Gazeteci, herkesle konuşur. Kimi zaman toplumda kabul görmüş insanlar olur söyleşi yaptığı isimler, kimi zaman da devletin makbul görmediği, hatta zan altındaki ya da suçlu kişiler...
Türkiye'de araştırmacı gazeteciliğin efsane ismi Uğur Mumcu, 1983'te Roma'ya kadar giderek gazeteci Abdi İpekçi'nin katili M. Ali Ağca ile görüşmüştü. Televizyon gazeteciliğinin öncü isimlerinden M. Ali Birand, 1988 yılında Bekaa Vadisi'ne giderek Abdullah Öcalan ile kapsamlı bir söyleşi yapmış ve bu söyleşiyi sonra kitaplaştırmıştı.
Türkiye ve dünya gazetecilik tarihinden onlarca, yüzlerce örnek verilebilir bu tür söyleşilere. Bu birikime dayanarak, gazeteci, suçlularla da görüşür, konuşur diyebiliyorum. Ama önemli olan söyleşinin ne amaçla, daha önemlisi nasıl yapıldığı ve ne konuşulduğudur.
Bu tür söyleşiler, o konuda bilgili, deneyimli ve dersini iyi çalışmış, dikkatle hazırlanmış gazeteciler tarafından yapılabilir. Ancak o zaman ortaya kamuoyunun doğru bilgilenmesine katkıda bulunacak, karanlıkta kalan noktaları aydınlatan bir söyleşi, başarılı bir gazetecilik ürünü çıkar. Aksi halde hedefteki kişinin propagandasına alet olma, onu aklama riski vardır.
Bu yüzden Babala TV adlı Youtube kanalında yayın yapan Oğuzhan Uğur'un, "Fetullah Gülen Terör Örgütü davası" nedeniyle ABD'ye kaçan eski AKP milletvekili Hakan Şükür'ü davet etmesi şaşırtıcıydı. Nitekim gelen tepkiler üzerine riski kavrayıp, programdan vazgeçti.
Onun yerine yine Youtube'da yayın yapan İlker Canikligil ile Mustafa Seven, Hakan Şükür'ü programa davet etti. Flu TV'deki programdan çok, Canikligil'in kendisini eleştiren gazetecilere verdiği yanıt dikkat çekiciydi; "Keşke siz gazeteciler yapsaydınız bu işleri. Bizim için daha iyi ve öğretici olurdu". Haklıydı, gazeteciler bu işleri YouTuberlar'a bırakmamalıydı...
Bu tartışmaların ardından Hakan Şükür'ü programa çıkaran TV5'in Genel Yayın Koordinatörü M.Ali Kayacı, iyi hazırlanmıştı; elindeki notlar çalıştığını gösteriyordu. Gazetecilik çabası içerisindeydi ama konuya tam hakim değildi. "İncitmek istemem" diye özetlediği nazik üslubu sorgulamaya değil ağırlamaya, kendini anlatmasını sağlamaya yönelikti.
Hakan Şükür'ü zorlayan soru soramadığı gibi, program boyunca üstünlük kurmasını, kendisini savunurken örgüt ile ilişki suçlamalarını es geçmesini önleyemedi. Programın başlangıcındaki Hakan Şükür sunumu kadar sonundaki değerlendirmesi de eksiklikler içeriyordu. Odatv'ye yönelik suçlama ve hakaretlere itiraz etmemesi de eksiklikti.
Bütün bunlara rağmen Hakan Şükür'ün Cumhurbaşkanı ve AKP ile ilgili olarak ortaya attığı iddialar da üzerinde durmaya değer. Program sayesinde bu iddialar kamuoyunca öğrenilmiş oldu.
Fakat bekleneceği gibi tepkiler yükseldi; RTÜK inceleme başlattığını açıkladı. Programı yayından kaldıran TV5 yönetimi, Osman Öcalan'ın TRT'ye çıkarılması vakasını anımsatarak iktidar çevrelerinin çifte standardını eleştirdi.
