Dağ gibi bir adamdı. Elli yaş civarında. Kara palabıyıkları ve dadaş şalvarı ile kapının önünde bekliyordu.Açıldı kapı. Biraz önce çalınmış olan.
Adam hayırlı ramazanlar dedi. Ben ramazan davulcu…su…
Daha cümlesini tamamlamamıştı bile.
Kapının bu tarafındaki.Yani kadın.Yani kapıyı gönülsüz açmış olan. Davul çalınsın istemiyorum ki! dedi.
Keskin bir bıçak hükmündeydi cümle ve önce sahibini kesti. Sonra dadaş şalvarlı adamı.
Adam kapının eşiğinde öylece dikildi kaldı.
Hiçbir sukut;
bu kadar uzun,
bu kadar anlamlı,
bu kadar imha eden
OLMAMIŞTIR!
Bundan böyle de ihtimal olmayacaktır.
Kadın, bu sükutun kendisini nasıl vuracağından habersizdi.
Kapadı kapıyı.Yaralanmış olduğunu henüz bilmiyordu. Ama, kendi ağzından çıkmış cümlenin nasıl yabancı ve yaralayıcı bir şeye dönüşmekte olduğunu çok değil on beş dakika sonra, yani iftar vaktinde anlayacaktı.
Şimdi kendince bahaneler üretiyor hançer hükmündeki cümlesi için.
Saat üç buçukta sahura kalkan var sanki.
Mahallenin arabaları uzay savaşlarının askerleri gibi davulun tokmağı ile taaruza geçiyor zaten.
Davulmuş! Davul mu kaldı!
Kime çalıyorsun ki davulu!
Hadi çalıyorsun bari vaktinde çal.
Sinir olmakta haksız mıydı…?
Nafile. Kendini ikna edemiyor.Ne oldu!Nasıl oldu!Kendi ağzından çıkan cümle nasıl un ufak ediyor bilincini! Ama o, henüz doğranmakta olduğunu bilmiyor.
Kadın, kafası ile kalbinin birbirine uzak düşmekte olduğunu idrak edemiyor henüz.
Bir başına. Suyu çekilmiş değirmenler kadar yalnız.
Oğlan yedi oyuna, çoban yedi koyuna gitti misali.
Herkes bir yere iftara davetli. Kadın yalnız.Beraberinde, biraz önce kendinden çıkarak kendini paralayan hançer cümle. Büyüyor yavaş yavaş.Bütün evi ele geçiren olacak biraz sonra.
Cümle büyüdükçe, kadının içindeki sıkıntı da büyüyor.Yalnız iftar edeceğine veriyor.
Deniz gamı alır mı? Suyu çekilmiş değirmen taşı misali duran kadın,denizden su toplamaya çalışıyor beyhude. Burgaz’ın ışıkları içindeki yangını arttırıyor.Taş kıpırtısız.
Ezanın eli kulağında.
Hiç mutadı olmadığı halde televizyonu açıyor. Açtığı gibi bir duanın içinde buluyor kendini. Önce iyi geliyor dua.Amin amin dedikçe yüreğinden yürek sökülüyor.Ama sonra ne olursa oluyor,kadın Rabbinin huzurunda biraz önce ben senin bir kulunu nasıl hoyratça gönderdim diyen kendisiyle yüzleşiyor.Kendi istekleri için amin amin derken, daha demin nasıl hoyratça geri çeviren olduğunu fark ediyor.
Amin dedikçe her aminin Rabbinin huzurundan geri döndürülmekte olduğunu GÖRÜYOR o an. Ağlamaya başlıyor. Ama ne ağlama.
İftar gözyaşından geliyor.
Sonra. Saatler boyu o davulcu için dua ediyor.
Gidenler dönmüş oluyor. Gözleri şişmiş kadına bakıyorlar ne oldu demekten korkarak.Kapıya gelen davulcu için dua ettim diyor kadın.Dua ettim. Dua ettim. Hala dua ediyor.Harf harf.
İçinde Hızır kıssaları. Dua hafiletmiyor lakin . Bir kulunu nasıl geri çevirdim. Bir kulunu nasıl… Bir kulunu…Bir…Ahenk gittikçe hızlanıyor.
