(Ya da Bürokrat mı Teknokrat mı İş İnsanı mı Yoksa Politikacı mı?)
Ne istersiniz ondan verelim. Hem de ne kadar isterseniz o kadar. Türkiye`de de Almanya`da da hepsinden çok. Ama, esas gerekli olandan ya çok az var ya da hiç yok: Köşeli lider/ler ve/veya büyük devlet adamı...
Ülkeyi yönetenler sadece yönetiyor, yani durumu idare ediyor. Tarih yazan lider yok.
***
Türkiye tarihine göz attığımızda görürüz ki kurtuluş ve kuruluş anında geminin güvertesinde büyük bir lider ve muazzam bir kadro mevcuttur... Bu durum Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk 15 yılında da devam eder...
Atatürk`ün ölümünden sonra 1940lı, 1950li ve 1960lı yıllarda, Türkiye ağır ve hantal bir bürokrasinin eline geçer. Beyaz yakalılar lök gibi çökmüştür ülkenin üstüne... Türkiye çok çekti bu bürokratların elinden. Ve halen de çekiyor bunların çocuklarından ve torunlarından...
1960lı yıllarda ABD`nin teşvik ve desteğiyle bir teknokrat zümre türer, türetilir. Bunların çoğu bürokrat ailelerden devşirilmiş, ABD`nde staj veya yüksek öğrenim görmüş kişilerdir. Otuz kırk yıl bunlar hakim olur ülkeye...
Bu arada, halk çocuklarından oluşan ordunun da niteliği değiştirilir genleriyle oynayarak. Bunlara her on yılda bir darbe yaptırılır. Subaylar ile astsubaylar ve bunlarla askerler arasına ve giderekten de ordu ile halk arasına duvarlar örülür... Mustafa Kemal`in halkçı ordusu yoktur artık. OYAK`çı generaller türemiştir...
***
Türkiye`de bütün bunlar olurken, Dünya değişip dönüşmektedir. Türkiye`deki gelişmeler buna paralel yürümemektedir. Buradaki toplumsal gelişmeler daha çok kurgulanmakta, insanlar formatlanmakta ve tüketim pompalanmaktadır. Üretmeden tüketmek moda olmuştur.
Ülke fabrika ayarlarından uzaklaşmakta, insanlar başdöndürücü bir şekilde sözüm ona modernleştirilmektedir... Modernlik ne demekse?.. Kaptanı (Attila İLHAN`ı) rahmetle anarak soralım: Hangi modernite? Hangi bürokrat? Hangi teknokrat, hangi işinsanı? Hangi poitikacı? Ya da hangi devlet adamı? Ufukta görünen devlet adamı kim sizce?
***
Yazımın başlığına dönüyorum: Deprem mi dediniz? Hangi deprem? Hangi `kader`? hangi öngörüsüzlükler? Hangi tebdirsizlikler? Hangi ihmaller? Hangi `bile bile lades` demeler? Yeter artık, yeter!
Halk başını kaldırmalı, gözlerini açmalı ve hesap sormalı hepimizden...
***
Ülkenin bir deprem bölgesi olduğu bilinmekte. Son depremin olduğu 11 ili kapsayan bölgeden geçen fay hattından daha büyüğünün Kuzey Anadolu Fay Hattı olduğu bilinmekte. Bu fay hattı üzerinde 1939`da Erzincan Depremi yaşanmış. 1999`da Gölcük Depremi yaşanmış... Bilim insanlarının söylediklerine ve yazdıklarına göre İstanbul Depremi`nin eli kulağında.
Bütün bunlara rağmen ön hazırlıklar çok az ve zayıf. Çapsız politikacılar bu durum üzerinden oy devşirme derdinde... Halk ise can derdinde...
***
Almanya`nın ve Türkiye`nin nüfusu hemen hemen aynı, yaklaşık seksen beş milyon. Almanya`nın alanı Türkiye`nin yaklaşık yarısı kadar.
Afet durumunda Almanya`da 1950`de kurulmuş olan THW Türkiye`de ise 2009`da kurulmuşolan AFAD görevli. Her iki kurum da ülkenin İçişleri Bakanlığı`na bağlı.
