Napolyon Bonapart, İmelda Marcos, Dante, Victor Hugo, Seneca, Kazanova, Dalay Lama, Dante, Leon Troçki, İzabel Peron, Benazir Butto, Şah Rıza Pehlevi, Ferdinand Marcos, Alan Garcia, Nawaz Şerif, Ayetullah Humeyni, ve Cem Karaca gibi isimlerin ortak oldukları tek bir alan var: Sürgün yaşamı.
Sürgün yaşamı insanlık tarihinde hürriyeti kısıtlayıcı bir ceza şekli olarak kullanılmış olup sürgün, bir suçlunun belirli bir süre bulunduğu yerden başka bir yere uzaklaştırılarak cezalandırılması demektir.
Her ne kadar sürgün bir anlamda ceza ile ilişkili ise de gerek siyasal, gerek hukuksal gerekse sağlık nedenleri ile veya değişen ekonomik koşular atında kişilerin kendi seçimleri ile de seçtikleri bir yaşam şekli olmuştur. Buna artık sürgün demek yerine daha tarafsız gurbet kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. İnsanın doğup büyüdüğü yer ise halkımızın deyimi ile Sıla olarak kalmıştır.
Sanayileşmenin hız kazanması ile iş gücüne ihtiyaç duyan ülkeler diğer ülkelerden işgücü ithal etmeye başlayınca milyonlarca insan kendi istekleri ile göçmen oldular yani istekle sürgün oldular. Ama bunların Sıla ile ilgileri kesilmedi, doğup büyüdükleri ülkelere alın teri ile zor koşullarda kazandıkları dövizleri göndermeye ve ekonomilerine yardıma devam ettiler.
Bir de sürgün yaşamı ekonomik nedenler dışında yaşamak zorunda olan veya özel koşulları, hukuksal sorunlar yahut doğup büyüdüğü ülkedeki kanun ve yasaların objektif olmadığına inandıkları için gurbette yaşamayı seçenler de var.
Bazı ülkelerde hukukun siyasetin emrine girmesi ve evrensel insan haklarının siyaset tarafından gasp edilmesi ile hakim ve savcılara verilen teminatlar ortadan kaldırılmış, siyasi aktöre yandaş trollerin muhbir olması insanların doğup büyüdükleri ülkelerine dönmek yerine İngilizce deyimi ile "Self-exiled"gönüllü gurbetçilik ve sürgün yaşamını seçmelerini hızlandırmıştır.
Bu arada kendi istekleri ile ülkeye gitmeye çekinen ve sistemin tarafsız olmadığına inanan kişilerin sürgün yıllarında İstanköy'e gidip Bodrum'un ışıklarına bakıp hasret gidermeye çalışan Cem Karaca merhumun "Of Be" şarkısını hatırlatıyorum bir de muhayyer-kürdi şu şarkıyı: "Kendim gurbet elde gönlüm sılada"
Sürgün yaşamı insanlık tarihinde hürriyeti kısıtlayıcı bir ceza şekli olarak kullanılmış olup sürgün, bir suçlunun belirli bir süre bulunduğu yerden başka bir yere uzaklaştırılarak cezalandırılması demektir.
Her ne kadar sürgün bir anlamda ceza ile ilişkili ise de gerek siyasal, gerek hukuksal gerekse sağlık nedenleri ile veya değişen ekonomik koşular atında kişilerin kendi seçimleri ile de seçtikleri bir yaşam şekli olmuştur. Buna artık sürgün demek yerine daha tarafsız gurbet kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. İnsanın doğup büyüdüğü yer ise halkımızın deyimi ile Sıla olarak kalmıştır.
Sanayileşmenin hız kazanması ile iş gücüne ihtiyaç duyan ülkeler diğer ülkelerden işgücü ithal etmeye başlayınca milyonlarca insan kendi istekleri ile göçmen oldular yani istekle sürgün oldular. Ama bunların Sıla ile ilgileri kesilmedi, doğup büyüdükleri ülkelere alın teri ile zor koşullarda kazandıkları dövizleri göndermeye ve ekonomilerine yardıma devam ettiler.
Bir de sürgün yaşamı ekonomik nedenler dışında yaşamak zorunda olan veya özel koşulları, hukuksal sorunlar yahut doğup büyüdüğü ülkedeki kanun ve yasaların objektif olmadığına inandıkları için gurbette yaşamayı seçenler de var.
Bazı ülkelerde hukukun siyasetin emrine girmesi ve evrensel insan haklarının siyaset tarafından gasp edilmesi ile hakim ve savcılara verilen teminatlar ortadan kaldırılmış, siyasi aktöre yandaş trollerin muhbir olması insanların doğup büyüdükleri ülkelerine dönmek yerine İngilizce deyimi ile "Self-exiled"gönüllü gurbetçilik ve sürgün yaşamını seçmelerini hızlandırmıştır.
Bu arada kendi istekleri ile ülkeye gitmeye çekinen ve sistemin tarafsız olmadığına inanan kişilerin sürgün yıllarında İstanköy'e gidip Bodrum'un ışıklarına bakıp hasret gidermeye çalışan Cem Karaca merhumun "Of Be" şarkısını hatırlatıyorum bir de muhayyer-kürdi şu şarkıyı: "Kendim gurbet elde gönlüm sılada"