KOCA YUSUF…
Ülkemizde, güreş denildimi akla: “Koca Yusuf” gelir.
Güçlü ve kuvvetli insanları tanımlamak için de, Koca Yusuf’un adı kullanılır.
Türk insanının şuuraltına kadar işleyen bu insan; 1857 yılında, Şunnu’da dünyaya gelir.
İyi ustaların elinde, küçük yaşta pehlivan olur. Ülkede; yenemediği pehlivan kalmaz. Devrin modasına uyarak; Avrupa ve Amerika turnesine çıkar.
Önce; Fransa ve İngiltere. Buralarda yaptığı güreşlerde; Fransızların ve İngilizlerin, ihtirasla karşısına çıkardıkları tüm rakiplerini ezerek yener.
Sonra; Amerika’ya geçilir. Burada da; yeni dünyanın, insan azmanı rakiplerini; birer ve bazende ikişer ikişer yener. Sırtı yere gelmez.
Günümüzde; güreş sporunu yapan ve sırtı yerden kalkmayan sporcularımız, umarım güreş sporunun bu şanlı geçmişindeki kahramanı tanıyorlardır.
Yanlız; elbette tanımak yetmez, ona layık bir gelecek olamadıkları için hayıflanmaları da gerekir diye düşünüyorum.
Neyse; devam edelim. Bizim ünlü güreşçimiz, pehlivanımız; sahip olduğu yenilmezlik ünvanını Amerika’ da da yitirmez.
Aradan günler geçer ve geri dönme zamanı gelir.
Geri dönüş için, Fransız bandıralı, 7300 Tonluk, “La Bourgogne” isimli iki yaşındaki transatlantik seçilmişti.
721 yolcu içinde, bizim Koca Yusuf’da vardı. 21 Haziran 1898 günü, gemi ve yolcuları, New York limanından uğurlanır. İstikamet: Hollanda’nın Le Havre limanı.
Yolculuğun; 12 nci gününe kadar, herşey normal ve güzeldi. Çarşaf gibi bir deniz ve insanın iliklerini ısıtan bir hava. Fransız’ların iftihar ettikleri bir gemi. Daha ne olabilirdi ki?
Derken; evet bir şey oldu. 3 Temmuz gecesinden sonra, bu güzel yolculuğun tadı kaçtı. Çünkü; yoğun bir sis çökmüş, koca gemi karanlıktan daha beter, beyaz bir karanlık içine gömülmüştü.
Geminin hızı kesildi, çok ağır yolla ve sanki adım adım ilerlemeye devam etti. 4 Temmuz sabahı ise; güneş doğduğu halde, yoğun sis yine dağılmadı.
Ve; deniz üzerinde yaşanabilecek en kötü olay yaşandı.
Aynı rota üzerinde yollarına devam eden, iki gemi karşılaştılar. “La Bourgogne” nin sis gözcüleri, “Bir gemi ” diye feryat ettiklerinde, büyük bir çatırtı duyuldu ve koskoca transatlantik, sanki devriliyormuş gibi sarsıldı.
İrlanda bandıralı “Cromartyshire ” şilebi, transatlantiğin o narin bordasını mahmuzladı ve adeta ortasından ikiye bölecek şekilde giriverdi.
Sabahın erken saatlerinde, pek çoğu, kamaralarında derin uykuda bulunan yolcular, sarsıntı ve gürültü sonucu yerlerinden fırladılar ve büyük bir panik çıktı. Herkez; filikalara koştu. Filikalara doluşanlar; ellerindeki baltalarla, ipleri keserek, filikaları denize indirdiler. Aynı anda; denizde de, büyük ve amansız bir boğuşma, devam ediyordu.
