Gelincik Ruhlar Örselenmesin!..
Sabah uyanır uyanmaz annesinin tembihlediği gibi hemen hazırlanmaya başladı. Gittikleri yeri bilmiyordu, ama canı sıkılır ihtimaliyle resim defteri ve boya kalemlerini de yanına almayı unutmamıştı.
Yolculuğun sonuna gelmişlerdi. Büyücek merdivenleri çıkarak girdikleri binanın ne olduğuna bir türlü anlam veremedi. Koridorlarda anne-babasının adımlarına yetişmek için nefes nefese kalıyordu. "Yine ayrılık rüzgârları esiyor aralarında... Yürürken dahî bir arada olamıyorlar; şu iki eli tutsam da birbirlerine iliştiriversem bir daha ayrılmasalar..." diyerek iç geçiriyordu. Küçük dünyasını süsleyen hayalleri hep bunlardan ibaretti. Sonra bir kapının eşiğine geldiler. Anne ve babasının yüzlerindeki sıkıntı daha da büyümüştü sanki... İçeriye girdiklerinde yüksek bir masadan:
"–Duruşma başladı." diye bir ses yükseldi.
Sonraki konuşmalardan anlayabildiği kadarıyla anne ve babası gerçekten ayrılmaya karar vermişlerdi. Yüzlerinde ufacık bir tebessüm yoktu. Devamlı gözlerini birbirlerinden kaçırıyorlardı.
"–Bir kerecik bana eskisi gibi baksalar... Koşsam koşsam, annemin sıcacık kollarında sevgiye doysam...
Babam, eskisi gibi akşam geldiğinde kucağına alıp:
«Canım evlâdım!.." diye sevse..."
Şimdi ise en ufak bir sevgi ışıltısı yoktu anne ve babasında... Aralarında geçen hiddetli kavgalardan sonra her ikisine tebessümle bakıyor, fakat boş bakışlardan başka bir şey göremiyordu.
"–Birbirlerini sevmediklerini biliyorum. Ama neden bunun cezasını ben çekiyorum!.." diyordu hep.
Bir yudum sevgiye susamış gelincikler gibi bir o yana, bir bu yana örseleniyordu yavrucak...
Mahkeme salonunda domur domur yaşlar süzülüyordu gözlerinden. Bir taraftan da resim kâğıdında hayallerini boyuyordu. Kimsenin de aldırış ettiği yoktu mutsuzluğuna!.. Bir tek hâkim amcanın gözleri dolaşıyordu üzerinde...
İşte sona yaklaşıldı. Karar açıklanacak.
Netice: Boşanma.
Bir türlü durmayan gözyaşları, şimdi içten içe hıçkırıklara döndü. "Ya şimdi ne olacak?" diye düşündü. Annemle mi kalacağım, yoksa babamla mı? Ya her ikisi de kendileriyle kalmamı isterlerse... Şimdi hâkim soruyor:
"–Çocuğu hanginiz istiyorsunuz?"
Her iki taraftan da istediklerine dair hiçbir cevap yok. Hâkim tekrar soruyor:
"–İstiyor musun?"
Anne:
"–Hayır."
Baba:
"–Hayır."
Hâkim gözlerini çocuktan ayıramıyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını şaşırmış bir hâlde kalakaldı. Duruşmanın sonunda çocuğun bıraktığı resimleri eline alıp baktı. Mutlu âile tabloları vardı resimlerde. Anne ve babasının ellerinden sımsıkı tuttuğu, bayram neşesi yaşayan çocuk resimleri...
Hâkim çaresiz; çocuk annesiz-babasız kaldı. Uzayan mahkeme koridorlarında kalbi kırık, merhamet mahrumu yavrucağın hıçkırıkları yankılandı, yankılandı...
* * *
Merhamet, ey merhamet neredesin? Semtimize uğramaz oldun. Rahmeti sonsuz Rabbimiz'in rahmetinin en muazzez tecelligâhı anneler!.. Hâlık'tan ötürü mahlûkâta, en kalbî bakışın mukaddes numûneleri anneler! Âile saâdeti, toplum sigortası anneler!... Bizler merhamet kucağınıza muhtacız.
