1966 yılında kaşeli programcı olarak işe başladığı TRT’de, çeşitli birimlerin ardından Haber Dairesi Başkanlığında Haber Program Müdürlüğü de yapan Nurzen Amuran’ın Muhalif için kaleme aldığı “Çok yazık’ başlıklı yazısı Cumhuriyetin 100. yılı ve kamu yayıncılığının Anayasal ve yasal sorumluluk, görev, yükümlülük ve ilkeler açısından önemli noktalara işaret ediyor. Amuran, “Bugün, şu bilinmeli ki hiç kimse bu güzel ülkenin varoluşunun öyküsünü silemez. TRT 100. yıl etkinliklerine duyarsız kalırsa özel programlarını ertelerse, bu coşkuyu halkımız meydanlarda kutlar özel yayın kuruluşları kutlamalara katılır, geride bizim yetiştiğimiz o güzel kurumun sadece boş bir adı “TRT TABELASI”ı kalır. Çok yazık” diyor.
Anayasa’nın TRT’ye yüklediği görevler üzerinden yöneticilerin sosyal devlet olma gereğini yerine getirirken laikliğin korunmasında çok duyarlı davrandıklarını belirten Amuran, “TRT kuruluş yıllarından itibaren kendi yasasıyla anayasal bir kurum olarak Cumhuriyetin temel ilkelerini korumayı, toplumun kültürel kalkınmasında sorumluluk almayı bir görev bilmişti. Yayın politikalarıyla, “doğrudan eğitmeye” değil, “dolaylı yöntemle” eğitmeye öncelik vermekteydi. Tek cümleyle amacı, eğlendirirken eğitmekti”.
Sanattan, siyaset ve siyasi tartışma programlarına uzanan geniş yelpazede kamu yayıncılığı açısından bir zamanlar hayatımızda önemli bir yer tutan TRT’nin dünü ve bugün geldiği noktayı Nurzen Amuran Muhalif’e kalemiyle anlattı:
ÇOK YAZIK
Cumhuriyetin 100.yılını kutluyoruz. Atatürk gibi bir dehanın çocukları olarak devletimizle gurur duyduk, 100 yıl boyunca nesilden nesile Cumhuriyeti oluşturan ilkelerle yetiştirildik. Bu ilkeler, benliğimizi oluşturdu. Ancak son yıllarda kutlanan diğer ulusal bayramlar gibi Cumhuriyetin ilanının 100.yılı sıradan bir bayram gibi kutlanılmaya çalışılıyor. Gerekçe, Ortadoğu’daki savaş. Elbette Gazze’deki dramı endişeyle izliyoruz. İnsani tepkilerimizi her zaman olduğu gibi dile getirmeye devam ediyoruz. Savaşların da kuralları var. Bu kuralları gözardı ederek sivillere yönelik saldırılara, binlerce çocuğa kadına günahsız insan kaybına kim acı duymaz ki. “ Savaşı durdurun” çağrısı toplumumuzun her kesiminde yükseliyor. Ancak bu tepkilerin siyasi boyutu ülkenin iç dinamiğine yansıtılmamalı. Siyasi iktidarın alacağı kararlar, uluslararası alanda etkili olacak tepkiler oluşturmalı ve bu tepkileri ulusça desteklemeliyiz. Ama bu destek bizim dayandığımız siyasal temellere zarar vermemeli, ulusal coşkulara engel olmamalı.
Geçenlerde TRT’nin açıkladığı Cumhuriyetin kuruluşunun 100.Yıl kutlama etkinliklerini Gazze dramı nedeniyle erteleme kararı hepimizin tepkisine yol açtı, O insani dramın siyasetin aracı haline getirilmesi kimi üzmez ki. Kurumlar kendi kurallarıyla yaşatılır. Bir kurum siyasi iktidarın yandaş bir kuruluşu haline gelirse, kurumsallıktan uzaklaşır. Oysa yönetenlerin Cumhuriyetle olan gizli hesaplaşmalarının yeri TRT olmamalı. Hele o kurumda, yarım yüzyıl çalışmış, o kurumun kurallarıyla yetişmiş bir eski çalışanı olarak alınan karara tepki duymamak mümkün değil.