Elbette TV5'deki program gazetecilik açısından eleştirilebilir; doğruları yanlışları dile getirilebilir. Fakat öylesine karanlık bir linç ortamı oluşturuldu ki, gazetecinin bir kişiyle konuşması bile suç olarak gösteriliyor. Bu gidişle TV programlarına kimin çıkarılacağına da RTÜK karar verecek!
Yerel medyanın emeğine çökenler
Türkiye'de medyanın vitrininde genellikle İstanbul ve biraz da Ankara ile İzmir'deki meslektaşlarımız yer alır. Yerel muhabirlerin öne çıkmak, şan şöhret sahibi olmak bir yana çarpıcı haberlerine karşılık alkış bile alamazlar.
Hatta bırakın emeklerinin karşılığını almayı, ulusal medyadaki kimi meslektaşlarımız onların haberlerini alırken kimi özensizlikten, kimi kasıtlı olarak kaynak vermez; kendileri üretmiş gibi tepe tepe kullanırlar onca zorluklarla üretilen yerel haberleri. Açıkça söylemek gerekirse "kaynak gösterme" ilkesini bir yana itip, yerel haberleri aşırıyorlar...
Yerel haberlerin çalınması son yıllarda Anadolu'daki meslektaşlarımızın en büyük sorunlarından biri haline geldi. Tunceli'de geçen hafta katıldığım Munzur Press'in düzenlediği "Türkiye'de gazetecilik ve basın özgürlüğü konferansı" sırasında arkadaşlar bir örnekten söz etti.
Malatya'nın Yeşilyurt ilçesinde yaşanan "Gri Pasaport skandalı"nı bütün Türkiye duydu. Ama kaç kişi bu skandalı ilk olarak Yeni Malatya'dan Yaşar Karaaslan'ın yazdığını biliyor. Karaaslan'ın 8 Nisan 2021'deki "Yurtdışına 45 kişi gitti, 43'ü gelmedi iddiası" başlıklı
Gri pasaport olayını hâlâ dikkatle izleyen yerel gazetelerden Malatya Haber, haberlerinin sürekli ulusal medyada kaynak göstermeden yayımlanmasından o kadar muzdarip durumda ki, bütün haberlerinin altına bir uyarı notu koyarak "emek hırsızlığı"na tepki gösteriyor:
"Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin 'kamuoyunun bilgisine sunulmuş' emeğinin üzerine 'çöküp', gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna dikkat çekerken, söz konusu unsurları da 'gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları' konusunda uyarıyoruz."
Ben de bütün gazetecileri, yereldeki meslektaşlarımızın olanaksızlıklara, yerel baskılara rağmen ürettiklerine ve emeklerine saygı göstermeye davet ediyorum. Bu arkadaşlarımızın emeklerinin maddi karşılığını bile göremediklerini unutmayın.
Ödül yerine plaket verseler
Gazetecilere ödül veren verene. Özel okullar, sivil toplum kuruluşları, kamu kuruluşları kendi alanlarında haber yapan gazetecilere ödüller yağdırıp duruyor.
Son olarak Türk Böbrek Vakfı'nın sağlık alanındaki "Medya Ödülleri" açıklandı.13 dalda verilen ödüllerle ilgili haberlere dikkat ettim; BirGün, Sabah, Türkiye ve TRT Haber, ödül alanların tümüne yer vermemişti. Sadece o kuruluş ödül almış gibi gözüküyordu haberlerde.
Keşke sivil toplum örgütleri, "gazetecilik ödülü" yerine meslektaşlarımıza "Teşekkür plaketi" vermekle yetinseler. Gazetecilik ödüllerini de sadece gazetecilik meslek örgütleri dağıtsa...
