ABD Yargıtay’ı kökten dinci bir Kilise’nin ”eşcinsel askerleri protesto için asker cenazelerinde slogan atmalarının” konuşma özgürlüğü olduğuna karar verdi
Bundan bir süre önce Orta Doğuyu kasıp kavuran halk ihtilallerinin temelinde giderek küçülen ve adeta bir çeşit “Küresel Köy-Global Village”e dönüşen dünyada çağdaş ülkelerin insanları gibi her türlü baskıdan uzak, demokratik hakları ve özgürlükleri olan insanlar gibi yaşamak” isteğinin yattığı bir gerçekti.. Orta Doğu halkları, devlet gücün gerek zorla veya başkalarının atamasıyla veyahut halk oylaması ile ele geçirip sonradan diktatörlüğe dönüştüren, iktidar gücünü, polisini, adliyesini, askerini, oğul, kız, akraba, yakın, yandaş, yalaka ve dalkavuklarına avanta sağlamak, karşıtlarını zindanlarda süründürmek, kanguru mahkemeleriyle, göstermelik adalet ile mahkum etmek için kullanan kişilerden kurtulmak için yollara dökülüyorlar, ölümü göze alıyorlar.
Onlar fikirlerini özgürce açıklamak, ekonomiden haklarına düşen payı almak, ulusa ait kaynaklarının diktatörlerin ve yardakçılarının kafalarına göre çarçur edilmesini önlemek için hayatlarını tehlikeye atıyorlar, paralı askerlerin, kukla polislerin, diktatörün emrindeki sözüm ona ulusal orduların topuna, tüfeğine, uçağına, helikopterine karşı.
Libya’nın ulusal geliri yıllık Dünya bankası verilerine göre 2009 yılında 62 milyar dolar civarında idi. Diktatör Kaddafi’nin ABD’deki varlıklarının toplamı ise 30 milyar dolar. Düşünebiliyor musunuz, bir diktatör ülkesinin yıllık gelirinin yarısını kendi hesabına geçiriyor? Bunun neresi insanlık, neresi insan hakları, neresi Müslümanlık? Aynı şey Mısır diktatörü Mubarek ve onun oğullarının devlet gücünü kullanarak iktisap ettikleri ileri sürülen 40 bilmem kaç milyar dolarlık servete ne demeli?
Peki Tunus Diktatörü’nün eşinin yanında götürdüğü bilmem kaç kilo altınlık kişisel varlığına ne dersiniz?
Kaddafi gibi bir baldırı çıplağın, devlet gücünü, silah gücünü kullanarak oğullarıyla bir ülkede hanedan olmasına diyeceğiniz bir şey var mı? Sonuçta ne oldu? Ahiri berbat oldu. Geriye ne kaldı?
Ülkelerin halklarının demokrasi istedikleri attıkları sloganlarda apaçık ortada. Yani kendilerini yönetenlerin sandıktan çıkmasını istiyorlar, ama elbette bu sandıktan çıkanların sonradan gene “Ali Kıran Baş Kesen “ olmasını da istemiyorlar. Onlar artık emperyalizmin onlara giydirdiği kıyafeti istemiyorlar. Bilinçsiz, sömürülmeye alışmış, yığınlaştırılmış kitleler yerine, vatandaşlık kimliğine, fikir özgürlüğüne, siyasal parti kurma özgürlüğüne kavuşmak istiyorlar. Çoğunluğun azınlıkları ezmesine, azınlığın çoğunluğu esir almasına karşı çıkıyorlar.
Onların öykündükleri şeylerin başında gelen fikir özgürlüğü Orta Doğudaki ülkelerin çoğunda yok. Ama Batı’da var, ABD’de var. Her ne kadar bazı siyasi zevat ABD ve AB karşıtlığına gaz veren konuşmalar yapsa da Batı demokrasilerinden insanların öğreneceği çok şey var. Özellikle, insanların fikirlerini özgürce söylemelerine, basın ve yayın özgürlüğüne, girişim özgürlüğüne, siyasi özgürlüğe, şeffaf yönetimlere, yargı bağımsız ve yansızlığına, üniversite özerkliğine, şeffaf seçimlere, yandaşçılığa, yalakacılığa ve halkın kaynaklarının çarçur edilip, siyasi amaçlar için kullanılmasına AB ve ABD’de çok nadiren rastlanıyor, aksine davrananlar ise kendilerini yasaların karşısında buluyorlar.
Size ABD’den bir örnek vermek istiyorum. Bundan bir süre önce ABD Yüksek Mahkemesi (Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin toplam görevini yapar) bir karar aldı. Karar aşırı dinci bir örgütün ve onun kilisesinin üyelerinin asker cenazelerinde “Eşcinsel askerlere hayır, Tanrı eşcinsellerin cezasını verdi, iyi ki geberdiler” diye slogan atmalarının dahi ABD Anayasasının Fikir Özgürlüğü kapsamında olduğuna karar verdi. Kararda ABD Yüksek Mahkemesinin kararlarının halk çoğunluğunun ve duygusallağının değil, Anayasa ile şekillendiği belirtilmiş oldu. Kararda “her ne kadar kabul edilemez türden ve acı verse de kilisenin askeri cenazelerde slogan atması anayasanın koruması altındadır ve konuşma ve toplanma özgürlüğünün etkisizleştirilmesi düşünülemez.” denildi.
Böylece insanların kendi fikirlerini başkalarınca veya çoğunlukça beğenilse de beğenilmese de özgürce ifade etmelerinin önemi bir kere daha vurgulanmış oldu. İşte bazılarının karşıt oldukları ve karşı çıktıkları Batı demokrasilerinin farkı buradadır. Böyle karar aldılar diye kimse anayasayı değiştirme girişiminde bulunmadı henüz.