TRT, Cumhuriyetin ilanıyla başlayan, siyasal iktidarların değil, devletin kimliğini yaşatan kamu kurumlarımızdan biridir. Önce radyo, daha sonra televizyon ve giderek kitle iletişiminde gelişen büyük bir sosyal medya ağıdır. Halkın eğitilmesinde, doğru bilgilendirilmesinde, kültürel zenginleşmenin sağlanmasında önemli bir köprüdür. Çalışanları Cumhuriyetin temel ilkelerini korumaya ant içmiş Atatürk’ün hedeflerini benimseyen aile bireylerinden oluşur. Bu gelenek istisnalar dışında son siyasal iktidara kadar sürmüştür.
Çağdaş, laik sosyal bir hukuk devletinin kurallarını anayasal bir sorumluluk sayan, kamuoyu oluşturulmasında öncü olmayı hedefleyen TRT’nin ilk yıllarına şöyle bir bakalım.
Size o kurumda yetişmiş bir çalışanı olarak bir zamanlar nelere özen gösterildiğini kısaca aktarmak istiyorum.
TRT de çalışmak ayrıcalıktı. Kurum’a her isteyen giremez ama yeteneği birikimi olanın girme şansı olabilirdi. Sınavları tarafsız jürilerce yapılır, sınavı kazananlar 3 ile 6 aylık kurslarda eğitilir, yapılan son sınavlarda başarılı olanlar TRT ailesine yayın hayatına katılabilirdi. Torpil işlemezdi. Eğer kişi torpille girmişse ki sayıları çok azdır, kurumun başarısız, başarısız olduğu için mutsuz sıradan bir çalışanı olarak kalmaya mahkûm olurdu. Kuruluş yıllarında kimler çalışmadı ki. Betül Mardin Sevgi Soysal Adalet Ağaoğlu Ümit Kaftancıoğlu Turan Dursun daha niceleri. Kuruma katkıda bulundular, kurumdan edindikleri deneyimle de daha sonraki yıllarda eserler oluşturdular. Bu eserleri düşün dünyasına edebiyat ve sanat dünyasına armağan ettiler.
Bu nedenle, rahmetli Ümit Kaftancıoğlu’nun Turan Dursun’un katledilmesinde asıl amaç “çağdaş aydınlanmacı düşüncenin” katledilmesiydi.
TRT kuruluş yıllarından itibaren kendi yasasıyla anayasal bir kurum olarak Cumhuriyetin temel ilkelerini korumayı, toplumun kültürel kalkınmasında sorumluluk almayı bir görev bilmişti. Yayın politikalarıyla, “doğrudan eğitmeye” değil, “dolaylı yöntemle” eğitmeye öncelik vermekteydi. Tek cümleyle amacı, eğlendirirken eğitmekti.
En duyarlı olduğu konulardan biri de “Anadiline, Türkçeye sahip çıkmaktı”. Türkçenin zenginleşmesinde, arılaşmasında yeni sözcüklerin devreye sokulmasında Türk Dil Kurumu önderlik ediyordu ama TRT uygulamada Türkçenin korunmasında önderlik eden kurumlardan bir diğeriydi. Türkçenin kullanılması önemliydi. Yöresel konuşma tarzına izin verilmezdi. Ben ve birkaç çalışma arkadaşım çocukluğumuzda devam ettiğimiz Radyo Çocuk Saatinde, aylarca diksiyon dersi almıştık. Daha sonra sınavlar kazandık programcı veya spiker olduk.
Her isteyen, mikrofon ekran karşısına bugünkü kadar kolay çıkamazdı. Sunucu ve spiker olmak için sınavlar açılır, ilk aşamayı kazananlar için kurslar düzenlenir, kurs sonu sınavları kazananlar mikrofonla buluşur, kamera karşısına çıkardı. Uzman konuklar çağrılırken konunun en iyi bileni mi, Türkçeyi doğru kullanıyor mu, açıklamaları halka kolayca ulaşabiliyor mu araştırılır ona göre seçilirdi. Bu titizlik halka duyulan saygı ve ulusal kimliğimizin parçası olan Türk dilinin korunmasıydı.