Tek cümleyle:
Yüksel Kenaroğlu: Karar'ın internet sayfasında "Soğanı dilimlerken iki kere düşünün. Eğer bu ayrıntıya dikkat etmezseniz sağlığınızdan olabilirsiniz" başlıklı
Adem M.: Bu zehrin ismini kullanmama çağrınızı çok değerli buluyorum. Ben de Antalya ilimizde bir ortaokul bir de lise öğrencilerinin yürüyüş güzergahında duvarlarda hatta bir binanın en üst katında adeta reklam panosu gibi duran bu yazılar için Twitter'da gerekli yerleri etiketledim. Ama bu paylaşım ilgililerin dikkatini bile çekmedi.
Alper Erdik: Cumhuriyet'in internet sitesinde yayımlanan bu "Mag.. ile ...14 Plus'ını ahşap döşeme altından çıkarttı" şeklindeki "haber"in gerçekten haber olduğu söylenebilir mi? Bir reklam filmi gibi kurgulanıp, müzikle sunulan bu video hangi yönü ile bir haber değeri taşıyor?
ELEŞTİRİ, ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com
Türkiye'de araştırmacı gazeteciliğin efsane ismi Uğur Mumcu, 1983'te Roma'ya kadar giderek gazeteci Abdi İpekçi'nin katili M. Ali Ağca ile görüşmüştü. Televizyon gazeteciliğinin öncü isimlerinden M. Ali Birand, 1988 yılında Bekaa Vadisi'ne giderek Abdullah Öcalan ile kapsamlı bir söyleşi yapmış ve bu söyleşiyi sonra kitaplaştırmıştı.
Türkiye ve dünya gazetecilik tarihinden onlarca, yüzlerce örnek verilebilir bu tür söyleşilere. Bu birikime dayanarak, gazeteci, suçlularla da görüşür, konuşur diyebiliyorum. Ama önemli olan söyleşinin ne amaçla, daha önemlisi nasıl yapıldığı ve ne konuşulduğudur.
Bu tür söyleşiler, o konuda bilgili, deneyimli ve dersini iyi çalışmış, dikkatle hazırlanmış gazeteciler tarafından yapılabilir. Ancak o zaman ortaya kamuoyunun doğru bilgilenmesine katkıda bulunacak, karanlıkta kalan noktaları aydınlatan bir söyleşi, başarılı bir gazetecilik ürünü çıkar. Aksi halde hedefteki kişinin propagandasına alet olma, onu aklama riski vardır.
Bu yüzden Babala TV adlı Youtube kanalında yayın yapan Oğuzhan Uğur'un, "Fetullah Gülen Terör Örgütü davası" nedeniyle ABD'ye kaçan eski AKP milletvekili Hakan Şükür'ü davet etmesi şaşırtıcıydı. Nitekim gelen tepkiler üzerine riski kavrayıp, programdan vazgeçti.
Onun yerine yine Youtube'da yayın yapan İlker Canikligil ile Mustafa Seven, Hakan Şükür'ü programa davet etti. Flu TV'deki programdan çok, Canikligil'in kendisini eleştiren gazetecilere verdiği yanıt dikkat çekiciydi; "Keşke siz gazeteciler yapsaydınız bu işleri. Bizim için daha iyi ve öğretici olurdu". Haklıydı, gazeteciler bu işleri YouTuberlar'a bırakmamalıydı...
Bu tartışmaların ardından Hakan Şükür'ü programa çıkaran TV5'in Genel Yayın Koordinatörü M.Ali Kayacı, iyi hazırlanmıştı; elindeki notlar çalıştığını gösteriyordu. Gazetecilik çabası içerisindeydi ama konuya tam hakim değildi. "İncitmek istemem" diye özetlediği nazik üslubu sorgulamaya değil ağırlamaya, kendini anlatmasını sağlamaya yönelikti.