Adam hayırlı ramazanlar dedi. Ben ramazan davulcu…su…
Daha cümlesini tamamlamamıştı bile.
Kapının bu tarafındaki.Yani kadın.Yani kapıyı gönülsüz açmış olan. Davul çalınsın istemiyorum ki! dedi.
Keskin bir bıçak hükmündeydi cümle ve önce sahibini kesti. Sonra dadaş şalvarlı adamı.
Adam kapının eşiğinde öylece dikildi kaldı.
Hiçbir sukut;
bu kadar uzun,
bu kadar anlamlı,
bu kadar imha eden
OLMAMIŞTIR!
Bundan böyle de ihtimal olmayacaktır.
Kadın, bu sükutun kendisini nasıl vuracağından habersizdi.
Kapadı kapıyı.Yaralanmış olduğunu henüz bilmiyordu. Ama, kendi ağzından çıkmış cümlenin nasıl yabancı ve yaralayıcı bir şeye dönüşmekte olduğunu çok değil on beş dakika sonra, yani iftar vaktinde anlayacaktı.
Şimdi kendince bahaneler üretiyor hançer hükmündeki cümlesi için.
Saat üç buçukta sahura kalkan var sanki.
Mahallenin arabaları uzay savaşlarının askerleri gibi davulun tokmağı ile taaruza geçiyor zaten.
Davulmuş! Davul mu kaldı!
Kime çalıyorsun ki davulu!
Hadi çalıyorsun bari vaktinde çal.
Sinir olmakta haksız mıydı…?
Nafile. Kendini ikna edemiyor.Ne oldu!Nasıl oldu!Kendi ağzından çıkan cümle nasıl un ufak ediyor bilincini! Ama o, henüz doğranmakta olduğunu bilmiyor.
Kadın, kafası ile kalbinin birbirine uzak düşmekte olduğunu idrak edemiyor henüz.
Bir başına. Suyu çekilmiş değirmenler kadar yalnız.
Oğlan yedi oyuna, çoban yedi koyuna gitti misali.
Herkes bir yere iftara davetli. Kadın yalnız.Beraberinde, biraz önce kendinden çıkarak kendini paralayan hançer cümle. Büyüyor yavaş yavaş.Bütün evi ele geçiren olacak biraz sonra.
Cümle büyüdükçe, kadının içindeki sıkıntı da büyüyor.Yalnız iftar edeceğine veriyor.
Deniz gamı alır mı? Suyu çekilmiş değirmen taşı misali duran kadın,denizden su toplamaya çalışıyor beyhude. Burgaz’ın ışıkları içindeki yangını arttırıyor.Taş kıpırtısız.
Ezanın eli kulağında.
Hiç mutadı olmadığı halde televizyonu açıyor. Açtığı gibi bir duanın içinde buluyor kendini. Önce iyi geliyor dua.Amin amin dedikçe yüreğinden yürek sökülüyor.Ama sonra ne olursa oluyor,kadın Rabbinin huzurunda biraz önce ben senin bir kulunu nasıl hoyratça gönderdim diyen kendisiyle yüzleşiyor.Kendi istekleri için amin amin derken, daha demin nasıl hoyratça geri çeviren olduğunu fark ediyor.
Amin dedikçe her aminin Rabbinin huzurundan geri döndürülmekte olduğunu GÖRÜYOR o an. Ağlamaya başlıyor. Ama ne ağlama.
İftar gözyaşından geliyor.
Sonra. Saatler boyu o davulcu için dua ediyor.
Gidenler dönmüş oluyor. Gözleri şişmiş kadına bakıyorlar ne oldu demekten korkarak.Kapıya gelen davulcu için dua ettim diyor kadın.Dua ettim. Dua ettim. Hala dua ediyor.Harf harf.
İçinde Hızır kıssaları. Dua hafiletmiyor lakin . Bir kulunu nasıl geri çevirdim. Bir kulunu nasıl… Bir kulunu…Bir…Ahenk gittikçe hızlanıyor.