En büyük bayramımız kutlu olsun.
Yaşasın, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Rum, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, hep birlikte kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti. Emperyalizme geçit vermedik, vermeyeceğiz.
“Kâinatta tesadüfe tesadüf edilmemiştir.” Sokrates.
Etrafımızda olup biten hele uluslararası ilişkilerde hatta ülkelerin içinde yaşanan hiçbir olay tesadüflerin sonucu olamaz, olmamıştır da.
Her an fikir değiştiren bir Devlet!
Daha çok yakın bir geçmişte, “Öcalan asılmalı!” diye yeri göğü inleten Devlet (Bahçeli) Bey, önce idam cezasının kaldırılmasını sağladı. Şimdi gökten vahiy inmiş olacak ki, birden gidip, DEM Parti yöneticilerinin ellerini sıkıyor; arkasından, Abdullah Öcalan’ın, TBMM’nde, MHP’nin de kullandığı Grup Odası’nda, DEM Parti Grubu’nda konuşmasını; “umut hakkı”ndan yararlanıp, özgürlüğüne kavuşturulmasını öneriyor!
Erdoğan, ittifak ortağının -üstelik “Sayın Cumhurbaşkanımızın telkinleriyle” sözlerine karşın- çıkışı konusunda sessizliğini koruyor. Ama DEM Milletvekili Cengiz Çandar’ın, “CHP mutlaka bu işin içine çekilmeli ”sözlerinden çok etkilenmiş olacak ki, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “biz bu işte varız.” demekle de yetinmeyip, hangi akla hizmet ise, kumar masasında el yükseltir gibi, Kürtlere devlet vaat ediyor. Hatta bu devletin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu söylüyor. Kürtlerin kendilerini eşit hissetmediklerini de ekliyor. Ben, anadillerini özgürce konuşabilen; Kürtçe okulları açabilen; devletin resmi televizyonunda Kürtçe yayın yapan kanalı olan; midyeden tutun, otopark, uyuşturucu mafyası öte yandan, Bodrum-Gündoğan’ın ünlü restoranı dostum Midyeci Kürt Şehmuz gibi doğru yanlış, diledikleri her işi yapan; Dışişleri Bakanı, Meclis Başkanı vb. her göreve ve mevkie gelen Kürt vatandaşlarımızın daha nasıl bir eşitlik isteyebileceklerini düşünüyorum. Geriye sadece ayrı bir devlet kurmak, belki de Özgür Özel’in dediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’ne veya ülkesinin bir bölümüne el koymak kaldığı sonucuna varıyorum.
Türkiye’nin sorunu, “Kürt sorunu” değildir.
Özel’in yanıldığı nokta şudur: Türkiye’nin bir sorunu vardır. Ancak bu sorun, Türk, Kürt, Alevi, Sünni vb. bütün Türk vatandaşlarının yoksulluk, demokratik hak ve özgürlüklerin olmayışı, hukuksuzluk, anayasa’ya aykırı keyfi yönetim sorunudur. Türkiye’nin bu asıl sorununu gizlemek için, “Kürt sorunu” diye sunulan ise, “Kürtçülük/Ayrılıkçılık Sorunu”dur. Bu, emperyalizmin, Osmanlı’nın son döneminden bugüne, hiç bıkmadan, usanmadan gündemde tutmaya ve geçmişte Osmanlı Devleti’ni olduğu gibi bugün de Türkiye Cumhuriyeti’ni güçsüz düşürmek, bölmek, içlerinde ukde kalan Milli Mücadele/Bağımsızlık Savaşı’nın intikamını almak için kullandığı bir yapay sorundur. “Kürt” ile “Kürtçü” arasındaki ayrımı idrak edemeyenler, Sayın Özel gibi meramlarını da anlatmakta zorlanır, ağızlarını her açtıklarında yeni sorunlara yol açar, sonra da düzeltme konuşmaları yaparlar. Neyse konuyu dağıtmayalım.