Bundan bir süre önce Orta Doğuyu kasıp kavuran halk ihtilallerinin temelinde giderek küçülen ve adeta bir çeşit “Küresel Köy-Global Village”e dönüşen dünyada çağdaş ülkelerin insanları gibi her türlü baskıdan uzak, demokratik hakları ve özgürlükleri olan insanlar gibi yaşamak” isteğinin yattığı bir gerçekti.. Orta Doğu halkları, devlet gücün gerek zorla veya başkalarının atamasıyla veyahut halk oylaması ile ele geçirip sonradan diktatörlüğe dönüştüren, iktidar gücünü, polisini, adliyesini, askerini, oğul, kız, akraba, yakın, yandaş, yalaka ve dalkavuklarına avanta sağlamak, karşıtlarını zindanlarda süründürmek, kanguru mahkemeleriyle, göstermelik adalet ile mahkum etmek için kullanan kişilerden kurtulmak için yollara dökülüyorlar, ölümü göze alıyorlar.
Onlar fikirlerini özgürce açıklamak, ekonomiden haklarına düşen payı almak, ulusa ait kaynaklarının diktatörlerin ve yardakçılarının kafalarına göre çarçur edilmesini önlemek için hayatlarını tehlikeye atıyorlar, paralı askerlerin, kukla polislerin, diktatörün emrindeki sözüm ona ulusal orduların topuna, tüfeğine, uçağına, helikopterine karşı.
Libya’nın ulusal geliri yıllık Dünya bankası verilerine göre 2009 yılında 62 milyar dolar civarında idi. Diktatör Kaddafi’nin ABD’deki varlıklarının toplamı ise 30 milyar dolar. Düşünebiliyor musunuz, bir diktatör ülkesinin yıllık gelirinin yarısını kendi hesabına geçiriyor? Bunun neresi insanlık, neresi insan hakları, neresi Müslümanlık? Aynı şey Mısır diktatörü Mubarek ve onun oğullarının devlet gücünü kullanarak iktisap ettikleri ileri sürülen 40 bilmem kaç milyar dolarlık servete ne demeli?
Peki Tunus Diktatörü’nün eşinin yanında götürdüğü bilmem kaç kilo altınlık kişisel varlığına ne dersiniz?
Kaddafi gibi bir baldırı çıplağın, devlet gücünü, silah gücünü kullanarak oğullarıyla bir ülkede hanedan olmasına diyeceğiniz bir şey var mı? Sonuçta ne oldu? Ahiri berbat oldu. Geriye ne kaldı?
Ülkelerin halklarının demokrasi istedikleri attıkları sloganlarda apaçık ortada. Yani kendilerini yönetenlerin sandıktan çıkmasını istiyorlar, ama elbette bu sandıktan çıkanların sonradan gene “Ali Kıran Baş Kesen “ olmasını da istemiyorlar. Onlar artık emperyalizmin onlara giydirdiği kıyafeti istemiyorlar. Bilinçsiz, sömürülmeye alışmış, yığınlaştırılmış kitleler yerine, vatandaşlık kimliğine, fikir özgürlüğüne, siyasal parti kurma özgürlüğüne kavuşmak istiyorlar. Çoğunluğun azınlıkları ezmesine, azınlığın çoğunluğu esir almasına karşı çıkıyorlar.
Onların öykündükleri şeylerin başında gelen fikir özgürlüğü Orta Doğudaki ülkelerin çoğunda yok. Ama Batı’da var, ABD’de var. Her ne kadar bazı siyasi zevat ABD ve AB karşıtlığına gaz veren konuşmalar yapsa da Batı demokrasilerinden insanların öğreneceği çok şey var. Özellikle, insanların fikirlerini özgürce söylemelerine, basın ve yayın özgürlüğüne, girişim özgürlüğüne, siyasi özgürlüğe, şeffaf yönetimlere, yargı bağımsız ve yansızlığına, üniversite özerkliğine, şeffaf seçimlere, yandaşçılığa, yalakacılığa ve halkın kaynaklarının çarçur edilip, siyasi amaçlar için kullanılmasına AB ve ABD’de çok nadiren rastlanıyor, aksine davrananlar ise kendilerini yasaların karşısında buluyorlar.
Size ABD’den bir örnek vermek istiyorum. Bundan bir süre önce ABD Yüksek Mahkemesi (Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin toplam görevini yapar) bir karar aldı. Karar aşırı dinci bir örgütün ve onun kilisesinin üyelerinin asker cenazelerinde “Eşcinsel askerlere hayır, Tanrı eşcinsellerin cezasını verdi, iyi ki geberdiler” diye slogan atmalarının dahi ABD Anayasasının Fikir Özgürlüğü kapsamında olduğuna karar verdi. Kararda ABD Yüksek Mahkemesinin kararlarının halk çoğunluğunun ve duygusallağının değil, Anayasa ile şekillendiği belirtilmiş oldu. Kararda “her ne kadar kabul edilemez türden ve acı verse de kilisenin askeri cenazelerde slogan atması anayasanın koruması altındadır ve konuşma ve toplanma özgürlüğünün etkisizleştirilmesi düşünülemez.” denildi.
Böylece insanların kendi fikirlerini başkalarınca veya çoğunlukça beğenilse de beğenilmese de özgürce ifade etmelerinin önemi bir kere daha vurgulanmış oldu. İşte bazılarının karşıt oldukları ve karşı çıktıkları Batı demokrasilerinin farkı buradadır. Böyle karar aldılar diye kimse anayasayı değiştirme girişiminde bulunmadı henüz.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.