metin yazmıştı.
Karşı cinsle arası iyiydi. Evlilikleri belki pek başarılı olamadı ama dört çocuğuna iyi bir baba oldu.
İnsanlar vardır, gittiklerinde koca dünyada yapayalnız, bir tek siz kalmışsınız gibi hissedersiniz kendinizi. Metin Münir öyle bir insandı.
Güle güle dostum. Tekrar buluşmak üzere.
(1).Ölümden Sonraki Hayatım. Metin Münir. Doğan Kitap. 2004
Metin’in adını ilk kez, 1964 yıllında, Mülkiye’de sınav listelerinde gördüğümü anımsıyorum. Karşısında hiçbir zaman not olmazdı. Tanıştıktan yıllar sonra, o yıllarda gizlice Kıbrıs’a gittiğini ve tarihe geçen Erenköy çarpışmalarına katıldığını anlattı. Her an ölümle burun buruna yaşadıklarını sanki bir başkası yaşamış gibi, anlatması dikkatimi çekmişti. Ölümü daha o zaman kanıksamış olmalıydı.
1967 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladığımızda, beş yakın arkadaş, Bestekâr sokaktaki o teras katına yerleşmiştik. Kısa bir süre sonra, Bahadır Demir’in önerisi ile Metin Münir de bize katıldı. Kıbrıs’tan dönmüş, Mülkiye Siyasi Şube’den (Uluslararası İlişkiler Şubesi) mezun olmuştu. Kalacak yeri, işi yoktu. Onu sokakta bırakamazdık. Ben ve Metin daha ilk günden birbirimize ısınmıştık.
Bir sabah, iş görüşmesine gideceğini, beyaz gömlek ve kravata ihtiyacı olduğunu söyledi. “Benimkileri alabilirsin.” dedim. Akşam Mülkiyeliler Birliği’nde buluştuğumuzda yüzü gülüyordu. “Senin gömlek ve kravat uğurlu geldi. Turkish Daily News gazetesinde işe alındım.” dedi. Çok mutlu olmuştum. Kendim değil ama bana ait bir şeyler, bir insanın işine yaramıştı. Üstelik Metin, daha işe başlar başlamaz hepimizden daha fazla maaş alacaktı. O akşam bunu kutladık.
Metin Münir yıllar içinde Türk basınının önde gelen isimlerinden oldu. Turkish Daily News’dan sonra uzun yıllar Financial Times, Sunday Times, London Times gazetelerinin ve BBC’nin Türkiye temsilciliğini yaptı. Asil Nadir’in sahibi olduğu Güneş gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi. Sabah, Yeni Yüzyıl, Vatan ve Milliyet gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Derya Sazak’ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde Milliyet gazetesinden “çıkarıldı.” Metin çıkarıldığına değil, bu tebligatın kendisine email ile yapılmasına çok içerledi. Bu saygısızlığı hiç unutmadı. Haklıydı.
Anavatanı Kıbrıs’a, Ozanköy’e yerleşti. Son yıllarında t24’te, doğa, çevre yazılarına ağırlık verdi. Geçirdiği ve Erenköy çarpışmalarından sonra belki de ikinci kez ölümün eşiğinden döndüğü -kendi deyişiyle, “öteki tarafa gidip, geldiği!-(1) kalp sorunu sonrasında yaşama ve doğaya bakışı değişmişti. Doğada, doğa ile iç içe olmak; doğayı, bitkileri, kuşları, yaban hayatını gözlemlemek ona iyi geliyordu. Doğanın hem değerini hem büyüklüğünü; tanrının doğa, doğanın tek tanrı olduğunu anlamıştı. Bu konuda da aramızda tam bir düşünce ve inanç birliği vardı. Doğa konusunda yazdığı birçok yazıda adımın geçmesi bu nedenledir.
Metin merak eden, araştıran, tam bir entelektüeldi. Okurdu. Hem de sürekli. Beni, “Catch 22” (Joseph Heller), “Catcher in The Rye” (J.D.Salinger) “Meet My Maker the Mad Molecule” (J. P. Donleavy) gibi kitaplar ve yazarları ile tanıştıran o’dur.
