Dünya'da bir şeylerin ters gittiği kesin. Bir yanda savaşlar, bir yanda pandemi, tüm bunlar yetmezmiş gibi ortaya çıkan enerji krizi ve son olarak zaten senelerdir gündemimizde olan iklim değişikliği ve küresel ısınma. Bana sorarsanız tüm bu yaşananların tek bir sebebi var o da insanlığın doyumsuzca Dünya'nın doğal yaşam döngüsüne müdahale ederek kaynaklarını sömürmesidir. Savaşlar da temelde bu yüzden çıkmıyor mu? Daha verimli topraklar, daha bol fosil yakıt kaynağı ve belki de ileride daha bol su kaynağı elde etmek için verilecek savaşlar. Evet, doğal kaynakların ve doğal yaşam alanlarının sömürülmesinin iklim değişikliği ile olan bağlantısını hepimiz tahmin edebiliyoruz, ancak ben bu yazımda neredeyse hepimizin bittiğini varsaydığımız ve hatta hiç olmamış gibi davrandığımız pandemi gerçeğinin iklim değişikliği ile olan yüksek korelasyonunu ele alacağım.
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki, yukarıda da bahsettiğim gibi iklim değişikliğine sebep olan etmenlerden doğal yaşam alanlarının sömürülmesi, hayvandan insana geçebilecek bulaşıcı hastalıkların riskini artıran en büyük etkenlerden biri. Nasıl mı? İnsanlar ile vahşi yaşam canlılarının yaşam alanlarını olmaması gereken bir biçimde birleştirerek... İlk vakası 1976 yılında tespit edilen Ebola virüsü, %25-%90 ölüm oranı ile dünyaya korku salmıştı. Ardından Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre bölümü direktörü Aaron Bernstein'ın liderlik ettiği çalışmalarda Ebola virüsünün doğal yaşam alanlarını kaybeden yarasaların insanlarla beklenmedik şekilde yakınlaşması ile yayıldığı keşfedilmişti. Tüm bunların sebebi ise Batı Afrika'da palmiye yağı elde etmek uğruna palmiye ormanlarının katledilerek yarasaların yaşam alanlarının yok edilmesiydi.
Bu gibi kötü örneklere rağmen, insanlar tarihin en başından beri bitkiler ve hayvanlar ile ortaklık kurarak hayatta kaldılar. Yerleşim yerleri kurdular ve onlardan faydalandılar, ancak unutmamak lazım ki evrenin yaratıldığı düzen farklılıkların denge içinde var olmasına dayanır. Bu denge bozulduğunda ise doğa bize birçok yoldan uyarı niteliğinde geri dönüşler yapar. Pandemiler ve salgın hastalıklar da bunlardan biri. Şahsen ben tam da bu noktada oldukça umutsuzluğa kapılıyorum çünkü iklim değişikliği sonuçlarının hızı bir türlü kesilemezken, Covid-19'un son pandemi olmayacağını biliyorum.
Korkumun sebebi, bu pandemilerin çıkış noktasının sadece hayvanların doğal yaşam alanlarının katledilmesi ile sınırlı olmaması... Çok iyi biliyoruz ki, iklim değişikliği sebebi ile ekstrem hava olayları ve doğal afetler çok daha sık ve çok daha şiddetli olmaya başladı. Bunu ülkece 2021 yılında Batı Karadeniz'deki sel felaketinde ve 6 Şubat'ta gerçekleşen büyük Kahramanmaraş depreminde yakından tecrübe ettik. Tüm bu afetler sonucu çöken altyapı ve kanalizasyon sistemleri tarih boyunca çok yüksek derecede bulaşıcı tifo, dizanteri ve kolera gibi hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Git gide sıklaşan ve şiddeti artan bu gibi doğal afetler sebebi ile hem hayvanların suları kontamine etmesi hem de hayatını kaybeden insanların bedenlerinden bulaşabilecek hastalıklar büyük tehlike yaratmaktadır.