Prodüktörlük metin yazarlığı sınavlarından sonra düzenlenen kurslarda, araştırma teknikleri dersleri verilir, araştırma nasıl yapılır, neyi nasıl araştırmak gerekir, öğretilirdi. Yazı yazma, metin oluşturmada öncülük eden hocalarımızdan biri ki bu bizim şansımızdı Turgut Özakman’dı. Turgut Özakman’ın Türk yayın hayatına emeği çok fazlaydı, TRT’nin belkemiğiydi. Işıklar içinde uyusun. Sözgelimi açılan kurslarda “Röportaj Teknikleri” dersleri verilirdi. Sokak röportajları ve stüdyoda yapılan röportajlarda nelere özen göstermek gerekir öğretilirdi. Müzik kültürünün yozlaşmasını engelleyecek bir sistem kurulmuştu Sözgelimi arabesk müziğini ne radyoda ne de televizyonda duyamazdınız, izleyemezdiniz. Türk sanat müziğine zarar verdiğine inanılırdı. Önünüze gelen her isteyeni sözgelimi mankeni çok güzel bir bayan veya yakışıklı bir erkek, ekrana yakışıyor diye sunucu yapamazdınız. Sunucunun fiziki özelliği yanında Türkçeyi kullanmadaki başarısı, genel kültürü, ekranda boy göstermenin önemli koşullarıydı. Sunucu veya röportaj yapan, kurumun temsilcisi sesi durumundaydı. Konuşmacıya, “Ben şunu merak ediyorum.” “Bana şunu açıklar mısınız?” diye soru yöneltemezdi. Orada bulunan kişi, kendisini değil kurumu temsil ediyordu, halkı temsil ediyordu. Halkın kamuoyunun merak ettiği soruları yöneltmekle yükümlüydü.
Program planlamalarında izleyicinin dinleyicinin gereksinimlerine göre konu seçimleri yapılır onların günlük saatlerine göre programlar yayınlanırdı. Kırsal kesinde yaşayanlar için, tarlaya gidiş ve tarladan dönüş saatleri önemliydi. O saatlere göre tarım ve hayvancılık konularını ele alan program dizileri oluşturulurdu.
Siyaset, ele alınan konu başlıklarından en önemlisiydi ama tek kırmızı çizgisi vardı. Siyasete, siyasi partiler düzeyinde değil, partiler üstü bir tarafsızlık içinde hükümetlerin değil, devletin politikaları doğrultusunda yer verilirdi. Tarafınız anayasa ve bağlı olduğunuz yasalardı. Bu nedenle hiçbir siyasetçi kişisel talepleriyle sunucuya, açık oturumu yönetene, söyleşiyi yapan sunucuya soru öneremediği gibi, konuyu kendi istediği mecraya sürükleyemezdi. Sorular tarafsızlıkla hazırlanır halkın bilgilenmek istediği planı uygulardınız. Yani direksiyon siz de olurdu. Bu nedenle hiçbir tartışma programında kişisel tepkiler kavgaya dönüşmez, fikrin planın programın siyasi tartışması yapılırdı.
Ara rejimler bile bu yayın sorumluluğunu tam anlamıyla bozamamıştı. O dönemlerin komutanları, kurumu yönetmeye kalktıklarında TRT’nin bir askeri kurum olmadığını, bir propaganda aracı haline getiremeyeceklerini sonunda anlamışlardı ama demokrasinin işlemediği süreçlerde çok değerli birikimli elemanlar yitirilmiş, TRT çok kan kaybetmişti.
O dönemlere ait bazı olaylar fıkra gibi anlatılır ve yöneticiler uzun süre bu fıkralarda yaşatılmıştı. Sözgelimi bir ara, “Kızılcıklar oldu mu” türküsü yasaklanmıştı. Dönemin yöneticileri kızılcığın, kızıl yönetimi komünizmi anımsattığını söylemişti. Stendhal’ın Kırmızı ve siyah adlı eserine kuşku ile bakılmıştı. Çünkü içinde kırmızı renk geçiyordu. Daha neler diyebilirsiniz ama o dönem öyleydi. Bir arkadaşımız hazırladığı kitap saati programında, Rudyard Kipling’in Cengel romanını tanıtacaktı. Yönetici albay programın denetimi sonunda, arkadaşımızı yanına çağırmış ve şunu istemişti. “Bu eserin adındaki C harfini kaldırıp Türkçedeki gibi oku”. O’da “engel” demişti. Albay tatmin olmamıştı: “Sonuna s harfini koy ve öyle oku” deyince sonuçta Engels çıkmıştı. Friedrıch Engels,” Bu sözde uzmanlara” göre bir düşünür filozof değil, komünistti. Komünizmin otoritelerindendi (!). Arkadaşım, “Sayın albayım, ben sizin kadar hassas düşünemedim” demişti. Yanıt çok ilginçti. “Hep ben mi düşüneceğim?” Daha sonra o arkadaşım Kurumdan ayrılmış ve reklam dünyası bir kral kazanmıştı.