Dev yapılı bir adam da, bu boğuşmalara katılmıştı. Evet, bizim Koca Yusuf. Gemi hızla sulara gömüldü. Artık; denizin ortasında kalanlar arasında, son mücadele başlar. Koca Yusuf, bir kalasa tutanarak batmamaya çalışır. Bu sırada; yanından geçen bir kurtarma sandalını yakalar ve acı kuvvetiyle kendine çeker. Sandalın içindekiler korkuya kapılır. Bu iri-yarı adam, sandala binerse, hep birlikte batarız diye düşünürler. Ancak, Koca Yusuf’un amacı: sandala binmek değil, yanlızca tutunmaktır. Zaten, sandal doludur ve istese, sandalı devirecek gücü elbette vardır.Ancak; yetiştiği kültür, içinde çocukların ve kadınların bulunduğu sandalı devirtmez.
Ancak; kaderin kötü cilvesi. Sandalda bulunanların hepsi, ellerine ne geçerse, denizin içindeki Koca Yusuf’a vurmaya başlarlar. Kafasına, ellerine vururlar. Ancak; bu güçlü bilekleri sandaldan sökemezler. Kafasından akan kanlar, yüzünü ıslatırken, sandalı tutan iri parmaklarının üzerine, bir balta inip kalkmaya başlar. Bir gemici, sandalın iplerini kesmek için kullandığı küçük baltayı, Koca Yusuf’un parmaklarına ve sonrada bileklerine indirir. Bu vahşi gemicinin kültürü de ” yaşamak için öldür” diyordu.
Parça parça olan el gevşer ve dev vicut, Atlas Okyanusu’na gömülür.
Onunla birlikte; yanlızca Türk sporu değil, dünya sporunun da, gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri, tarihe gömülür.
Dünya’da hiç bir faninin bükemediği bilekler, işte böyle bükülmüştür.
Evet; gerçekten hazin bir hikaye. Türk spor ve güreş tarihinde; çok büyük bir yeri olan Koca Yusuf isimli kahramanın hazin sonu.
Yaşamı süresince, her türlü ihtişamı ve başarıyı tadan bu büyük insana, belki de yakışmayan bir ölüm ama sonuçta, elbette bunu yönlendirmek kimin elinde ki?
***
Ülkemizde, güreş denildimi akla: “Koca Yusuf” gelir.
Güçlü ve kuvvetli insanları tanımlamak için de, Koca Yusuf’un adı kullanılır.
Türk insanının şuuraltına kadar işleyen bu insan; 1857 yılında, Şunnu’da dünyaya gelir.
İyi ustaların elinde, küçük yaşta pehlivan olur. Ülkede; yenemediği pehlivan kalmaz. Devrin modasına uyarak; Avrupa ve Amerika turnesine çıkar.
Önce; Fransa ve İngiltere. Buralarda yaptığı güreşlerde; Fransızların ve İngilizlerin, ihtirasla karşısına çıkardıkları tüm rakiplerini ezerek yener.
Sonra; Amerika’ya geçilir. Burada da; yeni dünyanın, insan azmanı rakiplerini; birer ve bazende ikişer ikişer yener. Sırtı yere gelmez.
Günümüzde; güreş sporunu yapan ve sırtı yerden kalkmayan sporcularımız, umarım güreş sporunun bu şanlı geçmişindeki kahramanı tanıyorlardır.
Yanlız; elbette tanımak yetmez, ona layık bir gelecek olamadıkları için hayıflanmaları da gerekir diye düşünüyorum.
Neyse; devam edelim. Bizim ünlü güreşçimiz, pehlivanımız; sahip olduğu yenilmezlik ünvanını Amerika’ da da yitirmez.
Aradan günler geçer ve geri dönme zamanı gelir.
Geri dönüş için, Fransız bandıralı, 7300 Tonluk, “La Bourgogne” isimli iki yaşındaki transatlantik seçilmişti.
721 yolcu içinde, bizim Koca Yusuf’da vardı. 21 Haziran 1898 günü, gemi ve yolcuları, New York limanından uğurlanır. İstikamet: Hollanda’nın Le Havre limanı.
