31 Mart yerel seçiminde birinci olmasından sonra CHP yönetimi, “normalleşme” adı altında, başarısına AKP’yi de ortak etmeyi tercih etti.
Seçimden bir ay sonra, Mayıs başında, daha seçim başarısını yeterince hazmetmeden, kutlamadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeye giden CHP Genel Başkanı Özgür Özel, politik çizgisini, “normalleşme” adını verdiği, bir anlamda iktidar-muhalefet ortaklığı denilebilecek sınırlar içine yerleştirdi.
Bu görüşmeden sonra bir ay sonra, Haziran’da, Erdoğan, CHP genel merkezine giderek Özel’i ziyaret ettiğinde, artık Özel, muhalefetinin dozunu hep sindirilebilir düzeyde yapmayı kabul etmiş ve böylece iktidarın yazdığı senaryonun bir parçası olmayı zımnen kabul etmiş göründü.
CHP kurtarıcı mı?
Özel’in, parti tabanından gelen eleştiriler karşısında, normalleşmenin başarısını göstermek için verdiği örnekler ve teşekkür için Erdoğan’ın “özel kalem müdürünü” aradığını söylemesi, AKP’nin bir kez daha yeni bir “kurtarıcı” bulduğu yorumlarına yol açtı.
22 yıllık iktidarı döneminde AKP, ne zaman oyları düşse, ya ılımlı bir politika izleyerek ya açılım yaparak ya rakiplerini terörle işbirliği yapmakla suçlayarak ya da oy kaybettirmeyecek bazı tavizler vererek destek alacağı bir “kurtarıcı” buldu. AKP, bu “kurtarıcı”lar sayesinde seçimleri birinci olarak bitirdi.
Erdoğan-Özel görüşmeleri, yeni “kurtarıcı”nın, görünürde, karşılıklı “kazan-kazan” dengesi üzerine kurulmuş gibi görünse de aslında nihai olarak AKP’ye kazandıracak şekilde CHP olduğunu gösteriyor.
Ama AKP’nin, Erdoğan’ı yeniden hatta birkaç kez cumhurbaşkanı seçtirmek amacıyla bir anayasa değişikliği yapmasına, CHP’nin eksiksiz destek vermeyeceğinin ortaya çıkması, yeni bir desteği gerektirmiş görünüyor.
Erdoğan’ın, TBMM’nin 1 Ekim’de açış konuşmasında, Özel’in ayağa kalkma kararı alması üzerine, CHP milletvekillerinin yaklaşık yarısı ya ayağa kalkmayarak ya da genel kurula katılmayarak, Özel tarzı normalleşmeye destek vermedi. Bu da, CHP yönetimi ile AKP arasında bir anayasa değişikliği için yapılacak anlaşmaya CHP’den büyük fire olacağını gösterdi.
Bu noktadan sonra AKP’nin ikinci destek arayışının hedefi DEM oldu. AKP’nin, anayasa değişikliğini istediği gibi gerçekleştirebilmesi için CHP’nin vereceği fireyi, DEM’in kapatması amaçlanmış gibi görünüyor.
Cumhur ittifakının, kapatılmasını istediği ve en ağır eleştirileri yönelttiği, DEM’e birden bire olumlu yaklaşmasıyla başlayan gelişmelerin, AKP oy tabanını rahatsız etmeyecek tavizler verilerek sonuçlanmasının hedeflendiği belirtiliyor.
Majestlerinin sadık muhalefeti
AKP’nin, hem CHP hem de DEM ile ilgili izlediği politikanın, hiçbir şekilde “kazan-kazan” dengesi üzerine kurulmayacağı, geçen 22 yıl boyunca birçok örnekte görüldü. Bu tür işbirliklerinde kazanan sonuçta AKP oldu.
Bu tecrübeleri yaşamış CHP yönetiminin bunları bilmiyor olması düşünülemez.
Peki, o takdirde neden “majestelerinin sadık muhalefeti” rolünden parti yönetimi rahatsız olmuyor?