Hakan Şükür'ü zorlayan soru soramadığı gibi, program boyunca üstünlük kurmasını, kendisini savunurken örgüt ile ilişki suçlamalarını es geçmesini önleyemedi. Programın başlangıcındaki Hakan Şükür sunumu kadar sonundaki değerlendirmesi de eksiklikler içeriyordu. Odatv'ye yönelik suçlama ve hakaretlere itiraz etmemesi de eksiklikti.
Bütün bunlara rağmen Hakan Şükür'ün Cumhurbaşkanı ve AKP ile ilgili olarak ortaya attığı iddialar da üzerinde durmaya değer. Program sayesinde bu iddialar kamuoyunca öğrenilmiş oldu.
Fakat bekleneceği gibi tepkiler yükseldi; RTÜK inceleme başlattığını açıkladı. Programı yayından kaldıran TV5 yönetimi, Osman Öcalan'ın TRT'ye çıkarılması vakasını anımsatarak iktidar çevrelerinin çifte standardını eleştirdi.
Elbette TV5'deki program gazetecilik açısından eleştirilebilir; doğruları yanlışları dile getirilebilir. Fakat öylesine karanlık bir linç ortamı oluşturuldu ki, gazetecinin bir kişiyle konuşması bile suç olarak gösteriliyor. Bu gidişle TV programlarına kimin çıkarılacağına da RTÜK karar verecek!
Yerel medyanın emeğine çökenler
Türkiye'de medyanın vitrininde genellikle İstanbul ve biraz da Ankara ile İzmir'deki meslektaşlarımız yer alır. Yerel muhabirlerin öne çıkmak, şan şöhret sahibi olmak bir yana çarpıcı haberlerine karşılık alkış bile alamazlar.
Hatta bırakın emeklerinin karşılığını almayı, ulusal medyadaki kimi meslektaşlarımız onların haberlerini alırken kimi özensizlikten, kimi kasıtlı olarak kaynak vermez; kendileri üretmiş gibi tepe tepe kullanırlar onca zorluklarla üretilen yerel haberleri. Açıkça söylemek gerekirse "kaynak gösterme" ilkesini bir yana itip, yerel haberleri aşırıyorlar...
Yerel haberlerin çalınması son yıllarda Anadolu'daki meslektaşlarımızın en büyük sorunlarından biri haline geldi. Tunceli'de geçen hafta katıldığım Munzur Press'in düzenlediği "Türkiye'de gazetecilik ve basın özgürlüğü konferansı" sırasında arkadaşlar bir örnekten söz etti.
Malatya'nın Yeşilyurt ilçesinde yaşanan "Gri Pasaport skandalı"nı bütün Türkiye duydu. Ama kaç kişi bu skandalı ilk olarak Yeni Malatya'dan Yaşar Karaaslan'ın yazdığını biliyor. Karaaslan'ın 8 Nisan 2021'deki "Yurtdışına 45 kişi gitti, 43'ü gelmedi iddiası" başlıklı
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
ertesi gün Malatya Haber'deki "43 kişi buhar mı oldu"
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
izliyor. 11 Nisan'da da yine Malatya Haber'de Güler Hazar'ın "43 kişi kayıp... Bunca zaman gizlemişler" başlığı altındaki belgeli
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
yayımlanıyor. CHP'li Veli Ağbaba olayı TBMM'ye taşıyınca ulusal medyada haberler yayımlanmaya başlıyor. Ama Karaaslan ve Hazar'ın gazetecilik başarısı gölgede kaldı.Gri pasaport olayını hâlâ dikkatle izleyen yerel gazetelerden Malatya Haber, haberlerinin sürekli ulusal medyada kaynak göstermeden yayımlanmasından o kadar muzdarip durumda ki, bütün haberlerinin altına bir uyarı notu koyarak "emek hırsızlığı"na tepki gösteriyor:
"Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin 'kamuoyunun bilgisine sunulmuş' emeğinin üzerine 'çöküp', gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna dikkat çekerken, söz konusu unsurları da 'gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları' konusunda uyarıyoruz."
