26. Taraflar Konferansı, COP26 Glasgow'da sürerken adetten olduğu gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi de kendi planını koca bir törenle duyurdu. İstanbul'un İklim Vizyonu (İİV) başlığı ile duyurulan planda 2030 ve 2050 yılları için seragazlarına yönelik sayısal hedefler, politika hedefleri ve çeşitli eylemler yer alıyor. "Bu planın devamı gelecek mi, iklim sorununa ne kadar derman olacak, bilimsel veya siyasi kriterler ne kadar uygun, başarı şansı ne" gibi sorular aklımıza geldi tabii ki. Sonuçta geçtiğimiz yaz daha çok "siyaset kaynaklı aşırı tabiat" olaylarının yaşandığı bir yıldı ve buna bir de iklimi eklemeye tahammül edemeyeceğimiz çok açık.
Öncelikle bir bilgi. Bu lansmanın raporunun henüz tamamlanmadığı bilgisini edindiğim için yazımda etkinlik duyurularını referans alacağım ve hesaplamalarımda önceki döneme ait 2018 raporunu kullanacağımı baştan belirteyim.
Rapor çok özetle; İstanbul'un atmosfere saldığı seragazı emisyonlarını 2030'a kadar yüzde 52 azaltmayı, bunun için 387,5 milyon euro kaynak ayırmayı, enerji, hareketlilik ve atık planları ile politikaları oluşturmayı hedefliyor ve duyuruda buna dair ondan fazla eylem de paylaşıyor.
Bu basit özet devamında pek çok detayı ve tartışmayı da barındırıyor.
Öncelikle İİV, hükümetin kullandığı ve önceki belediye yönetiminin de yer verdiği "artıştan azaltım" saçmalığını kullanmamış. Türkiye emisyonları daha hızlı arttırıp bunu da azaltım diye sunuyor ve buna "artıştan yüzde 21 azaltım" diye sunuyor. İBB eski yönetimi de "artıştan yüzde 33 azaltım" diye sunarken, şimdiki rapor "mutlak azaltım" gibi siyasi olmayan bilimsel yöntemi tercih ediyor. Kafanız karıştı değil mi?
Basitçe anlatırsak, eski raporda 2019'da 50,9 milyon ton salımların 2030'da 84,7 milyon tona çıkacağı ve bundan yüzde 33 azaltım ile 57,1 milyon tona, yani 2019'dan bile daha çok sera gazı salacağını görüyoruz. Yeni yönetim ise mutlak yüzde 52 azaltım ile 25 milyon tonun altına indiriyor. Aradaki fark tam 32,7 milyon ton. Bir başka ifade ile, eski yönetim mevcut iktidara uygun hedefi ile iklimi daha hazlı değiştirmeyi taahhüt ederken, şimdiki yönetim iklimi değiştirmeyi sürdürürken bunun hızını önemli oranda azaltıyor.
Öncelikle bu hedef ile İBB'nin, geçmiş yönetimin 'artıştan yüzde 33 azaltım(!)' ve mevcut iktidarın 'artıştan yüzde 21 azaltım(!)' söylemine fark atıyor olması, siyaseten manipülasyon olan bu yaklaşımı sergilememesi artı puan. İkincisi, hedef olarak iddialı olması iyi bir şey olmakla beraber, 2050 için sıfır emisyon diyerek Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin muhafazakâr raporlarına oldukça yakın bir hedef koyuyor. Ancak yaklaşımın, partisi CHP'nin çok önünde olduğunu belirtelim.
İSTANBUL PETROL YAKAN OTOMOBİLLERİ YASAKLAYACAK MI?
Şimdi bu hedefleri gözümüzde canlandıralım ki ne kadar tutarlı, gerçekçi olduğunu konuşabilelim. Öncelikle İİV'e göre 9 yıl içinde petrol yakan otomobillerin ve kömür-gaz yakan binaların yarısından kurtulmamız gerektiğini görüyoruz. Bugün yapılan her binanın, trafiğe çıkan her aracın 2030'de kömür-gaz-petrol yakacağını düşünürsek önümüzdeki 9 yılda pek çok şeyin değişmesi gerekiyor. Bugün satılan bir sıfır araba, verilen imar, yapılan inşaat 2030 emisyonun belirliyor. Yüzde 52 emisyon azaltımı demek, başka bir paradigma demek.