CHP yönetimi, neden parti tabanından, örgütlerden bu konuda gelen şikâyetlere kulaklarını tıkayıp, “milli cephe- iç cephe” gibi tanımlamalarla iktidar-muhalefet ortaklığı modelinde ısrar ediyor?
Neden her gün bir yenisi ortaya çıkan yanlış politikalar karşısında, halkın tepkilerini gösterecek eylemler yapmayıp, sadece bazı eleştiriler yapmakla yetiniyor?
Muhalefet, AKP ve Cumhur İttifakının yazdığı bir senaryonun bir parçası, oyuncusu haline geldiğinde, nasıl seçmenin kendisine güvenmesini sağlayacak?
AKP seçmeni, bu kez neden AKP kontrolündeymiş gibi görünen CHP’ye oy verecek?
CHP, AKP iktidarının eğitim, sağlık, adalet alanlarında getirdiği zihniyet değişiminin ürettiği, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan, kendisine oy gelmediğini düşündüğü orta sınıfı eriten ekonomi politikasının ürettiği sorunları çözebileceği konusunda, seçmene güven verebiliyor mu, verebilecek mi?
İktidara karşı sert muhalefet yapmayarak birinci parti olacağı ve seçimi kazanacağı iddiasındaki CHP yönetiminin, sınırlarını AKP - Cumhur ittifakının çizdiği bir alanda siyaset yapmasının, bir muhalefet boşluğu yaratmadığı söylenebilir mi?
Parti içi muhalefetin şansı
Bütün bu sorular, parti içi muhalefet tarafından da soruluyor.
Artık CHP’de, birbirini ağır bir şekilde eleştiren, birkaç parti içi muhalefet grubu olduğu söylenebilir.
Parti içi muhalif gruplar, Özel yönetiminin izlediği politikanın, sonuçta parti içi iktidarını korumaya yönelik olduğunu ama seçimde başarı şansı bulunmadığı görüşünde.
Özel’in seçimde başarısız olsa bile parti içindeki iki ayrı güç odağı olan Ekrem İmamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun, genel başkanlığı ele geçirmesi ya da kontrol etmesini önleyip önlemeyeceği, bundan sonraki gelişmelere göre şekillenecek.
İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun her ikisinin de haklarında siyasi yasaklı olmalarına yönelik davaların bundan sonraki süreçte nasıl sonuçlanacağı da Özel yönetiminin geleceğini etkileyecek.
Bütün bu eleştiriler karşısında CHP yönetiminin savunması, anketlerde, CHP’nin hâlâ birinci parti olarak görünmesi ve halkın, normalleşmeden memnun olduğu sonucunun çıkması. Anketlerin ne kadar yönlendirici olduğu ve geçtiğimiz birçok seçimde seçmeni yanılttıkları bilindiği için, bu kez de anketlerle nasıl bir tuzak hazırlandığını daha sonra öğrenebileceğiz. Parti tabanından çok anketleri dikkate almayı tercih eden CHP yönetiminin, bundan sonra atacağı her adımın AKP ile koordineli olması ve Özel’in parti içinde gücünü koruyabilmesi için AKP’nin sembolik bazı önerilerini kabul etmesi şaşırtıcı olmayacak.
CHP yönetiminin, yeni açılım politikalarına CHP’nin de dahil olup, iktidarla birlikte sorumluluğu üstlenmesinin, sonuçları bu aşamada tam olarak bilinmeyen bir senaryonun yükünü taşıma riskini öngörüp öngörmediği ise ilerde anlaşılacak.
Parti içi muhalefet, parti tabanı ve seçmenlerin, CHP’nin, adım adım majestelerinin sadık muhalefeti görüntüsü vermesine itirazları olsa da, CHP yönetiminin bu aşamada iktidar-muhalefet ortaklığı anlamına gelen normalleşme politikasından vazgeçmesi ihtimali oldukça zayıf görünüyor.