Almanya`daki THW`nin 1.800 personeli var ve bunlar organizasyon ve gönüllülerin eğitimiyle yükümlü. THW`nin eğitimden geçirdiği tam 80.000 THW Gönüllüsü var. Halen, bu sayının yetersiz olduğu tartışılıyor ve genç insanların THW Gönüllüsü olarak yetiştirilmesi için yeni projeler hazırlanıyor. Bunlar federal düzeyde örgütlenmiş durumda. Periyodik bir şekilde eğitimden geçiyorlar ve afet durumunda anında sahaya iniyorlar kendi organizasyon mantığı içersinde. Kimseden komuta beklemiyorlar. Bütün bunlara ilaveten federal düzeyde 35.041 kadrolu itfaiye çalışanı var ve bunların hepsi hem yangın söndürme ve hem de arama kurtarma konularında eğitimli. Almanya`da İtfaiye Kuruluşu federal, eyalet, şehir ve mahalle düzeyinde örgütlü. Almanya`da 1.006.638 kişi İtfaiye kurumlarında gönüllü itfaiyeci, Bunlar da peryodik olarak eğitimden geçiriliyor. Almanya`da bu işler böyle yürüyor. Türkiye`de ise `` Allah büyüktür abi, bir şeyler yaparız, sıkma canını...`` mantığıyla yürüyor. Ne diyelim, Allah iyiliğini versin ilgililerin...
Türkiye`de AFAD`ın 7.238 kadrolu elemanı var. Eğitimden geçirdikleri yaklaşık 10.00 AFAD Gönüllüsü bulunmakta. Kurumun başkanı bir ilahıyatçı iyi mi? Bir mühendis veya jeolog değil. Enkaz altındakileri duayla çıkaracaklar herhalde... Son depremde, camileri yaralılara ve evsiz kalanlara açacakları yerde sela okuttukları gibi... Orduyu deprem bölgesine sürmedikleri gibi. Oteller dururken üniversiteleri kapatıp öğrenci yurtlarını depremzedelere tahsis ettikleri gibi...
Gelin eğri oturalım ve doğru sorular soralım: AFAD`ın kadrolu eleman sayısının az ama mesleki açıdan yetkin olması gerekmez mi? Kurum iktidarın çiftliçi olmuş. Türkiye`nin nüfusu ve coğrafi alanı göz önüne alındığında, AFAD Gönüllülerinin sayısının en az 100.000 kişiden oluşması gerekmiz mi? AFAD Gönüllülerin çok iyi eğitimden geçirilmiş olması gerekmez mi? Çünkü ülke deprem kuşağının tam üstünde... Almanya`da böyle bir durum söz konusu değil.
Peki yapılması gereken ne? Çok basit: Bilim insanlarını dinlemek. Uzun vadeli planlar yapmak. Öngörüde bulunmak ve ön hazırlıklarımızı titizlikle planlayıp gerçekleştirmek. İnşaat sektörünü, tıpkı Almanya`da olduğu gibi çok sıkı denetlemek. Her önüne gelen müteahhit olamamalı. Nasılki önüne gelen doktorluk veya öğretmenlik yapamıyorsa, öyle her parası olan da müteatlik yapamamalı. İnşaat uzmanların yani mühendislerin işi olmalı. Almanya`da `imar affı` diye bir şey yok. Türkiye`de de olmamalı.
***
Türkiye`nin deprem ve inşaat konularında Japonya`dan, Şili`den ve Meksika`dan öğreneceği çok şey var. Organizasyon ve inşaat sektörünü denetleme konusunda ise Almanya`dan...
***
Maraş Pazarcık merkezli 11 ili kapsayan bu büyük deprem felaketi bizlere bir başka şeyi daha gösterdi: Büyük afetlerin altından ne devlet, ne hükümet, ne kurumlar, ne STK`lar ve ne de tek tek insanlar tek başına kalkabilir. Bütün insanlık elele vererek sinerji yaratarak sorunları çözebilir... Sahada gördük uluslararası dayanışmayı.
Bir de, ``Türkün Türk`ten başka dostu yoktur!`` sözünün anlamsız olduğunu, içi boşbir laf olduğunu gördük. Bir Yunanlı da, bir İsrail vatandaşı da bir Alman da ağlayarak vatandaşlarımızı pek ala kurtardı, kurtarabiliyor enkaz altından... kimse kimseye etnisitesini, dinini veya mezhebini sormuyor. Hele cinsiyetini ve yaşam biçimini hiç...
Şunu da gösterdi bu büyük deprem afeti bizlere: Bürokratlar, teknokratlar, politikacılar ve devlet adamları ne işe yarıyor. İşinsanlarının ve sanatçıların çapını da gördük. Herkes yerinde sağ olsun. Ateş düştüğü yeri yakıyor...
***
Ülkemizin ve halkımızın başı sağ olsun. Ölenlere rahmet ve yaralılara acil şifalar dilerim.
Büyük Usta Nazım HİKMET`in dediği gibi:
``Toprak doyurası gözleri doymuyor,
Çok çok para kazanmak istiyorlar;
Ölmemiz lazım geliyor,
Çok çok para kazanmaları için...``
***
Ama biz elele verip kardeşce yaşamak istiyoruz bu güzelim Dünya`da... Barış ve dayanışma içersinde, dostça ve olabildiğince eşit...