Buradan hareketle hedef ve açıklamadaki diğer bilgileri bir irdeleyelim.
Ulaşım için 2050'de bütün otomobillerin elektrikli, toplu taşımanın payının yüzde 25'e çıkması, deniz yolunun payının yüzde 10 olması, yaya ve bisiklet ulaşımının payının yüzde 50'ye çıkması isteniyor. 2050'de bunun olabilmesi için 2030'de araç sayısının, yol miktarının azalması, yaya ve bisiklet yollarının artması, her yıl birkaç yolun trafiğe kapatılması ve 2030'e gelindiğinde ortada akaryakıt ile çalışan az sayıda araç olması gerekiyor. Mesela şehir merkezinde petrol ile çalışan araçlar ne zaman yasaklanacak, belirlenmesi gerekiyor. Bu şekilde yaklaşmak yerine 2030'da ilçe merkezlerini içten yanmalı araçlara, semt merkezlerinin bütün araçlara kapatılacağı açıklansa hoş olmaz mı? Düşünsenize, 70'lerdeki belediyecilik örnekleri Türkiye'de geri gelmeye başlar.
Kentsel donatılarda yüzde 100 enerji verimliliği denmiş ama donatıların payı oldukça düşük. Asıl kaynaklarına hiç değinilmemiş. Ayrıca yüzde 100 yenilenebilir enerji hedefi belediye binaları için konmuş ama konut ve ticari binalar için bir hedef/politika yok. Dahası, mevcut binalar ve yeni binalar için bir şey telaffuz edilmemiş, mevcut yasamadan gelen roller düşünülerek bir politika konmamış. Binalar İstanbul için çok kritik bir kaynak. Hem elektrik tüketimi, hem gaz, kömür tüketimi ile en büyük kalem. Bunlar dikkate alındığında burada politikaların ulaşıma göre bir tık daha zayıf olduğunu söyleyebiliriz.
İçme suyu konusunda hedefler koymuş ve bu hedefler ile mevut durumu dünya standartlarına yaklaşacak anlamına geliyor. Mevcut durumun Ankara'dan çok iyi olduğu görülüyor. Ama atık suya dair hedefsizlik, müsilaj vesilesi ile derin deniz arıtmasına değinilmemesi, su tartışmasının en büyük açığı olmuş.
26 KASIM'DA ÇÖP YAKMA TESİSİ AÇILIYOR!
Son olarak atığa değinilmiş. Organik atıkta hem yüzde 100 geri dönüşüm ve üstüne kompostlama hedefi harika. Ambalaj ve kağıtta yüzde 100 geri dönüşüm hedefi ise geç kalınmış ama yine de iyi bir hedef. Ama lansmanda Avrupa'nın en büyük çöp yakma tesisinin açılacağını açıklamak ise tam bir çevre felaketi olmuş. Mayıs ayında Avrupa'nın en büyük çöp yakma tesisinin İstanbul'da açılacağını sizlere haber vermiştim.
Hedefleri 2030 ve 2050 olarak vermesi ve buna 2040 yılını eklemesi olumlu ama mevcut yönetimin değişeceği 2024'e kadar bir hedef koymaması lansmanın bir açığı olarak duruyor. Bunun nasıl izleneceği, takip edileceği, yaptırımlar gibi pek çok başlığın rapor ile giderileceğini umuyoruz. Umuyoruz diyorum, çünkü Türkiye'de böyle yapılmayan o kadar çok çöp rapor var ki.
Şimdi bazı temel sorular kalıyor. Bu haliyle bile olsa olabilecek mi, başarılabilir mi? Bunun şimdiden bilmenin yolu olmadığını söyleyebiliriz. Ama pek öyle değil. Buna dair aslında önemli göstergeler var.