Özel, genel başkanlığını da parti içindeki iktidarını da korumaya kararlı.
Seçimden bir ay sonra, Mayıs başında, daha seçim başarısını yeterince hazmetmeden, kutlamadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeye giden CHP Genel Başkanı Özgür Özel, politik çizgisini, “normalleşme” adını verdiği, bir anlamda iktidar-muhalefet ortaklığı denilebilecek sınırlar içine yerleştirdi.
Bu görüşmeden sonra bir ay sonra, Haziran’da, Erdoğan, CHP genel merkezine giderek Özel’i ziyaret ettiğinde, artık Özel, muhalefetinin dozunu hep sindirilebilir düzeyde yapmayı kabul etmiş ve böylece iktidarın yazdığı senaryonun bir parçası olmayı zımnen kabul etmiş göründü.
CHP kurtarıcı mı?
Özel’in, parti tabanından gelen eleştiriler karşısında, normalleşmenin başarısını göstermek için verdiği örnekler ve teşekkür için Erdoğan’ın “özel kalem müdürünü” aradığını söylemesi, AKP’nin bir kez daha yeni bir “kurtarıcı” bulduğu yorumlarına yol açtı.
22 yıllık iktidarı döneminde AKP, ne zaman oyları düşse, ya ılımlı bir politika izleyerek ya açılım yaparak ya rakiplerini terörle işbirliği yapmakla suçlayarak ya da oy kaybettirmeyecek bazı tavizler vererek destek alacağı bir “kurtarıcı” buldu. AKP, bu “kurtarıcı”lar sayesinde seçimleri birinci olarak bitirdi.
Erdoğan-Özel görüşmeleri, yeni “kurtarıcı”nın, görünürde, karşılıklı “kazan-kazan” dengesi üzerine kurulmuş gibi görünse de aslında nihai olarak AKP’ye kazandıracak şekilde CHP olduğunu gösteriyor.
Ama AKP’nin, Erdoğan’ı yeniden hatta birkaç kez cumhurbaşkanı seçtirmek amacıyla bir anayasa değişikliği yapmasına, CHP’nin eksiksiz destek vermeyeceğinin ortaya çıkması, yeni bir desteği gerektirmiş görünüyor.
Erdoğan’ın, TBMM’nin 1 Ekim’de açış konuşmasında, Özel’in ayağa kalkma kararı alması üzerine, CHP milletvekillerinin yaklaşık yarısı ya ayağa kalkmayarak ya da genel kurula katılmayarak, Özel tarzı normalleşmeye destek vermedi. Bu da, CHP yönetimi ile AKP arasında bir anayasa değişikliği için yapılacak anlaşmaya CHP’den büyük fire olacağını gösterdi.
Bu noktadan sonra AKP’nin ikinci destek arayışının hedefi DEM oldu. AKP’nin, anayasa değişikliğini istediği gibi gerçekleştirebilmesi için CHP’nin vereceği fireyi, DEM’in kapatması amaçlanmış gibi görünüyor.
Cumhur ittifakının, kapatılmasını istediği ve en ağır eleştirileri yönelttiği, DEM’e birden bire olumlu yaklaşmasıyla başlayan gelişmelerin, AKP oy tabanını rahatsız etmeyecek tavizler verilerek sonuçlanmasının hedeflendiği belirtiliyor.
Majestlerinin sadık muhalefeti
AKP’nin, hem CHP hem de DEM ile ilgili izlediği politikanın, hiçbir şekilde “kazan-kazan” dengesi üzerine kurulmayacağı, geçen 22 yıl boyunca birçok örnekte görüldü. Bu tür işbirliklerinde kazanan sonuçta AKP oldu.
Bu tecrübeleri yaşamış CHP yönetiminin bunları bilmiyor olması düşünülemez.
Peki, o takdirde neden “majestelerinin sadık muhalefeti” rolünden parti yönetimi rahatsız olmuyor?
