alphatm
Forum Üyesi
Bir zamanlar Müslüman bir ülkede Köküdışarda kabilesine mensup hâkim bir gurup, böbürlenip ülkede her şeyi yapabileceklerini, insanları birbirine kırdırarak saltanatlarını devam edeceklerini sanırlardı.İmanlı insanları görünce öfkeden yüzleri kızarır, onları gözleriyle yok etmeye çalışırlardı.Ne ki bir zaman geldi imanlı insanlar okumaya, iş sahibi olmaya, gayretleriyle öne çıkmaya başladılar. Böylece birçoğu kendilerini pençesine alan cahillik ve fakirlikten kurtuldular. Birbirleriyle kavga etmeden, aralarındaki tefrikaya son vermeye kalktılar.İşte o andan itibaren fitneciler, saltanatlarının ellerinden gitme endişesiyle telaşlandılar ve harekete geçtiler. İmanlı insanların arasına fitne sokmaya, onları birbirine düşürmeye, onların öne çıkanlarını da toplumun gözünden düşürmek için şaibeli göstermeye çalıştılar. Hayali hırsızlıklar icat ederek onları hırsız gibi göstermeye, onların bir kısmını yok etme senaryoları yazmaya, hatta bu senaryoları devreye sokmaya başladılar. Şeytani bir planla, imanlı kimi insanları halka din düşmanı gibi göstermeye;‘'…bu gidişle onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya ülkede anarşi çıkaracağından endişe ediyorum.” (Mümin,26) diyerek onları halkın gözünden düşürmeye çalıştılar. Böylece, masum insanları sokaklara dökerek imanlı insanlara saldırtmaya, ahali arasında fitne çıkarmaya, bir kenara çekilerek kıs kıs gülmeye başladılar.Zulme uğrayan ve duadan başka silahı olmayan masum imanlı insanlar; “Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığınırım.”(Mümin,27) diye niyazda bulundular ve sabrettiler.‘‘Ne zaman onlara: “Yeryüzüne fesat saçmayın!” denilse “Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!” (Bakara,11) dediler, ancak gizli gizli halkın arasına fitne tohumları ekmekten de geri durmadılar. Onlara Allah'ın ayetlerinden ve Peygamberin sözlerinden bahsedildiğinde;‘' … ki onların ileri gelen, varlıklı ve şımarık olanları: “Biz sizinle gönderilen şeyleri reddediyoruz, bunu böyle bilesiniz!” (Sebe,34) dediler.Zulme uğrayanlar köküdışarda kabilesinin kimi üyelerinin tehditleri, takipler etmeleri ve desiseleri karşısında korkuya kapıldılar. Tehdit algısıyla feryat etmeye, zulmedenlerin planlarını yüksek sesle dillendirmeye başladılar.Planları deşifre olan Köküdışarda kabilesinin üyeleri; gerçek yüzlerinin görünmesinden telaş edip mazlumlara daha açıktan saldırmaya, onların aydınlık çehrelerini karanlık göstermeye, onları gizli planların adamlarıymış gibi göstermeye çalıştılar.Hatta halkın bir kısmını buna inandırdılar. Bu fitne karşısında, zulme uğrayanların duadan başka silahı, Rahman Allah'tan başka sahipleri yoktu.Duaya durdular. Fitnecinin fitnesinden, zulmünden, desiselerinden Rahman-ı Rahim'e sığındılar. Köküdışarda kabilesinin kimi kudretli üyelerini, Hakkın Sahibi'ne şikâyet ettiler.Oradan bir ses yankılandı:‘‘Mekke'de olduğu gibi her şehirde de ileri gelen mücrimleri, yüksek mevkilerde bulundururuz ki oralarda hîleler çevirsinler. Onlar böyle yapmakla kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar.''(Enam,123)‘‘İşte Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini böylece mühürler.'' (Mümin,35)Köküdışarda kabilesinin kendini kudretli sanan üyeleri, kendilerini ülkenin mutlak hâkimi olarak görüyorlardı. Allah Teala ise; ‘‘ülkedeki güçsüzlere ihsanda bulunmak, onları dünyada örnek şahsiyetler yapmak ve ülkeye onları vâris kılmak, onlara dünya hâkimiyeti vermek...'' (Kasas,5) istiyordu.Bir gün Allah inananlara güç verdi ve bütün bu hakikatler kibirlenenlere hatırlatıldı. Küçük gördükleri insanların kendilerine bu derece cüretle hakikati hatırlatmasını hazmedemediler. İçlerinden en kudretli baron; ‘‘… düşündü, ölçtü, biçti... Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti! Sonra baktı. Derken suratını astı, kaşlarını çattı... Sonra da sırtını döndü, kibrinden kabardı, arkasına bakmadan çekip gitti! (Müdessir 18,19,21,22,23)İşte böyle; ‘‘Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı…'' (tekasür 1) onları. Böylece şımardılar ve Barış Peygamberi olan, ‘‘Rab'lerinin elçisine isyan ettiler''(Hakka,10)Mazlumlar yine de haşir risaleleri yazarak onları düştükleri kibir bataklığından kurtarmaya çalıştılar. Dünyanın ölümlü sonunun kıyamet olduğunu hatırlattılar. ‘‘İşte o gün olan olur, kıyamet o gün kopar!'' (Hakka, 15) diyerek insanın kendi ölümünün kendi kıyameti olduğu hakikatini söyleyip onları orta bir yola, yani barışa davet ettiler.Ancak onlar bunu bir ölüm tehdidi olarak algılayıp düşmanlıklarında ısrar ettiler.Oysa; ‘‘Her can ölümü tadacaktır.''(enbiya 35).