Elele verebilenlere selam ola!
Ne istersiniz ondan verelim. Hem de ne kadar isterseniz o kadar. Türkiye`de de Almanya`da da hepsinden çok. Ama, esas gerekli olandan ya çok az var ya da hiç yok: Köşeli lider/ler ve/veya büyük devlet adamı...
Ülkeyi yönetenler sadece yönetiyor, yani durumu idare ediyor. Tarih yazan lider yok.
***
Türkiye tarihine göz attığımızda görürüz ki kurtuluş ve kuruluş anında geminin güvertesinde büyük bir lider ve muazzam bir kadro mevcuttur... Bu durum Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk 15 yılında da devam eder...
Atatürk`ün ölümünden sonra 1940lı, 1950li ve 1960lı yıllarda, Türkiye ağır ve hantal bir bürokrasinin eline geçer. Beyaz yakalılar lök gibi çökmüştür ülkenin üstüne... Türkiye çok çekti bu bürokratların elinden. Ve halen de çekiyor bunların çocuklarından ve torunlarından...
1960lı yıllarda ABD`nin teşvik ve desteğiyle bir teknokrat zümre türer, türetilir. Bunların çoğu bürokrat ailelerden devşirilmiş, ABD`nde staj veya yüksek öğrenim görmüş kişilerdir. Otuz kırk yıl bunlar hakim olur ülkeye...
Bu arada, halk çocuklarından oluşan ordunun da niteliği değiştirilir genleriyle oynayarak. Bunlara her on yılda bir darbe yaptırılır. Subaylar ile astsubaylar ve bunlarla askerler arasına ve giderekten de ordu ile halk arasına duvarlar örülür... Mustafa Kemal`in halkçı ordusu yoktur artık. OYAK`çı generaller türemiştir...
***
Türkiye`de bütün bunlar olurken, Dünya değişip dönüşmektedir. Türkiye`deki gelişmeler buna paralel yürümemektedir. Buradaki toplumsal gelişmeler daha çok kurgulanmakta, insanlar formatlanmakta ve tüketim pompalanmaktadır. Üretmeden tüketmek moda olmuştur.
Ülke fabrika ayarlarından uzaklaşmakta, insanlar başdöndürücü bir şekilde sözüm ona modernleştirilmektedir... Modernlik ne demekse?.. Kaptanı (Attila İLHAN`ı) rahmetle anarak soralım: Hangi modernite? Hangi bürokrat? Hangi teknokrat, hangi işinsanı? Hangi poitikacı? Ya da hangi devlet adamı? Ufukta görünen devlet adamı kim sizce?
***
Yazımın başlığına dönüyorum: Deprem mi dediniz? Hangi deprem? Hangi `kader`? hangi öngörüsüzlükler? Hangi tebdirsizlikler? Hangi ihmaller? Hangi `bile bile lades` demeler? Yeter artık, yeter!
Halk başını kaldırmalı, gözlerini açmalı ve hesap sormalı hepimizden...
***
Ülkenin bir deprem bölgesi olduğu bilinmekte. Son depremin olduğu 11 ili kapsayan bölgeden geçen fay hattından daha büyüğünün Kuzey Anadolu Fay Hattı olduğu bilinmekte. Bu fay hattı üzerinde 1939`da Erzincan Depremi yaşanmış. 1999`da Gölcük Depremi yaşanmış... Bilim insanlarının söylediklerine ve yazdıklarına göre İstanbul Depremi`nin eli kulağında.
Bütün bunlara rağmen ön hazırlıklar çok az ve zayıf. Çapsız politikacılar bu durum üzerinden oy devşirme derdinde... Halk ise can derdinde...
***
Almanya`nın ve Türkiye`nin nüfusu hemen hemen aynı, yaklaşık seksen beş milyon. Almanya`nın alanı Türkiye`nin yaklaşık yarısı kadar.
Afet durumunda Almanya`da 1950`de kurulmuş olan THW Türkiye`de ise 2009`da kurulmuşolan AFAD görevli. Her iki kurum da ülkenin İçişleri Bakanlığı`na bağlı.
