Vay Canına
Forum Üyesi
Kanuni Sultan Süleyman, 72 yaşında 13. ve son seferi olan Zigetvar Kalesine 1566’da hareket etmeden önce, oğlu II. Selim’e şu vasiyette bulunmuştu:
“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Hanım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır). Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir. Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin. Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin. Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir. Sen benim el yazım bilirsin. Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir benim değildir. Göreyim nice yerine koyarsınız. Dünya kimseye pâyidar (kalıcı) değildir. Umud edilir ki, bahâsıyla (değerinde) satarsınız. Hak Teâlâ bu seferi mübârek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz. Muhammed) hürmetine aleyhisselam.”
Cihan Sultanı, Zigetvar’da ruhunu teslim etmeden az evvel de şu anlam ve ibret yüklü veciz duayı yapmıştır: “Bütün ömrümce, yeryüzünü zaferlerime eşik ettin. Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı. şimdi, artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine, şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster!..”
Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir. (Hastalığı esnasında bu sandukayı şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti.) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir. içinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır. Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır. Fetvaları gören şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler: “Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”
“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Hanım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır). Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir. Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin. Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin. Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir. Sen benim el yazım bilirsin. Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir benim değildir. Göreyim nice yerine koyarsınız. Dünya kimseye pâyidar (kalıcı) değildir. Umud edilir ki, bahâsıyla (değerinde) satarsınız. Hak Teâlâ bu seferi mübârek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz. Muhammed) hürmetine aleyhisselam.”
Cihan Sultanı, Zigetvar’da ruhunu teslim etmeden az evvel de şu anlam ve ibret yüklü veciz duayı yapmıştır: “Bütün ömrümce, yeryüzünü zaferlerime eşik ettin. Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı. şimdi, artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine, şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster!..”
Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir. (Hastalığı esnasında bu sandukayı şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti.) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir. içinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır. Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır. Fetvaları gören şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler: “Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”