Sonuç paragrafımda gelmek istediğim nokta aslında çok net. İnsan sağlığına bu kadar önem verilirken, tıp alanında bunca ilerlemeler kaydedilirken ve yatırımlar yapılırken, aynı özveriyi çevreyi korumada gösterememek büyük tezatlık oluşturuyor. Yukarıda anlattıklarım açıkça şunu ortaya koyuyor ki, insan sağlığı ve doğanın sürdürülebilirliği el ele yürüyor. İklim değişikliğini önlemek adına alacağımız aksiyonlar insan sağlığını korumak için aldığımız aksiyonlardan hiç de farklı değil. Doğa ve insanın bir bütün olduğu asla unutulmamalı, yakın tarihte yaşanan pandemiden alınan dersler tazeyken vakit geç olmadan aksiyon alınmalı...
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki, yukarıda da bahsettiğim gibi iklim değişikliğine sebep olan etmenlerden doğal yaşam alanlarının sömürülmesi, hayvandan insana geçebilecek bulaşıcı hastalıkların riskini artıran en büyük etkenlerden biri. Nasıl mı? İnsanlar ile vahşi yaşam canlılarının yaşam alanlarını olmaması gereken bir biçimde birleştirerek... İlk vakası 1976 yılında tespit edilen Ebola virüsü, %25-%90 ölüm oranı ile dünyaya korku salmıştı. Ardından Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre bölümü direktörü Aaron Bernstein'ın liderlik ettiği çalışmalarda Ebola virüsünün doğal yaşam alanlarını kaybeden yarasaların insanlarla beklenmedik şekilde yakınlaşması ile yayıldığı keşfedilmişti. Tüm bunların sebebi ise Batı Afrika'da palmiye yağı elde etmek uğruna palmiye ormanlarının katledilerek yarasaların yaşam alanlarının yok edilmesiydi.
Bu gibi kötü örneklere rağmen, insanlar tarihin en başından beri bitkiler ve hayvanlar ile ortaklık kurarak hayatta kaldılar. Yerleşim yerleri kurdular ve onlardan faydalandılar, ancak unutmamak lazım ki evrenin yaratıldığı düzen farklılıkların denge içinde var olmasına dayanır. Bu denge bozulduğunda ise doğa bize birçok yoldan uyarı niteliğinde geri dönüşler yapar. Pandemiler ve salgın hastalıklar da bunlardan biri. Şahsen ben tam da bu noktada oldukça umutsuzluğa kapılıyorum çünkü iklim değişikliği sonuçlarının hızı bir türlü kesilemezken, Covid-19'un son pandemi olmayacağını biliyorum.
Korkumun sebebi, bu pandemilerin çıkış noktasının sadece hayvanların doğal yaşam alanlarının katledilmesi ile sınırlı olmaması... Çok iyi biliyoruz ki, iklim değişikliği sebebi ile ekstrem hava olayları ve doğal afetler çok daha sık ve çok daha şiddetli olmaya başladı. Bunu ülkece 2021 yılında Batı Karadeniz'deki sel felaketinde ve 6 Şubat'ta gerçekleşen büyük Kahramanmaraş depreminde yakından tecrübe ettik. Tüm bu afetler sonucu çöken altyapı ve kanalizasyon sistemleri tarih boyunca çok yüksek derecede bulaşıcı tifo, dizanteri ve kolera gibi hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Git gide sıklaşan ve şiddeti artan bu gibi doğal afetler sebebi ile hem hayvanların suları kontamine etmesi hem de hayatını kaybeden insanların bedenlerinden bulaşabilecek hastalıklar büyük tehlike yaratmaktadır.
Sonuç paragrafımda gelmek istediğim nokta aslında çok net. İnsan sağlığına bu kadar önem verilirken, tıp alanında bunca ilerlemeler kaydedilirken ve yatırımlar yapılırken, aynı özveriyi çevreyi korumada gösterememek büyük tezatlık oluşturuyor. Yukarıda anlattıklarım açıkça şunu ortaya koyuyor ki, insan sağlığı ve doğanın sürdürülebilirliği el ele yürüyor. İklim değişikliğini önlemek adına alacağımız aksiyonlar insan sağlığını korumak için aldığımız aksiyonlardan hiç de farklı değil. Doğa ve insanın bir bütün olduğu asla unutulmamalı, yakın tarihte yaşanan pandemiden alınan dersler tazeyken vakit geç olmadan aksiyon alınmalı...