İklim Krizinde en büyük mesele atmosfere salınan karbon emisyonlarıdır. Eğer ki dünyaya yapılan karbon salımı kadar, o karbonu yutma yada tutma olanağı olsa dünyanın sorunu büyük oranda çözülecek. Bir karbonu doğal yutan alanlar var; ormanlar , okyanuslar, sulak alanlar gibi, çok ama çok büyük alanlardan söz ediyorum. Bir de karbon tasarrufu sağlayan projeler var; yani karbon salımını dengelemek isteyen kişi yada kuruluşlar bir standart çerçevesinde o projeleri uygularlar. Buna da karbon dengeleme (carbon offsetting) diyoruz. Çok ama çok yüksek maliyetli projeler.
İşte bu kısacık bilgiyi bir kağıda yazıp Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum'un eline verseler, üç beş ağacın, bolca çimin ve çiçeğin ekildiği, insanların "yuvarlanması" için yapılan "Millet Bahçelerinin" karbon yutak alanlar sınıfına giremeyeceğini bilir. Ve onu dinleyen yüzlerce insanı da yanlış bilgi aktarmamış olur.
Bakan Kurum'un da katıldığı bir toplantıda neler gözlemledim sizlerle paylaşmak istiyorum.
ANGİAD, Ankara Genç İnsanları Derneği. Uzun soluklu ve güzel projeler yapan iş insanlarından oluşan bir dernek. Son olarak düzenledikleri "Sanayide Yeşil Dönüşüm Zirvesi" ile "İklim Değişikliği" ve "İklim Krizi" konusundaki duyarlıklarını da ortaya koydular. Bu sorunun çözümü için iş dünyasının hazır olduğunu anlatan bir zirveydi. Müthiş bir kalabalık vardı Bilkent Oteli Konferans Salonunda. Üst düzey herkes orda, bakan, vali, milletvekilleri, iş ve sanayi dünyası. Kurum ve kuruluşlar. Konu beni ilgilendiriyor olunca bir de katılımcıların bakanlık düzeyinde olduğunu da öğrenince, ben de bir umut gittim toplantıya. Umut derken; Son zamanlarda iyice hissetmeye başladığımız iklim krizine karşı karar alıcıların artık somut adım attıklarını ve bu önlemlerin açıklanacağını umarak. Bu konudaki en etkin isim ne de olsa Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, tabii her konudaki ilk adamdan sonra.
Bakan Kurum'a kadar yapılan protokol konuşmalarından "Hayrete düştüklerimi mi yazsam acaba?" diye düşünürken, bakanın esprileri de ( espridir diye düşünüyorum, daha doğrusu düşünmek istiyorum, yoksa bu konuda bu mevkiinin böyle konuşması mümkün değil) girince işin içine, şimdilik toplantının bu kısmını yazayım dedim.
Hangi birini yazayım diye düşünmeme gerek yok toplantının başından başlayayım, değerlendirme size kalsın.
Saat 10.00 da başlaması gereken toplantı için tam saatinde ordaydım. İlk gördüğüm, benden önce gelen makam sahibi kişilerin, makam araçları kapıda çalışır vaziyette bekliyor. Toplantı daha yeni başlamak üzere, kimsenin bir yere gitmesi olası değil, üstelik diyelim ki 2 dakika gözüküp gidecek olanlar var, makam sahibi geldiği anda o araçlar çalıştırılsa olmaz mı? Nasıl bir eksiklik hissederler bilemiyorum, ama daha toplantı başlamamış bile çünkü bakan gelmemiş, sen nereye gidiyorsun demezler mi? En az 3 araç şoförüne "Araç neden çalışıyor, karbon salıyorsunuz, üstelik bu konuya dikkat çekilmek için yapılan bir toplantıya gelmişsiniz" dedim. Hepsi istisnasız "başkanımı bekliyorum" dedikten sonra" haklısınız" diyerek arabaları stop ettiler. Başkan kim bilmiyorum ama zaten herkes başkan bu sistem içinde.
Bakanın gelmesiyle yarım saat geç başlayan toplantı ki bu çok az bir gecikme, saatlerce beklediğimi bilirim kendi siyasi muhabirliğim sırasında. Yani 20-25 yıl önceden ve farklı iktidarlardan söz ediyorum. İktidarlar değişiyor ama davranışlar değişmiyor bunu da gözlemlemek çok üzücü. Aşırı tüketimin hepsinden şikâyetçiyiz, iklim krizini mesele edenler olarak; bu yemek için de kıyafet için de arabada kullanılan benzin için de ve en önemlisi hiç geri gelmeyecek olan "zaman" için de geçerli. Çok lüksüz çok.
Bakanı Murat Kurum'un toplantıya iştiraklerinin anonsundan sonra salondaki sessizlik şaşırtıcıydı doğrusu. Yaklaşık bir 5-10 saniye kimse alkışlamadı, sonrasında protokol sıralarından başlayan alkışa salon cılız mı cılız eşlik etti. Şaşırtıcı bir durum çünkü böyle toplantılarda hükümet yetkilileri çılgınca alkışlanır, hatta davetliler alakasız olabilir, önemli olan alkıştır. Anlaşılacağı üzere bu toplantıdakiler gerçekten konu ile ilgili katılımcılar. Dertleri alkışlamak değil.