Birincisi mevcut hale, İBB'nin mevcut işleyişine temas edip etmemesi? Ekim ayında İBB Meclisi gündeminde "imar" 94 defa anılıyor ve inşaata yol veren çok sayıda karar görünüyor. Ekimde alınan her karar bırakın 2030'u, 2050'de yakılacak kömürü, gazı şimdiden bilmek demek. Bu bilgi, çalışmanın belediye politikalarına daha dokunmadığını gösteriyor. Bu, planın kağıt üstünde kalma riski demek.
İkinci olarak ayrılan mali kaynağın gücü. 2030'a kadar projeler için 387,5 milyon euroluk kaynak ayrılacağı söyleniyor. İBB'nin 2021'de asfalta 2,4 milyar TL kaynak ayırdığı ve bunun 200 milyon eurodan fazla ettiği düşünülürse, 387,5 milyon euro 9 yıl için çok az. Asfalta bu kadar kaynak ayırma durmazsa, hiçbir şey demek.
Özetle, İBB İklim Vizyonu hedefler olarak hükümet, eski yönetim ve partisinin politikalarının ilerisinde, küresel popüler siyasetin ortalamasına biraz yakın ama bilimsel sürecin bir nebze arkasında olan, bu resmiyle pozitif olarak görebileceğimiz bir çalışma. Hedefleri evet iddialı, olması gereken iddialara yaklaşmaya çaba sarfediyor. Ancak karşılığı verilmemiş, eksik kalmış. Eylemlerin hedefler ile örtüşmediği açıklar söz konusu. Uygulama ile tutarlılık sorunu yaşanacağı ise tahmin edilebilir. Bunu gidermek için "kurumsal kapasitenin" arttırılması gerekçe olabilir ama mesele kurumsal kapasitenin yetersizliği değil. Ortaya çıkan veriler böyle demiyor.
İstanbul'un İklim Vizyonu Türkiye'de diğer "sıfır çeken" örneklerinden farklı, siyasi bir iddiası var olan ama öteye geçmesi için çok çalışmanın yanında başka şeylere ihtiyaç duyan bir konu. Mesela 70'lerin İsvan'ından, 80'lerin Sözen'inden esinlenmeye, onların çözüm politikalarına uyarlamaya, ilham verici adımları günümüze taşımaya ihtiyaç duyuyor. İşte bu da işin çok zor olan kısmı. Hem belediyecilik, hem iklim, hem geleni bilmek demek. Ancak buna dair her adım bu planı sahici yapar ve Glasgow gibi demagojinin bol olduğu bu dönemde işe yarayan bir eseri yaşanır kılabilir.
Öncelikle bir bilgi. Bu lansmanın raporunun henüz tamamlanmadığı bilgisini edindiğim için yazımda etkinlik duyurularını referans alacağım ve hesaplamalarımda önceki döneme ait 2018 raporunu kullanacağımı baştan belirteyim.
Rapor çok özetle; İstanbul'un atmosfere saldığı seragazı emisyonlarını 2030'a kadar yüzde 52 azaltmayı, bunun için 387,5 milyon euro kaynak ayırmayı, enerji, hareketlilik ve atık planları ile politikaları oluşturmayı hedefliyor ve duyuruda buna dair ondan fazla eylem de paylaşıyor.
Bu basit özet devamında pek çok detayı ve tartışmayı da barındırıyor.
Öncelikle İİV, hükümetin kullandığı ve önceki belediye yönetiminin de yer verdiği "artıştan azaltım" saçmalığını kullanmamış. Türkiye emisyonları daha hızlı arttırıp bunu da azaltım diye sunuyor ve buna "artıştan yüzde 21 azaltım" diye sunuyor. İBB eski yönetimi de "artıştan yüzde 33 azaltım" diye sunarken, şimdiki rapor "mutlak azaltım" gibi siyasi olmayan bilimsel yöntemi tercih ediyor. Kafanız karıştı değil mi?