Entelektüel birikimi, olaylara doğru bakış açısı, değerlendirmeleri ve gerçekçiliği onu Financial Times, BBC gibi ünlü yazılı ve görsel Avrupa medyasının aranan, güvenilir temsilcisi yapmıştı. İngilizcesi kusursuzdu. Bakan İsmail Cem ile anlaşamayıp, Dışişlerinden ayrıldığım dönemde Semih İdiz, Genel Yayın Yönetmeni olduğu İngilizce Turkish News gazetesine yazmamı teklif ettiğinde ilk yazımı önce Metin’e gönderdim. “Yazıyı çok beğendiği, İngilizcemin bu kadar iyi olduğuna şaşırdığı” yanıtını görünce doğrusu hem çok memnun oldum hem cesaret buldum. İngilizce makale, köşe yazısı yazacak biri için daha iyi bir referans olamazdı. O yazılarım, Bakanlığa tekrar dönünceye kadar, iki yıl devam etti. Yıllar geçecek ve ben 2015 yılında, ilk kitabım “Belgrad. 500 Yıl Sonra”nın taslağını -Belgrad’da beni ziyarete gelmiş olduğunu da dikkate alarak-yine önce Metin’e gönderip, okumasını isteyecektim. Sonraki iki kitabımı da yaptığım gibi. Kitaplarımın sonuna, okuyucunun oraya kadar okumasını haklı gösterecek bir ödül olarak, çarpıcı ve değişik bir bölüm koymamı öneren de (hep öyle yaptım) Metin Münir’dir.
Metin yaklaşık 50 yıllık yakın dostluğumuz sırasında bir kez de yaşamıma doğrudan katkıda bulunmaya çalıştı. Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel’in teklifi ile tekrar dönünceye kadar Bakanlıktan ayrı olduğum dönemde bana, “sen şimdi rahat durmazsın. İyisi mi sana televizyonda bir iş bulalım. Ekonomi programı sun.” dedi ve tutup beni, o tarihte kurulma aşamasında olan CNBC-E televizyonuna götürdü. Metin’i kırmamak için gittim ama doğrusu tekrar memur gibi saatlere, programlara bağlı olarak çalışmak istemiyordum. Televizyon yetkilisi bu tercihimi anlayışla karşıladı.
Metin biz diplomatları çoğu zaman anlamadığını söylerdi. Belki de halklıydı. Görünürde benzer bir iş yapıyorduk ama biz bir devletin temsilcileriydik. Öyle yetiştirilmiştik. Öte yandan biz belki de ne bildiğimizin veya ne kadar çok şey bildiğimizin farkında değildik. Bildiklerimiz bize doğal geliyordu. Bunu bir gün Ankara, Bulvar Palas’ta yemek yerken anlattığım bir olay karşısında şaşırdığını görüp, “bunda şaşacak ne var?” gibisinden bir söz ettiğimde, “siz diplomatlar çok şey biliyorsunuz ve bunları herkesin de bildiğini zannediyorsunuz. Hâlbuki sizin anlattıklarınızın hemen hepsi bizim için haberdir.” diyerek veciz biçimde ifade etmişti.
Kıbrıs’ta olup bitenle her zaman yakından ilgiliydi. Çoğu kez Türkiye’nin Kıbrıs politikasını değilse de Kıbrıs’ta yaptıklarını eleştirirdi. Bu eleştirileri AKP iktidarı ile daha da artmış ve keskin hale gelmişti. Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) Türkiye’ye benzettiğini düşünüyordu. Çok da haksız değildi. Mafyavari işler ve ilişkiler dâhil, KKTC’nin bugün geldiği yer Metin’i büyük ölçüde doğruluyor.
44 yıllık meslek yaşamımda Kıbrıs’a bir kez, o da kısa süreli ilk emekliliğim sırasında Metin’i görmek için gittim. Birlikte dağları, ormanları dolaştık. Kıyılarda çöp topladık. Metin aracında büyük çöp torbaları taşıyor, her denize gittiğinde, denizin, “alın bu çöplerinizi, başınıza çalın.” dercesine kıyıya attığı, başta plastikler olmak üzere, kilolarca çöp toplayıp, çöp bidonlarına atıyordu. Kuşlara merak sarmıştı. Beni sık sık arıyor ve tarif ettiği kuşun hangi tür olduğunu soruyordu.
Metin Münir sert ve suratsız görünümünün altında bilgili, esprili, eğlenceli, sözü sohbeti çekilir bir adamdı. Haksızlığa tahammülü yoktu. İsmail Cem bana haksızlık ettiğinde, basında çıkan çok sayıda yazı arasında en sert olanını Metin yazmıştı.
Karşı cinsle arası iyiydi. Evlilikleri belki pek başarılı olamadı ama dört çocuğuna iyi bir baba oldu.
İnsanlar vardır, gittiklerinde koca dünyada yapayalnız, bir tek siz kalmışsınız gibi hissedersiniz kendinizi. Metin Münir öyle bir insandı.
Güle güle dostum. Tekrar buluşmak üzere.
(1).Ölümden Sonraki Hayatım. Metin Münir. Doğan Kitap. 2004
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.