İnsanoğlunda olmayan merhamet, bakın hayvanlar arasında nasıl hüküm sürüyor!
Bir anne tavuk, yumurtalarının üstünde kuluçkaya durmuş, şefkatle yavrularını beklerken nereden bilebilirdi ki, bir tanecik ördek yumurtasının diğer yumurtalar arasına karıştığını... Yavrular dünyaya geldiğinde anne tavuk, civcivlerine gösterdiği ilgi ve merhameti ördek yavrusuna da gösteriyordu. O da artık civcivler gibi annesinin peşine takılır, nereye gitseler beraberlerinde giderdi. Hatta öyle ki, ördek suya girdiğinde, anne tavuk canı pahasına da olsa, kendisine âit olmayan bir varlığın peşinden çırpınarak suya girerdi. Anne tavukta, böylesine bir sahiplenme duygusu!
Bu da bir anne!.. Mahkeme salonunda evlâdının sonunun ne olacağını düşünmeden özgürlüğe (!) koşan da bir anne...
Kâinatın kalbinde boşluk yok!.. Ya insanın?!.
* * *
"Çocuk Esirgeme" kapsamında açılan yuvalarda bulunan birçok çocuk, benzeri sebeplerle getirilmiş. Anne ve babaları hayatta olduğu hâlde, "yetimlik hayatı" yaşayanlar var. Kimileri; üvey anneler, üvey babalar istemediği için buralara bırakılıyor. Kiminin annesi, babasından ayrılıyor, çocuğu yeni kocasına kabul ettiremediği için yuvaya bırakıyor. Bu kocasından da boşanıyor, yapacağı yeni evlilikte çocuğa bakmayı külfet gördüğü için çocuk yine yuvada kalıyor.
Buradaki çocukların çoğu psikolojik problem yaşıyor. Kimi içinde taşıdığı öfkeyle etrafa saldırıyor. Kimi hırsız, kapkaççı, tinerci ve balici oluyor.
Canavar ruhlu böyle insanların geçmişlerine bakarsanız; hep yıkılmış, problemli âile tabloları, örselenmiş çocukluk yılları karşınıza çıkar. Çocuk Esirgeme Kurumları'nda yirmi bin çocuk var. On sekiz yaşına geldiğinde, eline valizini alıp kapıya konulduğunda bu gençleri nasıl bir gelecek bekliyor, okuduğunuz haberlerle siz düşünün!..
Anne-babanın boşanması, çocukların kötü alışkanlıklar kazanmasına yol açıyor. Meselâ uyuşturucu!.. ABD'de yapılan araştırmalarda, eroin bağımlılarının %50'den fazlasının boşanmış âile çocukları oldukları ortaya çıkmıştır.
Yine yapılan araştırmalarda: Anne-babanın kendi aralarındaki ya da çocuklarıyla olan çatışma ve tartışmaların uyuşturucuya başlamada önemli bir tesiri olduğu görülmüştür. Bu çatışmalar sonucunda, sürekli olumsuz duyguların ifade edilmesi, âile bağlarının zayıflamasına ve ferdin kendine olan güveninin azalmasına yol açar. Âiledeki çatışmaların bunalıma sürüklediği gençler, olan-biteni unutmak için sığınacak sıcak bir mekân aramaya başlarlar. Bu sıcaklığı, onlara, âileleri sağlayamadığı takdirde, oluşan boşluğu istenmeyen arkadaş ve alışkanlıklar dolduracaktır.
Anne-babalar boşanırken, özgürlükleri uğruna çocuklarının ruhlarını boşalttıklarının farkındalar mı? Yuvalara bırakılmasa da bir çocuk ruhunun bu yıkıma şâhit olması, ömrünün sonuna kadar gül kalbine bir diken gibi batmayacak mı?
Öyleyse gelincik ruhlar örselenmesin. Merhamet kahramanı anneler, âile direği babalar, çocuklarını boşluğa bırakmasınlar!..
Ayşegül Zobi