Rastlantıların ardı, arkası kesilmiyor
Tam da bu sırada, Öcalan’ın yeğeni, DEM Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan’ın, aylardır tecrit uygulanan Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunduğu ve bu görüşmenin, Bahçeli’nin çıkışının ertesi günü yapıldığı ortaya çıkıyor. “Bebek katili” diye anılan, binlerce Türk-Kürt vatandaşımızın ölümünden sorumlu Öcalan, İmralı’dan, “ ..Koşullar oluşursa -yani tecrit kalkar, özgürlüğüme kavuşursam- bu süreci çatışma ve şiddet zemininden, hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” mesajı gönderiyor.
En azından bugüne kadarki tutumu ile Kürtçülük (ayılıkçılık) peşinde olduğunu gösteren bir davranışı, sözü olmayan, HDP’yi (şimdi DEM) Türkiye partisi yapmaya çalıştığı varsayılan Selahattin Demirtaş, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına karşın hala hapiste tutulurken, Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşturularak, onun aracılığı ile ABD’nin bile terör örgütü olarak gördüğü PKK-Kandil üzerinden yeni bir “Açılım” (veya ne derseniz artık) başlatılması düşleri kuruluyor. Bu girişimin en az birkaç aylık geçmişinin olduğu ise her geçen gün ortaya çıkan yeni belirtilerle kanıtlanıyor. Aslında bunun olmayacağını, olamayacağını, olacakmış gibi yapanlar ve onları yönlendirenler de biliyor. Ama herkes oyunu, kendi bildiği, istediği gibi oynamaya çalışıyor.
Aynı günlerde PKK, elini kolunu sallaya sallaya gelip, Ankara, Kahraman Kazan’da, Türkiye’nin övünç kaynağı, stratejik TUSAŞ’ı basıyor ve insanlarımızı yaralayıp, öldürüyor. Üstelik Erdoğan’ın, BRICS zirvesi için Tataristan’ın Başkenti Kazan’da (alın size bir rastlantı daha!) olduğu gün! Hani Erdoğan’ın, daha birkaç gün önce İdlip’te, Esat karşıtı, Türkiye’nin denetim altına alması gereken güçleri bombalayan Putin’e, “Söyleyiver de Esad benimle konuşsun. Ben kaçtır söylüyorum, konuşmuyor!” diye ricada bulunduğu toplantı.
Oyun içinde oyun
Erdoğan basına açıklama yaparken, ABD’nin katkılarıyla Suriye’nin istikrarsızlaştırıldığına ve oraya PKK terörünün yerleştirildiğine de işaret etti. İzlediği politikalarla bu istikrarsızlaştırmada önemli bir rol oynadığını unutarak.
Bu gelişmeler medyada, Erdoğan’ın, Öcalan üzerinden bölgesel Kürt kartını eline almaya çalıştığı; Öcalan aracılığı ile DEM’in, anayasa değişikliğine destek olmasını sağlamak istediği; ayrıca DEM’i muhalefet cephesinden ayırıp, DEM’e oy veren seçmeni kendi safına çekmeyi planladığı yorumlarına yol açtı. Bazıları daha da ileri gidip, Erdoğan’ın, Suriye ve Irak’taki Kürtleri de katarak Türkiye’yi büyütmeyi; Fırat’ın batısından belki Akdeniz’e kadar uzayan, paylaşılacak bir etki alanı yaratmayı planladığını bile tartışmaya açtılar.
Kendi himmete muhtaç bir dede, nerede kaldı âleme himmet ede
Hemen bütün yorumların ve beklentilerin odağında Öcalan olduğu görülüyor. Ancak, neredeyse 25 yıldır hapiste olan Öcalan’ın, kendi ifadesi ile “Kürt sorunu”nu siyaset yoluyla çözmek konusunda teorik ve pratik güce sahip olduğunu düşünmek inandırıcı değildir. Unutulmamalıdır ki, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki gerek PKK gerek PYD-YPG Kürt oluşumları ABD’nin desteğiyle bugün, Öcalan’ın PKK’nın başında olduğu dönemden çok daha yaygın ve güçlüdür. ABD bunu Öcalan ile yapmamıştır.
Bugüne kadar izledikleri politika, ABD ve Rusya’nın, Erdoğan’ın, Türkiye’yi, dışarıdaki Kürtleri de katarak büyütme beklentisine olumlu bakmayacaklarını ve bu yöndeki girişimleri gerektiğinde güç kullanarak önleyeceklerini fazlasıyla göstermiştir.
