Tabii ki değil, ama doğrusu ben uzun ömürlü olmasını dilerim, hatta 2040'lara kadar yaşamasını isterim...
Siz de istemez misiniz o yılları görmeyi? Çocuklarınızın torunlarınızın yaş alışına tanıklık etmeyi?
"Ömür biter yol bitmez" dedikleri gibi, yaşama dair sorular da bitmiyor. Bazen aklıma takılan bir soru var, yanıtını bir türlü bulamıyorum, bilmem siz ne dersiniz?
-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki hükümetin yıllardır sürdürdüğü iç ve dış borçlanmalar ne ölçüde hakkaniyetli? Ekonomiye ve ülke şartlarına uygun mu? Bu borçları gelecek kuşaklara yıkmak adil mi?
Ayrıca şu soruya da yanıt bulamıyorum:
-Ya bu borçlanmalar, ehliyetsiz eller tarafından, hesapsız kitapsız yapılıyorsa?
Öyle ya, denetleyebiliyor muyuz yönetimin icraatını? İşte Sayıştay'ın hasıraltı edilen raporları, işte Varlık Fonu ve hatta Saray harcamalarının büyük ölçüde denetime tabi olmayışı...
Son yıllarda ağır borç yükü altında oluşumuz yetmezmiş gibi, bilançonun eksi hanesine bir de "Şehir Hastaneleri" eklendi. Değerli meslektaşım, başarılı araştırmacı gazeteci Çiğdem Toker'in "Millettin Cebinden" başlıklı son kitabı (*) bu durumu bütün detayları ve "bilinmeyenleri" ile gözler önüne seriyor.
Çiğdem Toker, kitabının "AKP 2041'e kalır mı?" Başlıklı bölümünde şöyle diyor:
"2041'e çeyrek yüzyıl varken, soruyu fantastik bulanlar çıkabilir. Ama soruya kaynaklık eden, -AKP'nin ömrü- meselesine farklı saiklerle kafa yoranların sayısı sayılamayacak kadar çoktur. Dinci otoriterleşmenin nereye evrileceği, siyasetin dinamiklerinde nasıl bir kırılma olacağı, seçim gibi sorular, kendisini tebaa değil yurttaş hisseden, biatı reddeden, hukuk devletini dert eden herkesin zihnini fazlasıyla meşgul ediyor...
-AKP 2041'e kalır mı?- sorusu Hazinenin şehir hastaneleri için altına girdiği borç yükü nedeniyle önemli. Müteahhitlerin -ev sahibi-, Sağlık Bakanlığının da kiracı olduğu sözleşmeler aşağı yukarı bu tarihlerde sona eriyor..."
Peki o tarihten sonra acaba ne olacak?
Bu sorunun yanıtı yok...
Çünkü kamu-özel sektör işbirliği (KOI) adı altında yürütülen projelerle ilgili sözleşmeler "gizli" tutuluyor, "acaba ne için, ne kadar borçlanmışız?" Sorusu bu yüzden yanıtlanamıyor. Ancak Çiğdem Toker'in araştırmalarına göre, köprüler, yollar, havaalanları gibi projeleri de içeren KOİ yükümlülüğü bugün itibarıyla 160 milyar dolara ulaşıyor, şehir hastaneleri için söz konusu olan borç ise 78.2 milyar dolar...
"O tarihe kadar kim öle kim kala!" Dediğinizi duyar gibi oldum ama doğrusu bu sözü söylemek haksızlık olur, ayrıca kimseyi teselli edemez. Düşünsenize bugün doğacak bebekler o gün 18 yaşında olacaklar. Yazık değil mi gençlerimizin en güzel yaşlarını sürdürecekleri yıllarda karşılarına çıkacak ekonomik darboğaza?
Peki, madem bugün itibarıyla sorularımızın yanıtını bulamadık, tarihten ders almaya ne dersiniz?
İşte değerli ekonomist Mahfi Eğilmez'in bu konudaki bir yazısından alıntılar:
"Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk yurtdışı borçlanma Padişah Abdülmecid tarafından 1854 yılında Kırım savaşını finanse etmek için alınmıştır. Tutarı 3,3 Osmanlı altın lirasıydı. Bu borçlanmanın ardından peş peşe borçlanan Osmanlı İmparatorluğu borçlarını ödeyemeyecek duruma gelince borç veren batılı ülkeler bu borçları tahsil etmek için, 1881 yılında, kendi temsilcilerinin yönetiminde, Düyunu Umumiye idaresini kurdurmuşlardır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu mali yönetimini başkalarına teslim etmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra bu borçlar Lozan Antlaşmasıyla imparatorluğu oluşturan ülkelere ilgisine göre paylaştırılmıştır.
Lozan Antlaşmasına göre toplam 161.603.833 altın liralık borcun 105.553.623 liralık kısmı yani 1912 öncesi borçların % 62si, 1912 sonrası borçların % 77'si Türkiye'ye kalmıştır. 1928 yılında borçların ödenme takvimini belirlemek üzere Paris'te toplanan borç meclisi toplantıları sonucunda imzalan Paris Sözleşmesiyle Türkiye Cumhuriyetine düşen Osmanlı borçlarının toplamı faizler de dahil olmak üzere 107.528.461 milyon altın lira olarak yeniden belirlenmiş ve ödeme takviminin sonu da 1955 yılı olarak tespit edilmiştir.
Türkiye'nin 1929 krizinin yarattığı ortamı da ileri sürerek Osmanlı borçlarının hafifletilmesi, aksi taktirde bu borçların ödenmeyeceği yolundaki başvurusu üzerine borçlar meclisi toplantıları 1930 yılında yeniden başlamış ve borçların miktarı, Türkiye'nin indirim talepleri ve geri ödenme şekli tekrar ele alınmıştır. Üç yıl süren toplantılar sonucunda 1933 yılında imzalanan Paris Sözleşmesiyle Türkiye'nin ödemesi gereken Osmanlı borçları tutarı 8.578.343 altın liraya düşürülmüştür. Böylece Türkiye'nin ödeyeceği Osmanlı borçları yüzde seksen oranında hafifletilmiş oluyordu.
Osmanlı'dan devralınan 107,5 milyon altın lira tutarındaki toplam borcun yüzde sekseninin silinmiş olması büyük bir diplomatik başarı olarak kabul ediliyor.
Bu borçların ödenmesi 1954 yılına kadar sürdü. Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmayı 1854 yılında yaptığına göre bu borçların tasfiyesi 100 yıl sürmüş oluyor."
İşte Mahfi Eğilmez'in kaleminden Osmanlı'dan bizim kuşaklara kalan borçların tasfiyesinin öyküsü...
Şimdi ben de soruyorum;
-"Cumhurbaşkanımız ölümsüz değil tabii ki, allah uzun ömürler versin, eğer 2040'lı yıllara kadar yaşarsa o gün bu borç tablosu altında ezilen Türkiye için acaba ne düşünecek?"
(*) Milletin Cebinden/Çiğdem Toker/Tekin Yayınevi
(**)
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.