Sosyal devlet olma gereğini yerine getirirken laikliğin korunmasında yöneticiler çok duyarlı davranmışlardı. En çarpıcı örneği de Turan Dursun’un TRT’ye kazandırılmasıydı. O’nun hazırladığı programlar en güzel dinsel programların yayınlanma sürecidir. Turan Dursun benim prodüktörlük kursundan arkadaşımdı. Agresif olmayan ve düşüncelerini tatlı bir üslupla anlatan din ve ahlak programları yapan aydın bir Anadolu insanıydı. Bilge kişiydi, önemli bir araştırmacıydı... Ama ara rejimlerdeki zihniyet Onları o muhteşem değerleri TRT’den koparttı.
Ulusal bayramlar ise çok ama çok özel kutlanırdı. Törenler canlı olarak verilir o günün anlamını dile getiren uzmanlar konuk edilir ve düzenlenen özel eğlence programlarıyla, halkın coşkusu yansıtılırdı. Atatürk’ün anıları, Cumhuriyet tarihinin kahramanlarının başardıkları hedefler bir kez daha aktarılırdı.
Yönetimler ulusal bayramlarda çok hassas davranırlardı. Türkiye’nin doğuşunu müjdeleyen Cumhuriyet Bayramının rengarenk dünyası, demokrasinin beşiği olan TBMM’in açılışını simgeleyen 23 Nisanlar, bir devletin kuruluş öyküsünü simgeleyen 19 Mayıslar coşkulu yayınlarla halka ulaştırılırdı. Kazanımlar tekrar tekrar anlatılır anıların canlı kalması sağlanırdı. İşte bu nedenle yazımın ilk satırlarında dile getirdiğim izlenim 100. yıl etkinliklerini erteleme kararının cumhuriyetle sorunu olanların kararı mı sorusudur.
Bugün, şu bilinmeli ki hiç kimse bu güzel ülkenin varoluşunun öyküsünü silemez. TRT 100. yıl etkinliklerine duyarsız kalırsa özel programlarını ertelerse, bu coşkuyu halkımız meydanlarda kutlar özel yayın kuruluşları kutlamalara katılır, geride bizim yetiştiğimiz o güzel kurumun sadece boş bir adı “TRT TABELASI”ı kalır. Çok yazık.
Anayasa’nın TRT’ye yüklediği görevler üzerinden yöneticilerin sosyal devlet olma gereğini yerine getirirken laikliğin korunmasında çok duyarlı davrandıklarını belirten Amuran, “TRT kuruluş yıllarından itibaren kendi yasasıyla anayasal bir kurum olarak Cumhuriyetin temel ilkelerini korumayı, toplumun kültürel kalkınmasında sorumluluk almayı bir görev bilmişti. Yayın politikalarıyla, “doğrudan eğitmeye” değil, “dolaylı yöntemle” eğitmeye öncelik vermekteydi. Tek cümleyle amacı, eğlendirirken eğitmekti”.
Sanattan, siyaset ve siyasi tartışma programlarına uzanan geniş yelpazede kamu yayıncılığı açısından bir zamanlar hayatımızda önemli bir yer tutan TRT’nin dünü ve bugün geldiği noktayı Nurzen Amuran Muhalif’e kalemiyle anlattı:
ÇOK YAZIK
Cumhuriyetin 100.yılını kutluyoruz. Atatürk gibi bir dehanın çocukları olarak devletimizle gurur duyduk, 100 yıl boyunca nesilden nesile Cumhuriyeti oluşturan ilkelerle yetiştirildik. Bu ilkeler, benliğimizi oluşturdu. Ancak son yıllarda kutlanan diğer ulusal bayramlar gibi Cumhuriyetin ilanının 100.yılı sıradan bir bayram gibi kutlanılmaya çalışılıyor. Gerekçe, Ortadoğu’daki savaş. Elbette Gazze’deki dramı endişeyle izliyoruz. İnsani tepkilerimizi her zaman olduğu gibi dile getirmeye devam ediyoruz. Savaşların da kuralları var. Bu kuralları gözardı ederek sivillere yönelik saldırılara, binlerce çocuğa kadına günahsız insan kaybına kim acı duymaz ki. “ Savaşı durdurun” çağrısı toplumumuzun her kesiminde yükseliyor. Ancak bu tepkilerin siyasi boyutu ülkenin iç dinamiğine yansıtılmamalı. Siyasi iktidarın alacağı kararlar, uluslararası alanda etkili olacak tepkiler oluşturmalı ve bu tepkileri ulusça desteklemeliyiz. Ama bu destek bizim dayandığımız siyasal temellere zarar vermemeli, ulusal coşkulara engel olmamalı.
