İstiklal Caddesi'nde, ikisi çocuk altı insanımızın ölümüne, 81 insanımızın da yaralanmasına yol açan patlama haberini duyduğumda şaşırdım mı? Hayır. Korktum mu? Evet, hem de çok. Bu korkumun çeşitli nedenleri var. Haziran 2015 seçimlerinin ardından Suruç, sonra da Ankara Garı katliamlarını, Devlet Bahçeli'nin erken seçim çağırısını, Kasım seçimlerinde de AKP'nin yeniden iktidar koltuğuna oturmasını hatırladım. Hatırladım da ne oldu? Hani, birinin dediği gibi, atı alan Üsküdar'ı geçti. Bu sefer atı alan Üsküdar'ı geçer mi? Umarım hayır.
Her neyse... Biz bakalım bu patlamaların hangi "maşalar"ın marifetleri olduklarına... Bombayı patlatan kadınn, biliyorsunuz Suriyeli olduğu, elini kolunu sallaya sallaya ülkeye girdiği, girmekle kalmayıp İstanbul'da aylarca kaçak çalıştığı açıklandı. Tamam, kadın rahatça ülkeye girdi. İstanbul'a kadar geldi de bunun sorumlusu kimler? Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarını sözüm ona "Esat" nefreti yüzünden eleğe çevirip milyonlarca mültecinin Suriye'den ve başka ülkelerden kaçak olarak ülkeye girmelerine göz yumanlar değil mi?
Defalarca yazdık; gene de yazıyoruz. Yapmayın, ülkenin demografik yapısını değiştirmeyin. Bırakın İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana gibi büyük ve turistik kentlerimizi Güneydoğu'daki şehirlerimiz mülteci istilası altında. Siirt, Hatay, Kilis, Gaziantep gibi illerimizde artık Türk'ten çok Arap yaşıyor ve çalışıyor. O zaman bakalım bu duruma nasıl ve nerelerden geldik?
Aslında bütün bu olanlara sebep Ottawa Antlaşması. 1 Mart 1999'da yürürlüğe giren antlaşmaya göre dünyada büyüyen mayın sorununa karşı antı-personel mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesi ve transferinin yasaklanması ve imhasına dair sözleşme Türkiye'nin de dahil olduğu 131 ülke tarafından onaylanmış ve 146 ülke tarafından imzalanmıştı.
Bu süreçten sonra Türkiye'ye sınır boylarındaki mayınları temizlemesi için ciddi baskılar gelmeye başladı. Oysa Türkiye mayın üreten bir ülke değildi. Türkiye antlaşmaya 2033 yılında, dikkat edin 2003 yılında, taraf oldu. 1 Mart 2004'de de yürürlüğe koydu. Ottawa Antlaşması'na göre Türkiye2nin 1 Mart 2014'e kadar kendi sınırları içinde toprağa döşeli mayınları tamamen temizlemesi gerekiyordu.
Aralık 2011'de (Suriye iç savaşı Mart 2011'de patlak verdi) Suriye sınırındaki 900 kilometrekarelik alanın mayından temizlenmesine karar verildi. Önce İsrailli firmalar mayın temizleme ihalesini kazandı. Ancak ihale kararı Anayasa Mahkemesi'nden dönünce iş Milli Savunma Bakanlığı'na verildi.
Mayıs 2013'de dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz 1 milyon 150 biN 297 metrekarelik alanın mayından temizlendiğini açıkladı. Açıklamaya göre Türk Silahlı Kuvvetleri 10 bin 951 mayını o alandan temizlemiş, bu temizlik çalışmaları sırasında 204 asker hayatını kaybetmiş 742'si de yaralanmıştı.
Aynı açıklamaya göre Kilis Elbeyli ilçesi Çobanbey mevkiinde bulunan Çobanbey İstasyonu'nda 45 bin metrekare, Mardin Nusaybin'de bulunan Nusaybin Gümrük Kapısı alanında 200 bin metrekare, Şanlıurfa Akçakale'deki Akçakale Gümrük Kapısı'nda 7 bin 715 metrekare, Gaziantep Karkamış Köy Kenarı mevkii Karkamış Antik Kenti'nde 663 bin 800 metrekare yüzölçümlü alanlar mayından temizlenmişti.
Sadece Suriye sınırı değil, İran ve öbür komşu ülkelerle de sınır mayın temizliği yapıldı. Şimdi komşulardan, terorist, hırsız, uğursuz, silah ve uyuşturucu kaçakçısı, ipini koparan herkes elini kolunu sallaya sallaya Türkiye'ye giriyor. Anlaşıldığı kadarıyla sınırları sözüm ona korumak ve kollamakla görevli yetkililer de bunlara, "Arkadaş, dur bakalım. Nereye böyle selamsız?" diye sormuyor. Hani sınırlar namusumuzdu? Irzlarına geçile geçile genelev sermayelerine döndüler.