Ortadoğu’da olanlar ABD politikasının uygulamasıdır
Ortadoğu’daki gelişmeler, birçok kişinin düşündüğünün aksine, ABD’nin, İsrail’in güvenliğini sağlama amacının ötesinde bizzat ABD’nin Ortadoğu politikasının sonucu olduğunu, İsrail’in, bu politikanın uygulanmasında sadece bir “vekil” olduğunu göstermektedir. İsrail’in İran’a son karşılığının niteliği ve sadırı konusunda İran’ın ABD tarafından bilgilendirildiği -daha fazlasının yapıldığından kuşku duyulmamalıdır- gerçeği ışığında, Türkiye için bir fırsattan değil, ciddi bir felaketten -içeride durumu kavrayamayan veya kavramak istemeyen iktidar ortakları nedeniyle, ayrılıkçı Kürt stratejisinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesinden- söz etmek daha doğru olur. ABD’nin, Ortadoğu’da, İsrail’i rahatlatmak dışında, bölgeyi yeniden düzenlemek, bölgenin önemli doğal kaynaklarına hâkim olmak, İran’ı yola getirmek amacıyla, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bazı bölümlerini içine alacak bir Kürt devleti “yaratmak” istediği açıkça görülüyor. “Yaratmak” diyorum çünkü devletler ya uluslar tarafından ve hemen her zaman savaşarak kurulur veya başka devletler tarafından yaratılır. Yaratılan devletlere son örnek, İsrail’dir. Bu tür devletlerin hemen hiç birisi kalıcı olmamıştır. İsrail için de bu tehlike hep vardır, eğer kurulduğundan beri izlediği politikaları gözden geçirmez, ABD’nin vekili olarak hareket etmekten geri duramazsa, hızla değişen dünyada bu tehlike, giderek artacaktır.
Türkiye’nin yakalandığı kapan sıkışmaktadır
Erdoğan’ın sadece iktidarda kalabilmek için ülkenin bekasını teklikeye atan adımları veya Bahçeli’ye attırdığı her adım, önceki ”Açılım” denemesinin yüzlerce cana mal olan çatışmalarla veya hapisanelerde biten sonunu unutup, Demirtaş’ı bile ikinci plana atarak, iktidara, Öcalan ve Kandil’i muhatap olarak göstermekle, hala Kürtçülük-ayrımcılık peşinde olduğu anlaşılan DEM’in de bir kez daha katılmak için adeta can attığı bu oyun, ülkeyi kurtulması çok zor bir tuzağın içine çekmektedir. Bu tuzak bir tesadüf değildir. Evrende rastlantıya yer yoktur. Olanlar önceden ve özenle hazırlanmış bir planın uygulamasıdır. İlginç olan, kendi oyunlarını oynadığını düşünen oyuncuların aslında çok daha üst bir aklın kullandığı oyuncular olduklarını görememeleri veya kişisel çıkarları gereği, görmek istememeleridir. 15 Ekim 2024 tarihinde yine Muhalif’teki, “Ölümcül Tuzak” yazım ne yazık ki her geçen gün biraz daha gerçek olmaktadır. Bugün Türkiye’yi yönettiğini düşünen “devlet aklı” bu gerçeği göremeyecek kadar tutulmuştur.
Ülkemin dört bir yanındaki Kürt dostlarımın da bana açıkça ifade ettikleri gibi, umarım DEM Parti geçmişten ders alır ve bir an önce Türkiye partisi olarak, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Sünni, Alevi bütün vatandaşlarımızı ilgilendiren, pahalılık, terör, şiddet, yoksulluk, Narin cinayetinin de gösterdiği üzere, en çok onları etkileyen feodal düzen gibi sorunlarla ilgilenmeye başlar. Bu sorunlarla başa çıkmanın diğer bir ifade ile Kürt vatandaşlarımızın refah ve mutluluğunun da ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünün korunması ve bugünkü iktidarın değişmesi ile gerçekleşebileceğini idrak eder, ona göre tutum alır.