Geçenlerde TRT’nin açıkladığı Cumhuriyetin kuruluşunun 100.Yıl kutlama etkinliklerini Gazze dramı nedeniyle erteleme kararı hepimizin tepkisine yol açtı, O insani dramın siyasetin aracı haline getirilmesi kimi üzmez ki. Kurumlar kendi kurallarıyla yaşatılır. Bir kurum siyasi iktidarın yandaş bir kuruluşu haline gelirse, kurumsallıktan uzaklaşır. Oysa yönetenlerin Cumhuriyetle olan gizli hesaplaşmalarının yeri TRT olmamalı. Hele o kurumda, yarım yüzyıl çalışmış, o kurumun kurallarıyla yetişmiş bir eski çalışanı olarak alınan karara tepki duymamak mümkün değil.
TRT, Cumhuriyetin ilanıyla başlayan, siyasal iktidarların değil, devletin kimliğini yaşatan kamu kurumlarımızdan biridir. Önce radyo, daha sonra televizyon ve giderek kitle iletişiminde gelişen büyük bir sosyal medya ağıdır. Halkın eğitilmesinde, doğru bilgilendirilmesinde, kültürel zenginleşmenin sağlanmasında önemli bir köprüdür. Çalışanları Cumhuriyetin temel ilkelerini korumaya ant içmiş Atatürk’ün hedeflerini benimseyen aile bireylerinden oluşur. Bu gelenek istisnalar dışında son siyasal iktidara kadar sürmüştür.
Çağdaş, laik sosyal bir hukuk devletinin kurallarını anayasal bir sorumluluk sayan, kamuoyu oluşturulmasında öncü olmayı hedefleyen TRT’nin ilk yıllarına şöyle bir bakalım.
Size o kurumda yetişmiş bir çalışanı olarak bir zamanlar nelere özen gösterildiğini kısaca aktarmak istiyorum.
TRT de çalışmak ayrıcalıktı. Kurum’a her isteyen giremez ama yeteneği birikimi olanın girme şansı olabilirdi. Sınavları tarafsız jürilerce yapılır, sınavı kazananlar 3 ile 6 aylık kurslarda eğitilir, yapılan son sınavlarda başarılı olanlar TRT ailesine yayın hayatına katılabilirdi. Torpil işlemezdi. Eğer kişi torpille girmişse ki sayıları çok azdır, kurumun başarısız, başarısız olduğu için mutsuz sıradan bir çalışanı olarak kalmaya mahkûm olurdu. Kuruluş yıllarında kimler çalışmadı ki. Betül Mardin Sevgi Soysal Adalet Ağaoğlu Ümit Kaftancıoğlu Turan Dursun daha niceleri. Kuruma katkıda bulundular, kurumdan edindikleri deneyimle de daha sonraki yıllarda eserler oluşturdular. Bu eserleri düşün dünyasına edebiyat ve sanat dünyasına armağan ettiler.
Bu nedenle, rahmetli Ümit Kaftancıoğlu’nun Turan Dursun’un katledilmesinde asıl amaç “çağdaş aydınlanmacı düşüncenin” katledilmesiydi.
TRT kuruluş yıllarından itibaren kendi yasasıyla anayasal bir kurum olarak Cumhuriyetin temel ilkelerini korumayı, toplumun kültürel kalkınmasında sorumluluk almayı bir görev bilmişti. Yayın politikalarıyla, “doğrudan eğitmeye” değil, “dolaylı yöntemle” eğitmeye öncelik vermekteydi. Tek cümleyle amacı, eğlendirirken eğitmekti.