Almanya`daki THW`nin 1.800 personeli var ve bunlar organizasyon ve gönüllülerin eğitimiyle yükümlü. THW`nin eğitimden geçirdiği tam 80.000 THW Gönüllüsü var. Halen, bu sayının yetersiz olduğu tartışılıyor ve genç insanların THW Gönüllüsü olarak yetiştirilmesi için yeni projeler hazırlanıyor. Bunlar federal düzeyde örgütlenmiş durumda. Periyodik bir şekilde eğitimden geçiyorlar ve afet durumunda anında sahaya iniyorlar kendi organizasyon mantığı içersinde. Kimseden komuta beklemiyorlar. Bütün bunlara ilaveten federal düzeyde 35.041 kadrolu itfaiye çalışanı var ve bunların hepsi hem yangın söndürme ve hem de arama kurtarma konularında eğitimli. Almanya`da İtfaiye Kuruluşu federal, eyalet, şehir ve mahalle düzeyinde örgütlü. Almanya`da 1.006.638 kişi İtfaiye kurumlarında gönüllü itfaiyeci, Bunlar da peryodik olarak eğitimden geçiriliyor. Almanya`da bu işler böyle yürüyor. Türkiye`de ise `` Allah büyüktür abi, bir şeyler yaparız, sıkma canını...`` mantığıyla yürüyor. Ne diyelim, Allah iyiliğini versin ilgililerin...
Türkiye`de AFAD`ın 7.238 kadrolu elemanı var. Eğitimden geçirdikleri yaklaşık 10.00 AFAD Gönüllüsü bulunmakta. Kurumun başkanı bir ilahıyatçı iyi mi? Bir mühendis veya jeolog değil. Enkaz altındakileri duayla çıkaracaklar herhalde... Son depremde, camileri yaralılara ve evsiz kalanlara açacakları yerde sela okuttukları gibi... Orduyu deprem bölgesine sürmedikleri gibi. Oteller dururken üniversiteleri kapatıp öğrenci yurtlarını depremzedelere tahsis ettikleri gibi...
Gelin eğri oturalım ve doğru sorular soralım: AFAD`ın kadrolu eleman sayısının az ama mesleki açıdan yetkin olması gerekmez mi? Kurum iktidarın çiftliçi olmuş. Türkiye`nin nüfusu ve coğrafi alanı göz önüne alındığında, AFAD Gönüllülerinin sayısının en az 100.000 kişiden oluşması gerekmiz mi? AFAD Gönüllülerin çok iyi eğitimden geçirilmiş olması gerekmez mi? Çünkü ülke deprem kuşağının tam üstünde... Almanya`da böyle bir durum söz konusu değil.
Peki yapılması gereken ne? Çok basit: Bilim insanlarını dinlemek. Uzun vadeli planlar yapmak. Öngörüde bulunmak ve ön hazırlıklarımızı titizlikle planlayıp gerçekleştirmek. İnşaat sektörünü, tıpkı Almanya`da olduğu gibi çok sıkı denetlemek. Her önüne gelen müteahhit olamamalı. Nasılki önüne gelen doktorluk veya öğretmenlik yapamıyorsa, öyle her parası olan da müteatlik yapamamalı. İnşaat uzmanların yani mühendislerin işi olmalı. Almanya`da `imar affı` diye bir şey yok. Türkiye`de de olmamalı.
***
Türkiye`nin deprem ve inşaat konularında Japonya`dan, Şili`den ve Meksika`dan öğreneceği çok şey var. Organizasyon ve inşaat sektörünü denetleme konusunda ise Almanya`dan...
***
Maraş Pazarcık merkezli 11 ili kapsayan bu büyük deprem felaketi bizlere bir başka şeyi daha gösterdi: Büyük afetlerin altından ne devlet, ne hükümet, ne kurumlar, ne STK`lar ve ne de tek tek insanlar tek başına kalkabilir. Bütün insanlık elele vererek sinerji yaratarak sorunları çözebilir... Sahada gördük uluslararası dayanışmayı.
Bir de, ``Türkün Türk`ten başka dostu yoktur!`` sözünün anlamsız olduğunu, içi boşbir laf olduğunu gördük. Bir Yunanlı da, bir İsrail vatandaşı da bir Alman da ağlayarak vatandaşlarımızı pek ala kurtardı, kurtarabiliyor enkaz altından... kimse kimseye etnisitesini, dinini veya mezhebini sormuyor. Hele cinsiyetini ve yaşam biçimini hiç...
Şunu da gösterdi bu büyük deprem afeti bizlere: Bürokratlar, teknokratlar, politikacılar ve devlet adamları ne işe yarıyor. İşinsanlarının ve sanatçıların çapını da gördük. Herkes yerinde sağ olsun. Ateş düştüğü yeri yakıyor...
***
Ülkemizin ve halkımızın başı sağ olsun. Ölenlere rahmet ve yaralılara acil şifalar dilerim.
Büyük Usta Nazım HİKMET`in dediği gibi:
``Toprak doyurası gözleri doymuyor,
Çok çok para kazanmak istiyorlar;
Ölmemiz lazım geliyor,
Çok çok para kazanmaları için...``
***
Ama biz elele verip kardeşce yaşamak istiyoruz bu güzelim Dünya`da... Barış ve dayanışma içersinde, dostça ve olabildiğince eşit...
Elele verebilenlere selam ola!