Kadın ve erkek rakip mi?
Geçtiğimiz yüzyılı tarif eden akımlar içerisinde önde gelenlerden biri hiç şüphesiz feminizmdir. Kadın erkek eşitliğini savunmuş olan feminizm kadınların önünün açılmasına katkıda bulunduğu iddiasını taşıyarak ve düşünceyi eyleme dönüştürmeye yönelik bir akım olarak özellikle şehir yaşantılarını derinden etkilemiştir.
Varoluşunun gereği olarak böyle bir akımın karşısında olması gereken düşünce grupları da dahil hemen her kesimden destek bulmasının arka plânında elbette ki toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplumların diğer yarısını oluşturan erkekler tarafından ağır baskılara ve şiddete maruz kalmasının büyük etkisi olduğu bir gerçektir. Ne var ki, kadına mutluluk getirmesi beklenen bu ayrımcılık, kadını bedensel ve duygusal açıdan başarması oldukça güç yüklerin altına girmek zorunda bırakarak çelişik bir durum oluşturmuştur.
Feminizm bir erkekleşme hareketi olarak2 kadının varoluşuna hakaretler içermekle birlikte, savunmasını yaptığı grubun küçük bir kısmının zâhirî mutluluğu ile sonuçlanmıştır. Geriye kalan çoğunluğun mutsuzluğu, göreceli olarak artmıştır. Çünkü, başarılı ve mutlu azınlığın yükselttiği çıta, çoğunluğun tutturmasının mümkün olmadığı bir hedef haline gelmiştir.
Feminizm hareketinin kendisinden ve bu eyleme doğrudan katkıda bulunan kesimin azlık veya çokluğundan daha önemli olan, bu akımın etkilediği kitlenin genişliğidir. Kendini feminist olarak tanımlamayan, hatta düşünsel olarak karşısında olduğunu ifade edenler de dahil, bireysel olmaktan öte, toplumsal bir etkilenme mevcuttur hali hazırda.
Oysa, modern zamanların ürettiği bu erkil yarış, modernizmin diğer ürünlerinden hiç de farklı değildir. Hayatın hemen her cephesinde seküler ayrımcılığını sergileyen ve insanı yaşadığı çevreden ve kainattan kopararak yalnızlaştıran, kendisine tâbi olmayanları uyumsuz ilan ederek ötekileştiren modern zamanların, kadınlar için ürettiği sosyal modelden ibarettir.
Eğer ölçüler, şeytanî ebter dehâların öngörülerinden değil de kâinattan alınacak olursa;
Varlıkların vücutlarındaki organları, başarabilecekleri işlerle uygunluk içerisindedir. Gelişmiş vücut özelliklerine sahip olan insan, elleriyle tutarak ayrıntılı iş görebilirken, ayakları üzerinde ellerini kullanmadan rahatlıkla yürüyebilmektedir. Yani ellerle tutulan nesneler, ayaklarla basılan yerler, ışıkla göz, seslerle kulaklar... arasında örtüşen bir karşıtlık vardır. Tersi durumda, yani ayaklarıyla ellerinin yaptığı işi yapmaya çalışsa ve ayaklarının değil de ellerinin üzerinde yürümeye çalışsa, hatta tüm bunları doğumdan itibaren yaparak maharet sahibi olsa da, ellerini ve ayaklarını olması gereken şekilde kullanan normal bir bireyin iş yapabilme yetisine erişemeyecektir.
Yine, insanın fiziksel varlığının temeli olan yumurta ve sperm hücrelerindeki karşıtlık, zigotu netice veren hücresel bütünleşmenin de temelidir. Anne karnında gelişmeye koyularak insan vücudunu netice veren zigot hücresi bu örtüşen karşıtlığın, karşı karşıya düşüşün imkan verdiği bütünleşme ile oluşur. Eğer temelde anlamlı bir farklılık ve karşıtlık olmasaydı bütünleşme de, bütünleşmenin neticesinde oluşan insanın varlığı da imkansızlaşacaktı.
Buluttan yağmura, toprağa, ağaca; güneşten ışığa, fotosenteze kadar tüm kainatta nihayetsiz noktada kendini gösteren evrensel bir gerçektir “örtüşen karşıtlık”. Aynı zamanda, evrensel dengelerin ve bu dengeler üzere yükselen üretimin, bereketin de temelidir.
Aynı şekilde, kadın da erkek de bir diğerinden farklı özelliklere sahip varlıklardır. Ancak bu özelliklerde tümden bir ayrılık olmadığı gibi, aynılaşma imkanı vermeyecek derece de karşıtlık vardır. Kadın erkek farklılığındaki kritik nokta bu karşıtlığın içerisinde gizlidir. Erkekle kadın birbirinin aynı değildir, ayrı da değildir. Bir diğerini tamamlayan, örtüşen bedensel ve ruhsal yapılar içerisinde yaratılmışlardır. Aynılaştırma çabaları, bu örtüşen karşıtlığı bozarak, duygusal üretimin de önünü tıkayacaktır.
İşin en acı ve en önemli tarafı, modernizmin ürettiği, tüketici aynılaştırma çabalarının sonucu olarak feminizmin vurduğu darbe, ruhsal üretimin de temeli olan aile hayatına inmektedir.
O’na emanet olun. Salih Özaytürk