CHP yönetimi, neden parti tabanından, örgütlerden bu konuda gelen şikâyetlere kulaklarını tıkayıp, “milli cephe- iç cephe” gibi tanımlamalarla iktidar-muhalefet ortaklığı modelinde ısrar ediyor?
Neden her gün bir yenisi ortaya çıkan yanlış politikalar karşısında, halkın tepkilerini gösterecek eylemler yapmayıp, sadece bazı eleştiriler yapmakla yetiniyor?
Muhalefet, AKP ve Cumhur İttifakının yazdığı bir senaryonun bir parçası, oyuncusu haline geldiğinde, nasıl seçmenin kendisine güvenmesini sağlayacak?
AKP seçmeni, bu kez neden AKP kontrolündeymiş gibi görünen CHP’ye oy verecek?
CHP, AKP iktidarının eğitim, sağlık, adalet alanlarında getirdiği zihniyet değişiminin ürettiği, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan, kendisine oy gelmediğini düşündüğü orta sınıfı eriten ekonomi politikasının ürettiği sorunları çözebileceği konusunda, seçmene güven verebiliyor mu, verebilecek mi?
İktidara karşı sert muhalefet yapmayarak birinci parti olacağı ve seçimi kazanacağı iddiasındaki CHP yönetiminin, sınırlarını AKP - Cumhur ittifakının çizdiği bir alanda siyaset yapmasının, bir muhalefet boşluğu yaratmadığı söylenebilir mi?
Parti içi muhalefetin şansı
Bütün bu sorular, parti içi muhalefet tarafından da soruluyor.
Artık CHP’de, birbirini ağır bir şekilde eleştiren, birkaç parti içi muhalefet grubu olduğu söylenebilir.
Parti içi muhalif gruplar, Özel yönetiminin izlediği politikanın, sonuçta parti içi iktidarını korumaya yönelik olduğunu ama seçimde başarı şansı bulunmadığı görüşünde.
Özel’in seçimde başarısız olsa bile parti içindeki iki ayrı güç odağı olan Ekrem İmamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun, genel başkanlığı ele geçirmesi ya da kontrol etmesini önleyip önlemeyeceği, bundan sonraki gelişmelere göre şekillenecek.
İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun her ikisinin de haklarında siyasi yasaklı olmalarına yönelik davaların bundan sonraki süreçte nasıl sonuçlanacağı da Özel yönetiminin geleceğini etkileyecek.
Bütün bu eleştiriler karşısında CHP yönetiminin savunması, anketlerde, CHP’nin hâlâ birinci parti olarak görünmesi ve halkın, normalleşmeden memnun olduğu sonucunun çıkması. Anketlerin ne kadar yönlendirici olduğu ve geçtiğimiz birçok seçimde seçmeni yanılttıkları bilindiği için, bu kez de anketlerle nasıl bir tuzak hazırlandığını daha sonra öğrenebileceğiz. Parti tabanından çok anketleri dikkate almayı tercih eden CHP yönetiminin, bundan sonra atacağı her adımın AKP ile koordineli olması ve Özel’in parti içinde gücünü koruyabilmesi için AKP’nin sembolik bazı önerilerini kabul etmesi şaşırtıcı olmayacak.
CHP yönetiminin, yeni açılım politikalarına CHP’nin de dahil olup, iktidarla birlikte sorumluluğu üstlenmesinin, sonuçları bu aşamada tam olarak bilinmeyen bir senaryonun yükünü taşıma riskini öngörüp öngörmediği ise ilerde anlaşılacak.
Parti içi muhalefet, parti tabanı ve seçmenlerin, CHP’nin, adım adım majestelerinin sadık muhalefeti görüntüsü vermesine itirazları olsa da, CHP yönetiminin bu aşamada iktidar-muhalefet ortaklığı anlamına gelen normalleşme politikasından vazgeçmesi ihtimali oldukça zayıf görünüyor.
Özel, genel başkanlığını da parti içindeki iktidarını da korumaya kararlı.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.