Akşam yazarı Alen Markaryan'ın köşe yazısı
Derbi haftası geldiğinde birden bire depreşen federasyon başkanını görme isteği ya da özlemi... Adı neyse! Maçın hakemi açıklandığında, "Bu hakemi Beşiktaş istemişti" diye başlayan dedikodu sarmalı ya da algı düzeneği... Adı neyse! Şarkı var ya hani? Beşiktaşlı topçulara ithaf edelim onu da, adını sen koy... Çık, oyna, yen ve at bunların hepsini bir kenara, sonraki beş haftanın "Adını sen koy..." Bugün de maça böyle giriş yapalım dedik. Rastgele... Sakin, ayağa, geriden paslaşan bir oyun düzeniyle başladık maça... Bilerek oynuyoruz imajı verse de en tehlikeli stil, büyük risk hatta... Bizim yarı sahadan topla çıkmaya çalışıp da orta saha blokajında takıldığımızda hem Kerem'e hem de Sacha Boey'e açık alan bırakıyorduk... Lafın kısası 15 dakika olmuştu ve biz daha koordine olamamıştık. Top çıkartamıyor, pas yapamıyorduk. Onlardan birinde ezbere paslaşmalar sonrası gol yedik: 0-1. Bu gol üstümüzdeki baskıyı mı desem, ölü toprağını mı desem, bilemedim... Atmamıza vesile olsun diyelim... Tabii burada Şenol Güneş'in de ya oyun taktiğini ya da bu taktiğe uymayanları değiştirmesi gerekiyor. Biz bunları yazarken Redmond'un kestiği topa Cenk'in iki G.Saraylı üzerinden uçarak kafası var ki, girmeliydi diye düşünüyorum... Peş peşe kornerlerle gelmeye başlamıştık. Biri gol olsundu değil mi? Bütün Dünya Kupası boyunca çemkirdiğim, isyan ettiğim Saiss, o kornerlerden birine çıktı, vurdu kafayı: 1-1. Kolay kolay affettiremez kendisini bana ama şimdilik bir makas alalım kendisinden... Golden sonra ilk yarıyı böyle kapatalım bari diyen G.Saray iyice çekildi geriye. Yükleniyorduk ama bireysel yeteneklerin öne çıkması lazımdı ve her şey an meselesiydi... İkinci yarının ilk on dakikası bilerek oynayan, adrese doğru giden bizdik... Sağ tarafta maden bulmuştuk ve ha bire oradan geliyorduk. Aboubakar iki tane yüzde yüz, Cenk ha keza... Birbirleriyle anlaşamamaları cabası... Sanki gol bir nesne ve bir sepetin içindeydi. Biz de seçip seçip alıyorduk. Ama bir türlü cebimize atamıyorduk. Ee! Hadi artık dersin ya... Harbi ayaklanmıştık, gol kokusu geliyordu resmen... Oliveira'nın ağır davranmasından faydalanan Hadziahmetovic önce topu söktü, Muslera'yla karşı karşıya kaldığında top direğe çarpıp, ağlara koşmuştu bile... 2-1! Doğru tespit ve istekli oyun tabela yapmıştı... İş bundan sonraydı esas.. Can havliyle gelecek G.Saray'ı akıllı karşılamaktı bütün iş... 80'i geçtiğimizde yorgunluk belirtileri başlamış, önündeki topa müdahale edememe baş göstermişti... Değişiklik diye bağırıyordu takım... Bu bağlamda Necip'le Tayfur dahil edildi oyuna... Son 50 metredeydik... Birden bariyerlerin kenarından Aboubakar koptu. Ne göz gördü ne kulak duydu. Tavana bırakıverdi birden... 3-1... Ve kartları cebimizden çıkarttık. Ve yeniden dağıtmaya başladık. Rastgele... Alen MARKARYAN / Akşam
Derbi haftası geldiğinde birden bire depreşen federasyon başkanını görme isteği ya da özlemi... Adı neyse! Maçın hakemi açıklandığında, "Bu hakemi Beşiktaş istemişti" diye başlayan dedikodu sarmalı ya da algı düzeneği... Adı neyse! Şarkı var ya hani? Beşiktaşlı topçulara ithaf edelim onu da, adını sen koy... Çık, oyna, yen ve at bunların hepsini bir kenara, sonraki beş haftanın "Adını sen koy..." Bugün de maça böyle giriş yapalım dedik. Rastgele... Sakin, ayağa, geriden paslaşan bir oyun düzeniyle başladık maça... Bilerek oynuyoruz imajı verse de en tehlikeli stil, büyük risk hatta... Bizim yarı sahadan topla çıkmaya çalışıp da orta saha blokajında takıldığımızda hem Kerem'e hem de Sacha Boey'e açık alan bırakıyorduk... Lafın kısası 15 dakika olmuştu ve biz daha koordine olamamıştık. Top çıkartamıyor, pas yapamıyorduk. Onlardan birinde ezbere paslaşmalar sonrası gol yedik: 0-1. Bu gol üstümüzdeki baskıyı mı desem, ölü toprağını mı desem, bilemedim... Atmamıza vesile olsun diyelim... Tabii burada Şenol Güneş'in de ya oyun taktiğini ya da bu taktiğe uymayanları değiştirmesi gerekiyor. Biz bunları yazarken Redmond'un kestiği topa Cenk'in iki G.Saraylı üzerinden uçarak kafası var ki, girmeliydi diye düşünüyorum... Peş peşe kornerlerle gelmeye başlamıştık. Biri gol olsundu değil mi? Bütün Dünya Kupası boyunca çemkirdiğim, isyan ettiğim Saiss, o kornerlerden birine çıktı, vurdu kafayı: 1-1. Kolay kolay affettiremez kendisini bana ama şimdilik bir makas alalım kendisinden... Golden sonra ilk yarıyı böyle kapatalım bari diyen G.Saray iyice çekildi geriye. Yükleniyorduk ama bireysel yeteneklerin öne çıkması lazımdı ve her şey an meselesiydi... İkinci yarının ilk on dakikası bilerek oynayan, adrese doğru giden bizdik... Sağ tarafta maden bulmuştuk ve ha bire oradan geliyorduk. Aboubakar iki tane yüzde yüz, Cenk ha keza... Birbirleriyle anlaşamamaları cabası... Sanki gol bir nesne ve bir sepetin içindeydi. Biz de seçip seçip alıyorduk. Ama bir türlü cebimize atamıyorduk. Ee! Hadi artık dersin ya... Harbi ayaklanmıştık, gol kokusu geliyordu resmen... Oliveira'nın ağır davranmasından faydalanan Hadziahmetovic önce topu söktü, Muslera'yla karşı karşıya kaldığında top direğe çarpıp, ağlara koşmuştu bile... 2-1! Doğru tespit ve istekli oyun tabela yapmıştı... İş bundan sonraydı esas.. Can havliyle gelecek G.Saray'ı akıllı karşılamaktı bütün iş... 80'i geçtiğimizde yorgunluk belirtileri başlamış, önündeki topa müdahale edememe baş göstermişti... Değişiklik diye bağırıyordu takım... Bu bağlamda Necip'le Tayfur dahil edildi oyuna... Son 50 metredeydik... Birden bariyerlerin kenarından Aboubakar koptu. Ne göz gördü ne kulak duydu. Tavana bırakıverdi birden... 3-1... Ve kartları cebimizden çıkarttık. Ve yeniden dağıtmaya başladık. Rastgele... Alen MARKARYAN / Akşam