Yaşasın, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Rum, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, hep birlikte kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti. Emperyalizme geçit vermedik, vermeyeceğiz.
“Kâinatta tesadüfe tesadüf edilmemiştir.” Sokrates.
Etrafımızda olup biten hele uluslararası ilişkilerde hatta ülkelerin içinde yaşanan hiçbir olay tesadüflerin sonucu olamaz, olmamıştır da.
Her an fikir değiştiren bir Devlet!
Daha çok yakın bir geçmişte, “Öcalan asılmalı!” diye yeri göğü inleten Devlet (Bahçeli) Bey, önce idam cezasının kaldırılmasını sağladı. Şimdi gökten vahiy inmiş olacak ki, birden gidip, DEM Parti yöneticilerinin ellerini sıkıyor; arkasından, Abdullah Öcalan’ın, TBMM’nde, MHP’nin de kullandığı Grup Odası’nda, DEM Parti Grubu’nda konuşmasını; “umut hakkı”ndan yararlanıp, özgürlüğüne kavuşturulmasını öneriyor!
Erdoğan, ittifak ortağının -üstelik “Sayın Cumhurbaşkanımızın telkinleriyle” sözlerine karşın- çıkışı konusunda sessizliğini koruyor. Ama DEM Milletvekili Cengiz Çandar’ın, “CHP mutlaka bu işin içine çekilmeli ”sözlerinden çok etkilenmiş olacak ki, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “biz bu işte varız.” demekle de yetinmeyip, hangi akla hizmet ise, kumar masasında el yükseltir gibi, Kürtlere devlet vaat ediyor. Hatta bu devletin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu söylüyor. Kürtlerin kendilerini eşit hissetmediklerini de ekliyor. Ben, anadillerini özgürce konuşabilen; Kürtçe okulları açabilen; devletin resmi televizyonunda Kürtçe yayın yapan kanalı olan; midyeden tutun, otopark, uyuşturucu mafyası öte yandan, Bodrum-Gündoğan’ın ünlü restoranı dostum Midyeci Kürt Şehmuz gibi doğru yanlış, diledikleri her işi yapan; Dışişleri Bakanı, Meclis Başkanı vb. her göreve ve mevkie gelen Kürt vatandaşlarımızın daha nasıl bir eşitlik isteyebileceklerini düşünüyorum. Geriye sadece ayrı bir devlet kurmak, belki de Özgür Özel’in dediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’ne veya ülkesinin bir bölümüne el koymak kaldığı sonucuna varıyorum.
Türkiye’nin sorunu, “Kürt sorunu” değildir.
Özel’in yanıldığı nokta şudur: Türkiye’nin bir sorunu vardır. Ancak bu sorun, Türk, Kürt, Alevi, Sünni vb. bütün Türk vatandaşlarının yoksulluk, demokratik hak ve özgürlüklerin olmayışı, hukuksuzluk, anayasa’ya aykırı keyfi yönetim sorunudur. Türkiye’nin bu asıl sorununu gizlemek için, “Kürt sorunu” diye sunulan ise, “Kürtçülük/Ayrılıkçılık Sorunu”dur. Bu, emperyalizmin, Osmanlı’nın son döneminden bugüne, hiç bıkmadan, usanmadan gündemde tutmaya ve geçmişte Osmanlı Devleti’ni olduğu gibi bugün de Türkiye Cumhuriyeti’ni güçsüz düşürmek, bölmek, içlerinde ukde kalan Milli Mücadele/Bağımsızlık Savaşı’nın intikamını almak için kullandığı bir yapay sorundur. “Kürt” ile “Kürtçü” arasındaki ayrımı idrak edemeyenler, Sayın Özel gibi meramlarını da anlatmakta zorlanır, ağızlarını her açtıklarında yeni sorunlara yol açar, sonra da düzeltme konuşmaları yaparlar. Neyse konuyu dağıtmayalım.
