Vay Canına
Forum Üyesi
Bu tımar sahipleri saraya ve dînî kurumlara belli hizmetlerde bulunmakla mükelleftiler. Bu tımarların sayısı çok azdır. Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında sipahilerin yanında, harp adamı olmayan tımar sahiplerine de rastlanmaktaydı. Meselâ Bosna’daki kalelerin tâmiriyle vazifeli yetmiş-seksen kişilik bir duvarcı ustası topluluğunun başında bulunan mimârın geçimi, bu civarda tasarrufunda bulunan bir tımarın mahsûlüyle te’min edilmekteydi. Yine, 1471 yılında Rumeli’de Tırhala livasının Fener nahiyesinde Kılıççı Ali Usta’nın sefer yıllarında hazîneye kılıç vermek taahhüdü karşılığında bir tımara sâhib olduğu görülür. Bâzı hudud bölgelerindeki kalelerin imâmları da, ulufe veya vakıf gelirinden maaş alacakları yerde tımar tasarruf etmekteydiler. Yine ilk devirlerde kâdıların geçimlerini te’min için de kendilerine tımar şeklinde arazi gelirleri tahsis edilmişti. Tımarları karşılığı donatacakları gemilerle donanmada hizmet gören kaptanlar da mevcuttu.
[h=4]4- Veriliş Şekillerine Göre[/h]Kânûnî Sultan Süleymân Han devrine gelinceye kadar, ölmüş olan tımar sahiplerinin oğluna beylerbeyi tarafından tımar veriliyordu. Fakat 1530’da bu usûl değiştirildi ve beylerbeyinden ancak düşük gelirli tımarları verebileceği, daha büyük gelir sağlayan tımarların ise beylerbeyinin tezkiresi üzerine İstanbul’dan fermanla verilebileceği esâsı kabul edildi. Beylerbeyinin tezkiresini alan sipâhî, İstanbul’a giderek, altı ay zarfında beratını almak mecbûriyetindeydi. Aksi takdirde tımarının gelirinden faydalanamazdı. Bu esasların kabul edilmesi üzerine tezkireli-tezkiresiz tımar ayırımı ortaya çıktı.
[h=4]4- Veriliş Şekillerine Göre[/h]Kânûnî Sultan Süleymân Han devrine gelinceye kadar, ölmüş olan tımar sahiplerinin oğluna beylerbeyi tarafından tımar veriliyordu. Fakat 1530’da bu usûl değiştirildi ve beylerbeyinden ancak düşük gelirli tımarları verebileceği, daha büyük gelir sağlayan tımarların ise beylerbeyinin tezkiresi üzerine İstanbul’dan fermanla verilebileceği esâsı kabul edildi. Beylerbeyinin tezkiresini alan sipâhî, İstanbul’a giderek, altı ay zarfında beratını almak mecbûriyetindeydi. Aksi takdirde tımarının gelirinden faydalanamazdı. Bu esasların kabul edilmesi üzerine tezkireli-tezkiresiz tımar ayırımı ortaya çıktı.