En duyarlı olduğu konulardan biri de “Anadiline, Türkçeye sahip çıkmaktı”. Türkçenin zenginleşmesinde, arılaşmasında yeni sözcüklerin devreye sokulmasında Türk Dil Kurumu önderlik ediyordu ama TRT uygulamada Türkçenin korunmasında önderlik eden kurumlardan bir diğeriydi. Türkçenin kullanılması önemliydi. Yöresel konuşma tarzına izin verilmezdi. Ben ve birkaç çalışma arkadaşım çocukluğumuzda devam ettiğimiz Radyo Çocuk Saatinde, aylarca diksiyon dersi almıştık. Daha sonra sınavlar kazandık programcı veya spiker olduk.
Her isteyen, mikrofon ekran karşısına bugünkü kadar kolay çıkamazdı. Sunucu ve spiker olmak için sınavlar açılır, ilk aşamayı kazananlar için kurslar düzenlenir, kurs sonu sınavları kazananlar mikrofonla buluşur, kamera karşısına çıkardı. Uzman konuklar çağrılırken konunun en iyi bileni mi, Türkçeyi doğru kullanıyor mu, açıklamaları halka kolayca ulaşabiliyor mu araştırılır ona göre seçilirdi. Bu titizlik halka duyulan saygı ve ulusal kimliğimizin parçası olan Türk dilinin korunmasıydı.
Prodüktörlük metin yazarlığı sınavlarından sonra düzenlenen kurslarda, araştırma teknikleri dersleri verilir, araştırma nasıl yapılır, neyi nasıl araştırmak gerekir, öğretilirdi. Yazı yazma, metin oluşturmada öncülük eden hocalarımızdan biri ki bu bizim şansımızdı Turgut Özakman’dı. Turgut Özakman’ın Türk yayın hayatına emeği çok fazlaydı, TRT’nin belkemiğiydi. Işıklar içinde uyusun. Sözgelimi açılan kurslarda “Röportaj Teknikleri” dersleri verilirdi. Sokak röportajları ve stüdyoda yapılan röportajlarda nelere özen göstermek gerekir öğretilirdi. Müzik kültürünün yozlaşmasını engelleyecek bir sistem kurulmuştu Sözgelimi arabesk müziğini ne radyoda ne de televizyonda duyamazdınız, izleyemezdiniz. Türk sanat müziğine zarar verdiğine inanılırdı. Önünüze gelen her isteyeni sözgelimi mankeni çok güzel bir bayan veya yakışıklı bir erkek, ekrana yakışıyor diye sunucu yapamazdınız. Sunucunun fiziki özelliği yanında Türkçeyi kullanmadaki başarısı, genel kültürü, ekranda boy göstermenin önemli koşullarıydı. Sunucu veya röportaj yapan, kurumun temsilcisi sesi durumundaydı. Konuşmacıya, “Ben şunu merak ediyorum.” “Bana şunu açıklar mısınız?” diye soru yöneltemezdi. Orada bulunan kişi, kendisini değil kurumu temsil ediyordu, halkı temsil ediyordu. Halkın kamuoyunun merak ettiği soruları yöneltmekle yükümlüydü.
Program planlamalarında izleyicinin dinleyicinin gereksinimlerine göre konu seçimleri yapılır onların günlük saatlerine göre programlar yayınlanırdı. Kırsal kesinde yaşayanlar için, tarlaya gidiş ve tarladan dönüş saatleri önemliydi. O saatlere göre tarım ve hayvancılık konularını ele alan program dizileri oluşturulurdu.
Siyaset, ele alınan konu başlıklarından en önemlisiydi ama tek kırmızı çizgisi vardı. Siyasete, siyasi partiler düzeyinde değil, partiler üstü bir tarafsızlık içinde hükümetlerin değil, devletin politikaları doğrultusunda yer verilirdi. Tarafınız anayasa ve bağlı olduğunuz yasalardı. Bu nedenle hiçbir siyasetçi kişisel talepleriyle sunucuya, açık oturumu yönetene, söyleşiyi yapan sunucuya soru öneremediği gibi, konuyu kendi istediği mecraya sürükleyemezdi. Sorular tarafsızlıkla hazırlanır halkın bilgilenmek istediği planı uygulardınız. Yani direksiyon siz de olurdu. Bu nedenle hiçbir tartışma programında kişisel tepkiler kavgaya dönüşmez, fikrin planın programın siyasi tartışması yapılırdı.