Rastlantıların ardı, arkası kesilmiyor
Tam da bu sırada, Öcalan’ın yeğeni, DEM Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan’ın, aylardır tecrit uygulanan Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunduğu ve bu görüşmenin, Bahçeli’nin çıkışının ertesi günü yapıldığı ortaya çıkıyor. “Bebek katili” diye anılan, binlerce Türk-Kürt vatandaşımızın ölümünden sorumlu Öcalan, İmralı’dan, “ ..Koşullar oluşursa -yani tecrit kalkar, özgürlüğüme kavuşursam- bu süreci çatışma ve şiddet zemininden, hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” mesajı gönderiyor.
En azından bugüne kadarki tutumu ile Kürtçülük (ayılıkçılık) peşinde olduğunu gösteren bir davranışı, sözü olmayan, HDP’yi (şimdi DEM) Türkiye partisi yapmaya çalıştığı varsayılan Selahattin Demirtaş, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına karşın hala hapiste tutulurken, Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşturularak, onun aracılığı ile ABD’nin bile terör örgütü olarak gördüğü PKK-Kandil üzerinden yeni bir “Açılım” (veya ne derseniz artık) başlatılması düşleri kuruluyor. Bu girişimin en az birkaç aylık geçmişinin olduğu ise her geçen gün ortaya çıkan yeni belirtilerle kanıtlanıyor. Aslında bunun olmayacağını, olamayacağını, olacakmış gibi yapanlar ve onları yönlendirenler de biliyor. Ama herkes oyunu, kendi bildiği, istediği gibi oynamaya çalışıyor.
Aynı günlerde PKK, elini kolunu sallaya sallaya gelip, Ankara, Kahraman Kazan’da, Türkiye’nin övünç kaynağı, stratejik TUSAŞ’ı basıyor ve insanlarımızı yaralayıp, öldürüyor. Üstelik Erdoğan’ın, BRICS zirvesi için Tataristan’ın Başkenti Kazan’da (alın size bir rastlantı daha!) olduğu gün! Hani Erdoğan’ın, daha birkaç gün önce İdlip’te, Esat karşıtı, Türkiye’nin denetim altına alması gereken güçleri bombalayan Putin’e, “Söyleyiver de Esad benimle konuşsun. Ben kaçtır söylüyorum, konuşmuyor!” diye ricada bulunduğu toplantı.
Oyun içinde oyun
Erdoğan basına açıklama yaparken, ABD’nin katkılarıyla Suriye’nin istikrarsızlaştırıldığına ve oraya PKK terörünün yerleştirildiğine de işaret etti. İzlediği politikalarla bu istikrarsızlaştırmada önemli bir rol oynadığını unutarak.
Bu gelişmeler medyada, Erdoğan’ın, Öcalan üzerinden bölgesel Kürt kartını eline almaya çalıştığı; Öcalan aracılığı ile DEM’in, anayasa değişikliğine destek olmasını sağlamak istediği; ayrıca DEM’i muhalefet cephesinden ayırıp, DEM’e oy veren seçmeni kendi safına çekmeyi planladığı yorumlarına yol açtı. Bazıları daha da ileri gidip, Erdoğan’ın, Suriye ve Irak’taki Kürtleri de katarak Türkiye’yi büyütmeyi; Fırat’ın batısından belki Akdeniz’e kadar uzayan, paylaşılacak bir etki alanı yaratmayı planladığını bile tartışmaya açtılar.
Kendi himmete muhtaç bir dede, nerede kaldı âleme himmet ede
Hemen bütün yorumların ve beklentilerin odağında Öcalan olduğu görülüyor. Ancak, neredeyse 25 yıldır hapiste olan Öcalan’ın, kendi ifadesi ile “Kürt sorunu”nu siyaset yoluyla çözmek konusunda teorik ve pratik güce sahip olduğunu düşünmek inandırıcı değildir. Unutulmamalıdır ki, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki gerek PKK gerek PYD-YPG Kürt oluşumları ABD’nin desteğiyle bugün, Öcalan’ın PKK’nın başında olduğu dönemden çok daha yaygın ve güçlüdür. ABD bunu Öcalan ile yapmamıştır.
Bugüne kadar izledikleri politika, ABD ve Rusya’nın, Erdoğan’ın, Türkiye’yi, dışarıdaki Kürtleri de katarak büyütme beklentisine olumlu bakmayacaklarını ve bu yöndeki girişimleri gerektiğinde güç kullanarak önleyeceklerini fazlasıyla göstermiştir.
