Ramazanda oruç nedir bilmeyen Bektaşi ye etrafında bulunan ahali sitem kar bir şekilde konuşarak gururunu incitme noktasına kadar götürürler işi. Derler ki;
-Ya hu bunca yaşın adamı oldun, saçın sakalın bembeyaz oldu hiç Allah’tan korkmaz mısın sen? Seni Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz… Yuh sana…
Bu duruma çok içerleyen Bektaşi tenha bir yerde kendi kendine kızar, “adamlar haklı be, koskoca adam olan ben, bu yaşıma kadar oruç tutmadım, etrafıma da kötü örnek oluyorum… En iyisi bu gece sahura kalkıp niyetleneyim…” Diye karar verir ve gece sahura kalkıp oruca niyetlenir… Sabah kalkar uykudan ama midesinin açlıktan kazındığını şimdiden hissetmeye başlamıştır. Aç karnına uyuyamaz da. Çıkıp biraz hava alayım hem de vakit geçsin diyerek İstanbul sokaklarında gezmeye başlar. Açlık son noktasına kadar gelmiş, adeta midesi kemiklerine yapışmıştır ki Sultanahmet meydanında gözüne bir şeyler ilişir. Emin olmak için iyice dikkatli bakar, yanılmamıştır. Bir ağaç gölgesinde dört tane adam yere yaydıkları yaygının üzerine koydukları mevsim sebze ve meyvelerini o kadar iştahla yemektedirler ki… Birden gözü döner ve hışımla yanlarına gidip;
- Bre zındıklar! Hepiniz koca koca adamlarsınız, bu kadar kimse oruçlu iken siz ne halt etmeye buraya oturup mübarek Ramazan günü herkesin içinde utanmadan yemek yiyorsunuz?
Utanmadınız mı hiç ha?
Bektaşi’nin bu çıkışına hayretlik bakışlarla bakan adamlardan biri;
- Bak hemşerim, der. Bir kere burası göz önünden uzak bir yer ve özellikle görmek istemeyenlerin dışında herkes göremez… İkincisi de biz Hıristiyan’ız, size farz olan otuz Ramazan orucu bize farz değil, o yüzden oruçlu değiliz, bilmem anlaşıldı mı?
Bektaşi bu duruma o kadar şaşırır o kadar şaşırır ki, ne diyeceğini bulamaz bir türlü… Özür dilese olmayacak, kızmasa olmayacak… Karnı zaten zil çalıyor, iftara daha bir sürü saat var. Güneş cayır cayır yakıyor, susuzluktan dili damağına yapışmış, öfkeyle elini kaldırıp güzel bir nasihat eder;
- Ulan hemşerim, dininizin kıymetini bilin be!...
-Ya hu bunca yaşın adamı oldun, saçın sakalın bembeyaz oldu hiç Allah’tan korkmaz mısın sen? Seni Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz… Yuh sana…
Bu duruma çok içerleyen Bektaşi tenha bir yerde kendi kendine kızar, “adamlar haklı be, koskoca adam olan ben, bu yaşıma kadar oruç tutmadım, etrafıma da kötü örnek oluyorum… En iyisi bu gece sahura kalkıp niyetleneyim…” Diye karar verir ve gece sahura kalkıp oruca niyetlenir… Sabah kalkar uykudan ama midesinin açlıktan kazındığını şimdiden hissetmeye başlamıştır. Aç karnına uyuyamaz da. Çıkıp biraz hava alayım hem de vakit geçsin diyerek İstanbul sokaklarında gezmeye başlar. Açlık son noktasına kadar gelmiş, adeta midesi kemiklerine yapışmıştır ki Sultanahmet meydanında gözüne bir şeyler ilişir. Emin olmak için iyice dikkatli bakar, yanılmamıştır. Bir ağaç gölgesinde dört tane adam yere yaydıkları yaygının üzerine koydukları mevsim sebze ve meyvelerini o kadar iştahla yemektedirler ki… Birden gözü döner ve hışımla yanlarına gidip;
- Bre zındıklar! Hepiniz koca koca adamlarsınız, bu kadar kimse oruçlu iken siz ne halt etmeye buraya oturup mübarek Ramazan günü herkesin içinde utanmadan yemek yiyorsunuz?
Utanmadınız mı hiç ha?
Bektaşi’nin bu çıkışına hayretlik bakışlarla bakan adamlardan biri;
- Bak hemşerim, der. Bir kere burası göz önünden uzak bir yer ve özellikle görmek istemeyenlerin dışında herkes göremez… İkincisi de biz Hıristiyan’ız, size farz olan otuz Ramazan orucu bize farz değil, o yüzden oruçlu değiliz, bilmem anlaşıldı mı?
Bektaşi bu duruma o kadar şaşırır o kadar şaşırır ki, ne diyeceğini bulamaz bir türlü… Özür dilese olmayacak, kızmasa olmayacak… Karnı zaten zil çalıyor, iftara daha bir sürü saat var. Güneş cayır cayır yakıyor, susuzluktan dili damağına yapışmış, öfkeyle elini kaldırıp güzel bir nasihat eder;
- Ulan hemşerim, dininizin kıymetini bilin be!...