"Whishful thinking" İngilizcede çok kullanılan ve benim de sık kullandığım bir deyim. Redhouse sözlüğüne göre Türkçe'deki karşılığı "hüsnükuruntu" ve Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı şöyle: "Herhangi bir durumu safça kendinden yana iyiye yorma." Vikipedi ise şöyle tanımlıyor hüsnükuruntu sözcüğünü: "Kanıt, rasyonellik ya da gerçekçilik üzerine değil, hayal etmesi zevk veren şeyler üzerine karar verme ve inanç oluşturma kavramı."
Türkçede, en azından ekonomiyle ilgili tartışmalarda çok kullanılan bir deyim değil hüsnükuruntu ama şu anda Türkiye ekonomisini yönetme iddiasındakilerin davranışlarını ve beyanlarını tanımlamak için bundan daha iyi bir deyim bulmak kolay değil bence. Özellikle yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin ayağının tozuyla yaptığı açıklamalar ister istemez bu deyimi akla getiriyor. Daha göreve gelir gelmez yaptığı ilk açıklamalardan birinde "ekonominin nereye gittiğini anlamak için gözlerimin içine bakın" diyen Sayın Nebati'nin daha sonraki açıklamaları da gerçekleri değil hep temennileri yansıtıyor.
Temenniler ve gerçekler
Basit bir örnek vereyim: Sayın Nebati 29 Ocak günü ekonomistlerle yaptığı kapsamlı toplantıda Türkiye'deki enflasyon oranının Ocak ayında yüzde 6-8 arasında gerçekleşeceğini ve sonraki aylarda da iddia edildiği gibi yüzde 50'lere değil yüzde 40'lara çıkabileceğini belirtmiş, toplantıya katılan ekonomistlerden birinin yazdığına göre. Bu beyandan beş gün sonra TÜFE endeksinin Ocak ayındaki artışının %11'i geçtiği ve 12 aylık enflasyonun ise yüzde 48.9'a tırmanarak yüzde 50'ye yaklaştığı açıklandı TÜİK tarafından.
Yalnızca bu örnek bile ekonominin yönetiminde kilit bir görev üstlenmiş olan kişinin gerçeklerden ne kadar kopuk ve hayallerinin esiri olduğunu gösteriyor. Sayın Nebati'nin Londra'da uluslararası finans kesiminin temsilcileriyle yapacağı görüşmeler öncesindeki açıklamaları da farklı bir önem kazanıyor bu nedenle.
Londra'da fiyaskonun 2. perdesi mi?
Dünkü Dünya'da yer alan habere göne Londra temasları öncesinde Nikkei ajansına yaptığı açıklamada şunları söylemiş Sayın Nebati: "Londra'da yatırımcılara izlediğimiz politikalarda geri dönüşün olmayacağını ve takvimimizde faiz artırımı olmadığını söyleyeceğiz. Bunu konuyla ilgili en yetkili otoriteden duyduklarına emin olacağız. Nasıl bir ekonomiyle karşılaşacaklarını şeffaf bir şekilde anlatacağız."
Londra'da Sayın Nebati'yi kimlerin dinlediğini bilmiyorum ama finans dünyasının önemli isimlerinin bu açıklamalar karşısında neler düşünebileceklerini tahmin etmek pek zor değil. Dünya ekonomisinin çok ciddi bir parasal daralmaya doğru gittiği ve merkez bankalarının peşpeşe faiz artırmaya yöneldiği bir ortamda, dış finans kaynağı sıkıntısı had safhada olan Türkiye gibi bir ülkenin faiz artırımına gitmemeye yeminli olduğunu ve merkez bankasını etkisiz hale getirdiğini açıklaması ister istemez 2018'de gene Londra'da benzer bir toplantıda yaşananları akla getiriyor.
Erdoğan'ın dillere destan faiz teorisi
Bu köşede ben de o günden bu yana defalarca yazdım, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2018 yılının Mayıs ayında Londra'da finans dünyasının temsilcilerine hitaben yaptığı konuşmada kendi icadı olan faiz teorisini açıklaması, Türkiye'ye karşı duyulan güvensizliğin zirve yapmasına yol açmıştı. Aradan bunca süre geçti, bugün bile uluslararası finans medyasında Türkiye ile ilgili hemen her haberin girişinde Erdoğan'ın ortodoks olmayan faiz teorisinden mutlaka söz ediliyor ve şimdi gelinen noktanın vahameti vurgulanıyor.
O günden bu yana Türkiye ekonomisinin nasıl bir sürece girdiğini ve ekonomiyi siyasetin bir aracı olarak gören anlayışın Türkiye'yi bugün hangi noktaya getirdiğini hep birlikte gördük ve yaşadık. Faiz artırmama inadıyla Türk Lirası'nı savunmasız hale getiren ve Türkiye'nin finans piyasalarından yararlanmasını zorlaştıran anlayışın paramızı pul ettikten ve şaha kalkan enflasyonu azdırdıktan sonra şimdi gelinen noktada aldığı önlemlerle durumu kurtaracağını iddia etmesi ne yazık ki hiç inandırıcı olamıyor. Bugün yapılan vaatler de hüsnükuruntu alışkanlığının yeni örnekleri olarak algılanıyor.
Şunu çok iyi bilelim ki şu anda Türkiye bir çıkmaz sokakta vakit kaybediyor. Yapılan yanlışların bedeli halka ödetiliyor. Sonunda mali kaynak yetersizliği nedeniyle enerji sıkıntısının yaygınlaştığı ve üretimde ciddi sıkıntıların yaygınlaştığı ortamda talep enflasyonunun yanısıra arz cephesinden kaynaklanacak bir enflasyonun da ortamı oluşuyor. Hüsnükuruntudan kurtulmadan bu çıkmazdan çıkmamız da hayli zor görünüyor.