Basitçe anlatırsak, eski raporda 2019'da 50,9 milyon ton salımların 2030'da 84,7 milyon tona çıkacağı ve bundan yüzde 33 azaltım ile 57,1 milyon tona, yani 2019'dan bile daha çok sera gazı salacağını görüyoruz. Yeni yönetim ise mutlak yüzde 52 azaltım ile 25 milyon tonun altına indiriyor. Aradaki fark tam 32,7 milyon ton. Bir başka ifade ile, eski yönetim mevcut iktidara uygun hedefi ile iklimi daha hazlı değiştirmeyi taahhüt ederken, şimdiki yönetim iklimi değiştirmeyi sürdürürken bunun hızını önemli oranda azaltıyor.
Öncelikle bu hedef ile İBB'nin, geçmiş yönetimin 'artıştan yüzde 33 azaltım(!)' ve mevcut iktidarın 'artıştan yüzde 21 azaltım(!)' söylemine fark atıyor olması, siyaseten manipülasyon olan bu yaklaşımı sergilememesi artı puan. İkincisi, hedef olarak iddialı olması iyi bir şey olmakla beraber, 2050 için sıfır emisyon diyerek Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin muhafazakâr raporlarına oldukça yakın bir hedef koyuyor. Ancak yaklaşımın, partisi CHP'nin çok önünde olduğunu belirtelim.
İSTANBUL PETROL YAKAN OTOMOBİLLERİ YASAKLAYACAK MI?
Şimdi bu hedefleri gözümüzde canlandıralım ki ne kadar tutarlı, gerçekçi olduğunu konuşabilelim. Öncelikle İİV'e göre 9 yıl içinde petrol yakan otomobillerin ve kömür-gaz yakan binaların yarısından kurtulmamız gerektiğini görüyoruz. Bugün yapılan her binanın, trafiğe çıkan her aracın 2030'de kömür-gaz-petrol yakacağını düşünürsek önümüzdeki 9 yılda pek çok şeyin değişmesi gerekiyor. Bugün satılan bir sıfır araba, verilen imar, yapılan inşaat 2030 emisyonun belirliyor. Yüzde 52 emisyon azaltımı demek, başka bir paradigma demek.
Buradan hareketle hedef ve açıklamadaki diğer bilgileri bir irdeleyelim.
Ulaşım için 2050'de bütün otomobillerin elektrikli, toplu taşımanın payının yüzde 25'e çıkması, deniz yolunun payının yüzde 10 olması, yaya ve bisiklet ulaşımının payının yüzde 50'ye çıkması isteniyor. 2050'de bunun olabilmesi için 2030'de araç sayısının, yol miktarının azalması, yaya ve bisiklet yollarının artması, her yıl birkaç yolun trafiğe kapatılması ve 2030'e gelindiğinde ortada akaryakıt ile çalışan az sayıda araç olması gerekiyor. Mesela şehir merkezinde petrol ile çalışan araçlar ne zaman yasaklanacak, belirlenmesi gerekiyor. Bu şekilde yaklaşmak yerine 2030'da ilçe merkezlerini içten yanmalı araçlara, semt merkezlerinin bütün araçlara kapatılacağı açıklansa hoş olmaz mı? Düşünsenize, 70'lerdeki belediyecilik örnekleri Türkiye'de geri gelmeye başlar.
Kentsel donatılarda yüzde 100 enerji verimliliği denmiş ama donatıların payı oldukça düşük. Asıl kaynaklarına hiç değinilmemiş. Ayrıca yüzde 100 yenilenebilir enerji hedefi belediye binaları için konmuş ama konut ve ticari binalar için bir hedef/politika yok. Dahası, mevcut binalar ve yeni binalar için bir şey telaffuz edilmemiş, mevcut yasamadan gelen roller düşünülerek bir politika konmamış. Binalar İstanbul için çok kritik bir kaynak. Hem elektrik tüketimi, hem gaz, kömür tüketimi ile en büyük kalem. Bunlar dikkate alındığında burada politikaların ulaşıma göre bir tık daha zayıf olduğunu söyleyebiliriz.
İçme suyu konusunda hedefler koymuş ve bu hedefler ile mevut durumu dünya standartlarına yaklaşacak anlamına geliyor. Mevcut durumun Ankara'dan çok iyi olduğu görülüyor. Ama atık suya dair hedefsizlik, müsilaj vesilesi ile derin deniz arıtmasına değinilmemesi, su tartışmasının en büyük açığı olmuş.