Ara rejimler bile bu yayın sorumluluğunu tam anlamıyla bozamamıştı. O dönemlerin komutanları, kurumu yönetmeye kalktıklarında TRT’nin bir askeri kurum olmadığını, bir propaganda aracı haline getiremeyeceklerini sonunda anlamışlardı ama demokrasinin işlemediği süreçlerde çok değerli birikimli elemanlar yitirilmiş, TRT çok kan kaybetmişti.
O dönemlere ait bazı olaylar fıkra gibi anlatılır ve yöneticiler uzun süre bu fıkralarda yaşatılmıştı. Sözgelimi bir ara, “Kızılcıklar oldu mu” türküsü yasaklanmıştı. Dönemin yöneticileri kızılcığın, kızıl yönetimi komünizmi anımsattığını söylemişti. Stendhal’ın Kırmızı ve siyah adlı eserine kuşku ile bakılmıştı. Çünkü içinde kırmızı renk geçiyordu. Daha neler diyebilirsiniz ama o dönem öyleydi. Bir arkadaşımız hazırladığı kitap saati programında, Rudyard Kipling’in Cengel romanını tanıtacaktı. Yönetici albay programın denetimi sonunda, arkadaşımızı yanına çağırmış ve şunu istemişti. “Bu eserin adındaki C harfini kaldırıp Türkçedeki gibi oku”. O’da “engel” demişti. Albay tatmin olmamıştı: “Sonuna s harfini koy ve öyle oku” deyince sonuçta Engels çıkmıştı. Friedrıch Engels,” Bu sözde uzmanlara” göre bir düşünür filozof değil, komünistti. Komünizmin otoritelerindendi (!). Arkadaşım, “Sayın albayım, ben sizin kadar hassas düşünemedim” demişti. Yanıt çok ilginçti. “Hep ben mi düşüneceğim?” Daha sonra o arkadaşım Kurumdan ayrılmış ve reklam dünyası bir kral kazanmıştı.
Sosyal devlet olma gereğini yerine getirirken laikliğin korunmasında yöneticiler çok duyarlı davranmışlardı. En çarpıcı örneği de Turan Dursun’un TRT’ye kazandırılmasıydı. O’nun hazırladığı programlar en güzel dinsel programların yayınlanma sürecidir. Turan Dursun benim prodüktörlük kursundan arkadaşımdı. Agresif olmayan ve düşüncelerini tatlı bir üslupla anlatan din ve ahlak programları yapan aydın bir Anadolu insanıydı. Bilge kişiydi, önemli bir araştırmacıydı... Ama ara rejimlerdeki zihniyet Onları o muhteşem değerleri TRT’den koparttı.
Ulusal bayramlar ise çok ama çok özel kutlanırdı. Törenler canlı olarak verilir o günün anlamını dile getiren uzmanlar konuk edilir ve düzenlenen özel eğlence programlarıyla, halkın coşkusu yansıtılırdı. Atatürk’ün anıları, Cumhuriyet tarihinin kahramanlarının başardıkları hedefler bir kez daha aktarılırdı.
Yönetimler ulusal bayramlarda çok hassas davranırlardı. Türkiye’nin doğuşunu müjdeleyen Cumhuriyet Bayramının rengarenk dünyası, demokrasinin beşiği olan TBMM’in açılışını simgeleyen 23 Nisanlar, bir devletin kuruluş öyküsünü simgeleyen 19 Mayıslar coşkulu yayınlarla halka ulaştırılırdı. Kazanımlar tekrar tekrar anlatılır anıların canlı kalması sağlanırdı. İşte bu nedenle yazımın ilk satırlarında dile getirdiğim izlenim 100. yıl etkinliklerini erteleme kararının cumhuriyetle sorunu olanların kararı mı sorusudur.
Bugün, şu bilinmeli ki hiç kimse bu güzel ülkenin varoluşunun öyküsünü silemez. TRT 100. yıl etkinliklerine duyarsız kalırsa özel programlarını ertelerse, bu coşkuyu halkımız meydanlarda kutlar özel yayın kuruluşları kutlamalara katılır, geride bizim yetiştiğimiz o güzel kurumun sadece boş bir adı “TRT TABELASI”ı kalır. Çok yazık.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.