İstanbul Teknik Üniversitesi'nin yeşillikler içindeki Ayazağa Kampüsü, bu defa yıldızların altında bir genç hayatın yitip gitmesine şahit oldu. Tam da milyon dolarlar karşılığında uzaya adam gönderdiğimiz bir sırada… Uzayın sınırsız derinliklerini inceleyebilecek bir zihin, Okan Bayram, şimdi yıldızlara doğru sonsuz bir yolculuğa çıktı.
Ve ne yazık ki bu yolculuk, ülkemizin acı bir gerçeğine, gençlerin pençesinden kurtulamadığı umutsuzluğa ve bunalıma işaret ediyor.
Bu topraklarda yetişen parlak zihinlerin birer birer umutlarını yitirişinin hikayesi aslında bu.
Tıpkı, Aydın, Güzelhisar’daki KYK yurdunda düşen asansörde feci şekilde hayatını kaybeden Zeren gibi… “Gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da,” diyerek intihar eden İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel gibi… Ya da kaldığı KYK yurdundan izin alıp çıktıktan sonra kaybolan ve Antalya sahiline cansız bedeni vuran 18 yaşındaki Merve gibi…
Okan, İTÜ'nün gururla anılan Uzay Mühendisliği bölümünde bir öğrenciydi fakat mezun olamamıştı. Geçimini sağlamak için bir kafede baristalık yapıyordu. Eğitimle geçim arasında sıkışıp kalan, gelecek kaygısıyla boğuşan sayısız gençten biri olarak… 24 Ocak'ta, kampüs içinde inşaat halindeki bir binanın soğuk ve gri gölgesi eşliğinde, kendi hayatının ağırlığı altında ezildi. Onu bu trajik sona sürükleyen, sadece içinde bulunduğu bunalım değil, aynı zamanda bu dünyanın genç omuzlara yüklediği ağır yüklerdi.
Okan'ın hikayesi, gençlerin, yalnızca akademik başarı ve kariyer hedeflerinin peşinden gitmeleri gereken bir yaşta, en büyük savaşı, yaşamın temel gereksinimlerini karşılamak uğruna vermek zorunda kaldığı bir dünyanın acı bir portresidir.
Ülkemizde, gençlerin omuzlarındaki bu ağır yük, onları karanlık bir tünele sürüklüyor. Eğitimdeki adaletsizlik, barınma ve temel ihtiyaçlardaki yüksek maliyetler, işsizlik korkusu… Onları sistematik olarak umutsuzluğa itiyor. Gençler hayal kurmaktan vazgeçiyor.
Biz sistemdeki bu çürümüşlüğü Okan'ın trajik ölümüyle bir kez daha hatırlıyoruz.
Ve bir süre sonra unutuyoruz.
Ta ki bir başka parlak gencin ışığı sönene kadar!
Sadece kendilerini değil, bu toplumun geleceğini de temsil eden bu gençlerin her biri, sistemin acımasızlığının kurbanları.
Sistem, gençleri sadece işsizlik ve ekonomik zorluklarla değil, aynı zamanda baskıcı politikalarla da boğuyor. Bu durum, onların ruhsal sağlığını da derinden etkiliyor. Okan'ın, Merve'nin, Zeren'in ve diğer tüm gençlerin trajedisi, bu sorunların bireysel olmaktan çıkıp, sistemik bir krizin göstergesi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Tabii görmek isteyene…
Baskıcı rejimler en başta gençleri duymuyor, dinlemiyor, anlamıyor. Ve çoğu zaman onları cezalandırıyor. Baskıcı politikalar, gelecek endişesi ve yetersiz sosyal destek, gençleri ölüme sürüklüyor. Veyahut da yaban ellere gitmeye mecbur bırakıyor… Parlak zihinler ya göç edip daha yaşanılası medeniyetlere doğru yol alıyor ya da toprağa karışıp yok oluyor.
Gözlerimizin önünde kaybolup giden ömrünün baharındaki bu canlar, sayılarla ifade edilen soğuk istatistiklerin ötesinde korkunç bir ülke gerçeği olarak suratımıza çarpıyor.