26 KASIM'DA ÇÖP YAKMA TESİSİ AÇILIYOR!
Son olarak atığa değinilmiş. Organik atıkta hem yüzde 100 geri dönüşüm ve üstüne kompostlama hedefi harika. Ambalaj ve kağıtta yüzde 100 geri dönüşüm hedefi ise geç kalınmış ama yine de iyi bir hedef. Ama lansmanda Avrupa'nın en büyük çöp yakma tesisinin açılacağını açıklamak ise tam bir çevre felaketi olmuş. Mayıs ayında Avrupa'nın en büyük çöp yakma tesisinin İstanbul'da açılacağını sizlere haber vermiştim.
Hedefleri 2030 ve 2050 olarak vermesi ve buna 2040 yılını eklemesi olumlu ama mevcut yönetimin değişeceği 2024'e kadar bir hedef koymaması lansmanın bir açığı olarak duruyor. Bunun nasıl izleneceği, takip edileceği, yaptırımlar gibi pek çok başlığın rapor ile giderileceğini umuyoruz. Umuyoruz diyorum, çünkü Türkiye'de böyle yapılmayan o kadar çok çöp rapor var ki.
Şimdi bazı temel sorular kalıyor. Bu haliyle bile olsa olabilecek mi, başarılabilir mi? Bunun şimdiden bilmenin yolu olmadığını söyleyebiliriz. Ama pek öyle değil. Buna dair aslında önemli göstergeler var.
Birincisi mevcut hale, İBB'nin mevcut işleyişine temas edip etmemesi? Ekim ayında İBB Meclisi gündeminde "imar" 94 defa anılıyor ve inşaata yol veren çok sayıda karar görünüyor. Ekimde alınan her karar bırakın 2030'u, 2050'de yakılacak kömürü, gazı şimdiden bilmek demek. Bu bilgi, çalışmanın belediye politikalarına daha dokunmadığını gösteriyor. Bu, planın kağıt üstünde kalma riski demek.
İkinci olarak ayrılan mali kaynağın gücü. 2030'a kadar projeler için 387,5 milyon euroluk kaynak ayrılacağı söyleniyor. İBB'nin 2021'de asfalta 2,4 milyar TL kaynak ayırdığı ve bunun 200 milyon eurodan fazla ettiği düşünülürse, 387,5 milyon euro 9 yıl için çok az. Asfalta bu kadar kaynak ayırma durmazsa, hiçbir şey demek.
Özetle, İBB İklim Vizyonu hedefler olarak hükümet, eski yönetim ve partisinin politikalarının ilerisinde, küresel popüler siyasetin ortalamasına biraz yakın ama bilimsel sürecin bir nebze arkasında olan, bu resmiyle pozitif olarak görebileceğimiz bir çalışma. Hedefleri evet iddialı, olması gereken iddialara yaklaşmaya çaba sarfediyor. Ancak karşılığı verilmemiş, eksik kalmış. Eylemlerin hedefler ile örtüşmediği açıklar söz konusu. Uygulama ile tutarlılık sorunu yaşanacağı ise tahmin edilebilir. Bunu gidermek için "kurumsal kapasitenin" arttırılması gerekçe olabilir ama mesele kurumsal kapasitenin yetersizliği değil. Ortaya çıkan veriler böyle demiyor.
İstanbul'un İklim Vizyonu Türkiye'de diğer "sıfır çeken" örneklerinden farklı, siyasi bir iddiası var olan ama öteye geçmesi için çok çalışmanın yanında başka şeylere ihtiyaç duyan bir konu. Mesela 70'lerin İsvan'ından, 80'lerin Sözen'inden esinlenmeye, onların çözüm politikalarına uyarlamaya, ilham verici adımları günümüze taşımaya ihtiyaç duyuyor. İşte bu da işin çok zor olan kısmı. Hem belediyecilik, hem iklim, hem geleni bilmek demek. Ancak buna dair her adım bu planı sahici yapar ve Glasgow gibi demagojinin bol olduğu bu dönemde işe yarayan bir eseri yaşanır kılabilir.