Türkçede, en azından ekonomiyle ilgili tartışmalarda çok kullanılan bir deyim değil hüsnükuruntu ama şu anda Türkiye ekonomisini yönetme iddiasındakilerin davranışlarını ve beyanlarını tanımlamak için bundan daha iyi bir deyim bulmak kolay değil bence. Özellikle yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin ayağının tozuyla yaptığı açıklamalar ister istemez bu deyimi akla getiriyor. Daha göreve gelir gelmez yaptığı ilk açıklamalardan birinde "ekonominin nereye gittiğini anlamak için gözlerimin içine bakın" diyen Sayın Nebati'nin daha sonraki açıklamaları da gerçekleri değil hep temennileri yansıtıyor.
Temenniler ve gerçekler
Basit bir örnek vereyim: Sayın Nebati 29 Ocak günü ekonomistlerle yaptığı kapsamlı toplantıda Türkiye'deki enflasyon oranının Ocak ayında yüzde 6-8 arasında gerçekleşeceğini ve sonraki aylarda da iddia edildiği gibi yüzde 50'lere değil yüzde 40'lara çıkabileceğini belirtmiş, toplantıya katılan ekonomistlerden birinin yazdığına göre. Bu beyandan beş gün sonra TÜFE endeksinin Ocak ayındaki artışının %11'i geçtiği ve 12 aylık enflasyonun ise yüzde 48.9'a tırmanarak yüzde 50'ye yaklaştığı açıklandı TÜİK tarafından.
Yalnızca bu örnek bile ekonominin yönetiminde kilit bir görev üstlenmiş olan kişinin gerçeklerden ne kadar kopuk ve hayallerinin esiri olduğunu gösteriyor. Sayın Nebati'nin Londra'da uluslararası finans kesiminin temsilcileriyle yapacağı görüşmeler öncesindeki açıklamaları da farklı bir önem kazanıyor bu nedenle.
Londra'da fiyaskonun 2. perdesi mi?
Dünkü Dünya'da yer alan habere göne Londra temasları öncesinde Nikkei ajansına yaptığı açıklamada şunları söylemiş Sayın Nebati: "Londra'da yatırımcılara izlediğimiz politikalarda geri dönüşün olmayacağını ve takvimimizde faiz artırımı olmadığını söyleyeceğiz. Bunu konuyla ilgili en yetkili otoriteden duyduklarına emin olacağız. Nasıl bir ekonomiyle karşılaşacaklarını şeffaf bir şekilde anlatacağız."
Londra'da Sayın Nebati'yi kimlerin dinlediğini bilmiyorum ama finans dünyasının önemli isimlerinin bu açıklamalar karşısında neler düşünebileceklerini tahmin etmek pek zor değil. Dünya ekonomisinin çok ciddi bir parasal daralmaya doğru gittiği ve merkez bankalarının peşpeşe faiz artırmaya yöneldiği bir ortamda, dış finans kaynağı sıkıntısı had safhada olan Türkiye gibi bir ülkenin faiz artırımına gitmemeye yeminli olduğunu ve merkez bankasını etkisiz hale getirdiğini açıklaması ister istemez 2018'de gene Londra'da benzer bir toplantıda yaşananları akla getiriyor.
Erdoğan'ın dillere destan faiz teorisi
Bu köşede ben de o günden bu yana defalarca yazdım, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2018 yılının Mayıs ayında Londra'da finans dünyasının temsilcilerine hitaben yaptığı konuşmada kendi icadı olan faiz teorisini açıklaması, Türkiye'ye karşı duyulan güvensizliğin zirve yapmasına yol açmıştı. Aradan bunca süre geçti, bugün bile uluslararası finans medyasında Türkiye ile ilgili hemen her haberin girişinde Erdoğan'ın ortodoks olmayan faiz teorisinden mutlaka söz ediliyor ve şimdi gelinen noktanın vahameti vurgulanıyor.
O günden bu yana Türkiye ekonomisinin nasıl bir sürece girdiğini ve ekonomiyi siyasetin bir aracı olarak gören anlayışın Türkiye'yi bugün hangi noktaya getirdiğini hep birlikte gördük ve yaşadık. Faiz artırmama inadıyla Türk Lirası'nı savunmasız hale getiren ve Türkiye'nin finans piyasalarından yararlanmasını zorlaştıran anlayışın paramızı pul ettikten ve şaha kalkan enflasyonu azdırdıktan sonra şimdi gelinen noktada aldığı önlemlerle durumu kurtaracağını iddia etmesi ne yazık ki hiç inandırıcı olamıyor. Bugün yapılan vaatler de hüsnükuruntu alışkanlığının yeni örnekleri olarak algılanıyor.
Şunu çok iyi bilelim ki şu anda Türkiye bir çıkmaz sokakta vakit kaybediyor. Yapılan yanlışların bedeli halka ödetiliyor. Sonunda mali kaynak yetersizliği nedeniyle enerji sıkıntısının yaygınlaştığı ve üretimde ciddi sıkıntıların yaygınlaştığı ortamda talep enflasyonunun yanısıra arz cephesinden kaynaklanacak bir enflasyonun da ortamı oluşuyor. Hüsnükuruntudan kurtulmadan bu çıkmazdan çıkmamız da hayli zor görünüyor.