Vah zavallı ülkem vah. Bir dostumun dediği gibi:"Sürü sürünün itine, it de sahibine itaat eder."
Her neyse... Biz bakalım bu patlamaların hangi "maşalar"ın marifetleri olduklarına... Bombayı patlatan kadınn, biliyorsunuz Suriyeli olduğu, elini kolunu sallaya sallaya ülkeye girdiği, girmekle kalmayıp İstanbul'da aylarca kaçak çalıştığı açıklandı. Tamam, kadın rahatça ülkeye girdi. İstanbul'a kadar geldi de bunun sorumlusu kimler? Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarını sözüm ona "Esat" nefreti yüzünden eleğe çevirip milyonlarca mültecinin Suriye'den ve başka ülkelerden kaçak olarak ülkeye girmelerine göz yumanlar değil mi?
Defalarca yazdık; gene de yazıyoruz. Yapmayın, ülkenin demografik yapısını değiştirmeyin. Bırakın İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana gibi büyük ve turistik kentlerimizi Güneydoğu'daki şehirlerimiz mülteci istilası altında. Siirt, Hatay, Kilis, Gaziantep gibi illerimizde artık Türk'ten çok Arap yaşıyor ve çalışıyor. O zaman bakalım bu duruma nasıl ve nerelerden geldik?
Aslında bütün bu olanlara sebep Ottawa Antlaşması. 1 Mart 1999'da yürürlüğe giren antlaşmaya göre dünyada büyüyen mayın sorununa karşı antı-personel mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesi ve transferinin yasaklanması ve imhasına dair sözleşme Türkiye'nin de dahil olduğu 131 ülke tarafından onaylanmış ve 146 ülke tarafından imzalanmıştı.
Bu süreçten sonra Türkiye'ye sınır boylarındaki mayınları temizlemesi için ciddi baskılar gelmeye başladı. Oysa Türkiye mayın üreten bir ülke değildi. Türkiye antlaşmaya 2033 yılında, dikkat edin 2003 yılında, taraf oldu. 1 Mart 2004'de de yürürlüğe koydu. Ottawa Antlaşması'na göre Türkiye2nin 1 Mart 2014'e kadar kendi sınırları içinde toprağa döşeli mayınları tamamen temizlemesi gerekiyordu.
Aralık 2011'de (Suriye iç savaşı Mart 2011'de patlak verdi) Suriye sınırındaki 900 kilometrekarelik alanın mayından temizlenmesine karar verildi. Önce İsrailli firmalar mayın temizleme ihalesini kazandı. Ancak ihale kararı Anayasa Mahkemesi'nden dönünce iş Milli Savunma Bakanlığı'na verildi.
Mayıs 2013'de dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz 1 milyon 150 biN 297 metrekarelik alanın mayından temizlendiğini açıkladı. Açıklamaya göre Türk Silahlı Kuvvetleri 10 bin 951 mayını o alandan temizlemiş, bu temizlik çalışmaları sırasında 204 asker hayatını kaybetmiş 742'si de yaralanmıştı.
Aynı açıklamaya göre Kilis Elbeyli ilçesi Çobanbey mevkiinde bulunan Çobanbey İstasyonu'nda 45 bin metrekare, Mardin Nusaybin'de bulunan Nusaybin Gümrük Kapısı alanında 200 bin metrekare, Şanlıurfa Akçakale'deki Akçakale Gümrük Kapısı'nda 7 bin 715 metrekare, Gaziantep Karkamış Köy Kenarı mevkii Karkamış Antik Kenti'nde 663 bin 800 metrekare yüzölçümlü alanlar mayından temizlenmişti.
Sadece Suriye sınırı değil, İran ve öbür komşu ülkelerle de sınır mayın temizliği yapıldı. Şimdi komşulardan, terorist, hırsız, uğursuz, silah ve uyuşturucu kaçakçısı, ipini koparan herkes elini kolunu sallaya sallaya Türkiye'ye giriyor. Anlaşıldığı kadarıyla sınırları sözüm ona korumak ve kollamakla görevli yetkililer de bunlara, "Arkadaş, dur bakalım. Nereye böyle selamsız?" diye sormuyor. Hani sınırlar namusumuzdu? Irzlarına geçile geçile genelev sermayelerine döndüler.
Vah zavallı ülkem vah. Bir dostumun dediği gibi:"Sürü sürünün itine, it de sahibine itaat eder."