Okan'ın trajik sonu, sadece bir genç hayatın kaybı değil, geleceğimizin de sessiz çığlığıdır. Keşke göz göre göre kaybolan bu genç canlar, unutulmasa ve onların hikayeleri, daha adil, daha anlayışlı bir dünya için atılacak adımların başlangıcı olabilse…
sadikcelik.gorus@gmail.com
Ve ne yazık ki bu yolculuk, ülkemizin acı bir gerçeğine, gençlerin pençesinden kurtulamadığı umutsuzluğa ve bunalıma işaret ediyor.
Bu topraklarda yetişen parlak zihinlerin birer birer umutlarını yitirişinin hikayesi aslında bu.
Tıpkı, Aydın, Güzelhisar’daki KYK yurdunda düşen asansörde feci şekilde hayatını kaybeden Zeren gibi… “Gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da,” diyerek intihar eden İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel gibi… Ya da kaldığı KYK yurdundan izin alıp çıktıktan sonra kaybolan ve Antalya sahiline cansız bedeni vuran 18 yaşındaki Merve gibi…
Okan, İTÜ'nün gururla anılan Uzay Mühendisliği bölümünde bir öğrenciydi fakat mezun olamamıştı. Geçimini sağlamak için bir kafede baristalık yapıyordu. Eğitimle geçim arasında sıkışıp kalan, gelecek kaygısıyla boğuşan sayısız gençten biri olarak… 24 Ocak'ta, kampüs içinde inşaat halindeki bir binanın soğuk ve gri gölgesi eşliğinde, kendi hayatının ağırlığı altında ezildi. Onu bu trajik sona sürükleyen, sadece içinde bulunduğu bunalım değil, aynı zamanda bu dünyanın genç omuzlara yüklediği ağır yüklerdi.
Okan'ın hikayesi, gençlerin, yalnızca akademik başarı ve kariyer hedeflerinin peşinden gitmeleri gereken bir yaşta, en büyük savaşı, yaşamın temel gereksinimlerini karşılamak uğruna vermek zorunda kaldığı bir dünyanın acı bir portresidir.
Ülkemizde, gençlerin omuzlarındaki bu ağır yük, onları karanlık bir tünele sürüklüyor. Eğitimdeki adaletsizlik, barınma ve temel ihtiyaçlardaki yüksek maliyetler, işsizlik korkusu… Onları sistematik olarak umutsuzluğa itiyor. Gençler hayal kurmaktan vazgeçiyor.
Biz sistemdeki bu çürümüşlüğü Okan'ın trajik ölümüyle bir kez daha hatırlıyoruz.
Ve bir süre sonra unutuyoruz.
Ta ki bir başka parlak gencin ışığı sönene kadar!
Sadece kendilerini değil, bu toplumun geleceğini de temsil eden bu gençlerin her biri, sistemin acımasızlığının kurbanları.
Sistem, gençleri sadece işsizlik ve ekonomik zorluklarla değil, aynı zamanda baskıcı politikalarla da boğuyor. Bu durum, onların ruhsal sağlığını da derinden etkiliyor. Okan'ın, Merve'nin, Zeren'in ve diğer tüm gençlerin trajedisi, bu sorunların bireysel olmaktan çıkıp, sistemik bir krizin göstergesi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Tabii görmek isteyene…
Baskıcı rejimler en başta gençleri duymuyor, dinlemiyor, anlamıyor. Ve çoğu zaman onları cezalandırıyor. Baskıcı politikalar, gelecek endişesi ve yetersiz sosyal destek, gençleri ölüme sürüklüyor. Veyahut da yaban ellere gitmeye mecbur bırakıyor… Parlak zihinler ya göç edip daha yaşanılası medeniyetlere doğru yol alıyor ya da toprağa karışıp yok oluyor.
Gözlerimizin önünde kaybolup giden ömrünün baharındaki bu canlar, sayılarla ifade edilen soğuk istatistiklerin ötesinde korkunç bir ülke gerçeği olarak suratımıza çarpıyor.
Okan'ın trajik sonu, sadece bir genç hayatın kaybı değil, geleceğimizin de sessiz çığlığıdır. Keşke göz göre göre kaybolan bu genç canlar, unutulmasa ve onların hikayeleri, daha adil, daha anlayışlı bir dünya için atılacak adımların başlangıcı olabilse…
sadikcelik.gorus@gmail.com
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.