Ortadoğu’da olanlar ABD politikasının uygulamasıdır
Ortadoğu’daki gelişmeler, birçok kişinin düşündüğünün aksine, ABD’nin, İsrail’in güvenliğini sağlama amacının ötesinde bizzat ABD’nin Ortadoğu politikasının sonucu olduğunu, İsrail’in, bu politikanın uygulanmasında sadece bir “vekil” olduğunu göstermektedir. İsrail’in İran’a son karşılığının niteliği ve sadırı konusunda İran’ın ABD tarafından bilgilendirildiği -daha fazlasının yapıldığından kuşku duyulmamalıdır- gerçeği ışığında, Türkiye için bir fırsattan değil, ciddi bir felaketten -içeride durumu kavrayamayan veya kavramak istemeyen iktidar ortakları nedeniyle, ayrılıkçı Kürt stratejisinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesinden- söz etmek daha doğru olur. ABD’nin, Ortadoğu’da, İsrail’i rahatlatmak dışında, bölgeyi yeniden düzenlemek, bölgenin önemli doğal kaynaklarına hâkim olmak, İran’ı yola getirmek amacıyla, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bazı bölümlerini içine alacak bir Kürt devleti “yaratmak” istediği açıkça görülüyor. “Yaratmak” diyorum çünkü devletler ya uluslar tarafından ve hemen her zaman savaşarak kurulur veya başka devletler tarafından yaratılır. Yaratılan devletlere son örnek, İsrail’dir. Bu tür devletlerin hemen hiç birisi kalıcı olmamıştır. İsrail için de bu tehlike hep vardır, eğer kurulduğundan beri izlediği politikaları gözden geçirmez, ABD’nin vekili olarak hareket etmekten geri duramazsa, hızla değişen dünyada bu tehlike, giderek artacaktır.
Türkiye’nin yakalandığı kapan sıkışmaktadır
Erdoğan’ın sadece iktidarda kalabilmek için ülkenin bekasını teklikeye atan adımları veya Bahçeli’ye attırdığı her adım, önceki ”Açılım” denemesinin yüzlerce cana mal olan çatışmalarla veya hapisanelerde biten sonunu unutup, Demirtaş’ı bile ikinci plana atarak, iktidara, Öcalan ve Kandil’i muhatap olarak göstermekle, hala Kürtçülük-ayrımcılık peşinde olduğu anlaşılan DEM’in de bir kez daha katılmak için adeta can attığı bu oyun, ülkeyi kurtulması çok zor bir tuzağın içine çekmektedir. Bu tuzak bir tesadüf değildir. Evrende rastlantıya yer yoktur. Olanlar önceden ve özenle hazırlanmış bir planın uygulamasıdır. İlginç olan, kendi oyunlarını oynadığını düşünen oyuncuların aslında çok daha üst bir aklın kullandığı oyuncular olduklarını görememeleri veya kişisel çıkarları gereği, görmek istememeleridir. 15 Ekim 2024 tarihinde yine Muhalif’teki, “Ölümcül Tuzak” yazım ne yazık ki her geçen gün biraz daha gerçek olmaktadır. Bugün Türkiye’yi yönettiğini düşünen “devlet aklı” bu gerçeği göremeyecek kadar tutulmuştur.
Ülkemin dört bir yanındaki Kürt dostlarımın da bana açıkça ifade ettikleri gibi, umarım DEM Parti geçmişten ders alır ve bir an önce Türkiye partisi olarak, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Sünni, Alevi bütün vatandaşlarımızı ilgilendiren, pahalılık, terör, şiddet, yoksulluk, Narin cinayetinin de gösterdiği üzere, en çok onları etkileyen feodal düzen gibi sorunlarla ilgilenmeye başlar. Bu sorunlarla başa çıkmanın diğer bir ifade ile Kürt vatandaşlarımızın refah ve mutluluğunun da ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünün korunması ve bugünkü iktidarın değişmesi ile gerçekleşebileceğini idrak eder, ona göre tutum alır.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.