Yolculuğun; 12 nci gününe kadar, herşey normal ve güzeldi. Çarşaf gibi bir deniz ve insanın iliklerini ısıtan bir hava. Fransız’ların iftihar ettikleri bir gemi. Daha ne olabilirdi ki?
Derken; evet bir şey oldu. 3 Temmuz gecesinden sonra, bu güzel yolculuğun tadı kaçtı. Çünkü; yoğun bir sis çökmüş, koca gemi karanlıktan daha beter, beyaz bir karanlık içine gömülmüştü.
Geminin hızı kesildi, çok ağır yolla ve sanki adım adım ilerlemeye devam etti. 4 Temmuz sabahı ise; güneş doğduğu halde, yoğun sis yine dağılmadı.
Ve; deniz üzerinde yaşanabilecek en kötü olay yaşandı.
Aynı rota üzerinde yollarına devam eden, iki gemi karşılaştılar. “La Bourgogne” nin sis gözcüleri, “Bir gemi ” diye feryat ettiklerinde, büyük bir çatırtı duyuldu ve koskoca transatlantik, sanki devriliyormuş gibi sarsıldı.
İrlanda bandıralı “Cromartyshire ” şilebi, transatlantiğin o narin bordasını mahmuzladı ve adeta ortasından ikiye bölecek şekilde giriverdi.
Sabahın erken saatlerinde, pek çoğu, kamaralarında derin uykuda bulunan yolcular, sarsıntı ve gürültü sonucu yerlerinden fırladılar ve büyük bir panik çıktı. Herkez; filikalara koştu. Filikalara doluşanlar; ellerindeki baltalarla, ipleri keserek, filikaları denize indirdiler. Aynı anda; denizde de, büyük ve amansız bir boğuşma, devam ediyordu.
Dev yapılı bir adam da, bu boğuşmalara katılmıştı. Evet, bizim Koca Yusuf. Gemi hızla sulara gömüldü. Artık; denizin ortasında kalanlar arasında, son mücadele başlar. Koca Yusuf, bir kalasa tutanarak batmamaya çalışır. Bu sırada; yanından geçen bir kurtarma sandalını yakalar ve acı kuvvetiyle kendine çeker. Sandalın içindekiler korkuya kapılır. Bu iri-yarı adam, sandala binerse, hep birlikte batarız diye düşünürler. Ancak, Koca Yusuf’un amacı: sandala binmek değil, yanlızca tutunmaktır. Zaten, sandal doludur ve istese, sandalı devirecek gücü elbette vardır.Ancak; yetiştiği kültür, içinde çocukların ve kadınların bulunduğu sandalı devirtmez.
Ancak; kaderin kötü cilvesi. Sandalda bulunanların hepsi, ellerine ne geçerse, denizin içindeki Koca Yusuf’a vurmaya başlarlar. Kafasına, ellerine vururlar. Ancak; bu güçlü bilekleri sandaldan sökemezler. Kafasından akan kanlar, yüzünü ıslatırken, sandalı tutan iri parmaklarının üzerine, bir balta inip kalkmaya başlar. Bir gemici, sandalın iplerini kesmek için kullandığı küçük baltayı, Koca Yusuf’un parmaklarına ve sonrada bileklerine indirir. Bu vahşi gemicinin kültürü de ” yaşamak için öldür” diyordu.
Parça parça olan el gevşer ve dev vicut, Atlas Okyanusu’na gömülür.
Onunla birlikte; yanlızca Türk sporu değil, dünya sporunun da, gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri, tarihe gömülür.
Dünya’da hiç bir faninin bükemediği bilekler, işte böyle bükülmüştür.
Evet; gerçekten hazin bir hikaye. Türk spor ve güreş tarihinde; çok büyük bir yeri olan Koca Yusuf isimli kahramanın hazin sonu.
Yaşamı süresince, her türlü ihtişamı ve başarıyı tadan bu büyük insana, belki de yakışmayan bir ölüm ama sonuçta, elbette bunu yönlendirmek kimin elinde ki?
***
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.