Ben de bütün gazetecileri, yereldeki meslektaşlarımızın olanaksızlıklara, yerel baskılara rağmen ürettiklerine ve emeklerine saygı göstermeye davet ediyorum. Bu arkadaşlarımızın emeklerinin maddi karşılığını bile göremediklerini unutmayın.
Ödül yerine plaket verseler
Gazetecilere ödül veren verene. Özel okullar, sivil toplum kuruluşları, kamu kuruluşları kendi alanlarında haber yapan gazetecilere ödüller yağdırıp duruyor.
Son olarak Türk Böbrek Vakfı'nın sağlık alanındaki "Medya Ödülleri" açıklandı.13 dalda verilen ödüllerle ilgili haberlere dikkat ettim; BirGün, Sabah, Türkiye ve TRT Haber, ödül alanların tümüne yer vermemişti. Sadece o kuruluş ödül almış gibi gözüküyordu haberlerde.
Keşke sivil toplum örgütleri, "gazetecilik ödülü" yerine meslektaşlarımıza "Teşekkür plaketi" vermekle yetinseler. Gazetecilik ödüllerini de sadece gazetecilik meslek örgütleri dağıtsa...
Tek cümleyle:
- Ankara'nın Beypazarı içesinde bir köprünün çalınması, Hürriyet'te 19 Ocak 2022'de "Köprüyü çaldılar", 7 Kasım 2022'de de "Tarihi köprüyü böyle satmışlar" diye yayımlandı.
- İletişim Başkanlığı'nın "Dezenformasyon" (!) Bülteninde "Akkuyu Nükleer Santrali bölgesine kurulacak radar sisteminin kontrol ve denetimini kolluk güçlerinin yaptığı" vurgulanırken "kolluk kuvveti" ile "ordu" birbirine karıştırılmış oldu.
- İktidar medyası, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na cezası vermeyi kabul etmediği için davadan alındığı öne sürülen yargıç Hüseyin Zengin'in, "FETÖ üyesi" olduğunu öne süren Sabah'ın haberine de erişim engeli aldırdığını görmezden geldi.
- Milli Gazete, "Kapadokya ve Cadılar bayramı" haberinde üniversite öğrencisi genç kadınların kollarını blurladı.
- Türkiye gazetesinin "Beni bul kızım" başlıklı haberinde bir annenin, 1999 Gölcük depremi sonrasında 6 yaşındaki kızını kaçırmakla suçladığı "Albay M.T" aranıp iddia sorulmamıştı.
Yüksel Kenaroğlu: Karar'ın internet sayfasında "Soğanı dilimlerken iki kere düşünün. Eğer bu ayrıntıya dikkat etmezseniz sağlığınızdan olabilirsiniz" başlıklı
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
var. Haliyle sakıncası nedir sorusu akla takılıyor. Ancak haberde bu başlıkla ilgili bilgi, açıklama yok. Doğranmış soğanın saklanması anlatılıyor. Cevaplanması gereken şu: Düzgün bir gazete bunu neden yapar?Adem M.: Bu zehrin ismini kullanmama çağrınızı çok değerli buluyorum. Ben de Antalya ilimizde bir ortaokul bir de lise öğrencilerinin yürüyüş güzergahında duvarlarda hatta bir binanın en üst katında adeta reklam panosu gibi duran bu yazılar için Twitter'da gerekli yerleri etiketledim. Ama bu paylaşım ilgililerin dikkatini bile çekmedi.
Alper Erdik: Cumhuriyet'in internet sitesinde yayımlanan bu "Mag.. ile ...14 Plus'ını ahşap döşeme altından çıkarttı" şeklindeki "haber"in gerçekten haber olduğu söylenebilir mi? Bir reklam filmi gibi kurgulanıp, müzikle sunulan bu video hangi yönü ile bir haber değeri taşıyor?
ELEŞTİRİ, ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com