İlk konuşmayı ANGİAD Başkanı Ertuğrul Onat yaptı. Gayet amacına uygun, iklim krizinin sebeplerine, sonuçlarına değinerek, iş dünyasının alması gereken önlemleri konuşmak için bu toplantının düzenlendiğini anlatınca içim umut doldu.
Ardından konuşan Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Kayalı'nın konu hakkında az çok bilgisi olduğunu, "bu işler 1992 yılında Kyoto protokolü ile başlamıştır" sözüyle anladım. Uzaktaydım belki de tarihi 1997 diye söylemiştir ama zaten tarihi yanlış söylemesi çok sorun değil, sorun işlerin Kyoto protokolü ile başlamadığı. "Bu işler" dediği İklim Değişikliği ise o sanayi devrimi ile başladı. Ha bu konudaki endişelerden söz ediyorsa o da 1950 li yıllara dayanıyor. 1988 yılından itibaren açıklanan IPCC raporları da bu mesele ile ilgili çalışmaların ne zamandan başladığını gayet iyi anlatıyor. Başkanın bunu bilmesi gerekiyor mu? Evet, o mevkiinin bilmesi gerekiyor, o bilmese de danışmanlarının bilmesi gerekiyor. Çünkü hitap ettiği kesimin çok az kısmı bu konuda donanımlı, Sayın Kayalı'nın anlatıklarını da doğru kabul edecek elbette. Bu güvensizlikle dinlemeye devam ettiğim Kayalı, "Yeşil Mutabakat" konusuna değinince açılımını da gayet anlamlı yapınca, üstelik önlemler alınmaz ise bizden sonraki nesillerin de zor günler yaşayacağının altını çizince, aklıma takılan ilk eksik bilginin çok da önemi yok diye düşündüm. Ta ki "Bu işten nasıl sıyrılacağız" diyene kadar. Başkan Kayalı, Ankara Ticaret Odasında Yeşil Dönüşüm Ofisi oluşturduklarını büyük bir gururla anlatmaya başladı. Oluşumun sebebi, "sınırda karbon uygulaması düzenlemelerinin yapılabilmesi için prosedürlerin ve uygulamaların belirlenmesi" . Harika. Ama Başkan Kayalı, eğer bu düzenlemeler yapılmaz ise 2026 yılı itibari ile ödenecek vergiler ile ihracattan elde edilen karın AB ülkelerine bırakılmak zorunda olacağını, işte kurulan bu ofiste "Bu işten nasıl sıyrılacağının" yollarının gösterileceğini söyledi. İ-na-na-ma-dım.... Acaba yanlış mı duydum derken arkamda oturan kadınların da bu cümleye takıldıklarını duydum da gerçekliğine inandım. Amacını aşan bir cümle olmuş olabilir ama olmamalı.
"Karbon salımını azaltalım" değil, "karbon salan vergi öder değil", "karbon dengeleme çalışmaları yapalım" değil, "Bu işten nasıl sıyrılacağız" dedi sayın başkan.
Ankara Valisi Vasip Şahin, olayı zaten yanlış anlamış. Dünyanın temiz kalması ve çevrenin korunması gibi sözler süsledi konuşmasını. Mesele iklim krizi olunca, şehrin en büyük idari amirinin sunacağı, uzmanlarınca hazırlanmış raporlar ve alınmış kararlar var sandım konuşmasında. Ne gibi derseniz? "Suyumuz artık iyice azaldı, araba yıkamak kısıtlandı ve makam araçlarından başlıyoruz" gibi mesela. Yani Sayın vali 5 Haziran Dünya Çevre Gününde bir ortaokulda konuşma yapıyor gibiydi.
Ve sayın bakan çıktı kürsüye, bu kez alkış vardı, sanırım salondakiler uyarıldı.
Bakan, salonda nerdeyse kim varsa, tabi ki mevkii sahibi olanlar, ben değil yani, hepsinin makamına selam ve sevgi gönderdikten sonra, en büyük övgüyü de toplantıyı organize eden ANGİAD'a yaptı. ANGİAD'ı da içselleştirdiğini belirtmek adına olsa gerek şuna benzer bir cümle kurdu. Yorum yapmadan cümleyi de mealen aktarıyorum, o yüzden tırnak içine almadım.
-Ankara'ya bazı Ankaralılar Angara der. Bu dernek de (yani ANGİAD) Ankara'yı Angara olarak almış(buradaki G harfinden söz ediyor). Ne güzel olmuş
Sanırım derneğin ismini Angaralı İş Adamları Derneği falan sanıyor. Buradaki G harfinin "Genç" olduğunu bilmek zorunda mı? Evet bakan ise bilmek zorunda. En azından Angara anlamında kullanılmadığını bilmek zorunda. Hani bazen televizyonda falan, yani müdahale edemeyeceğimiz durumlarda birileri bir şey söyler de onun adına utanır ve üzülürsün, işte aynen o duyguyu yaşadım o an.
Neyse bakan bu girizgâhtan sonra, dünyada yaşanan iklim krizi olaylarından söz etti. Kendisi konuşurken arka planda da oynayan film var. Görsellerde Pakistan'daki sel, Avustralya'daki orman yangını, Almanya' daki aşırı sıcaklıklara yer vermişler. Türkiye'den örnek bulamamışlar anlaşılan. 2021 Ağustos ayı Batı Karadeniz'de yaşanan sel felaketi, 2022 Eylül ayı orman yangınları ile cehenneme dönen Marmaris görüntülerine ulaşamadılar anlaşılan.
Komşunun evine giren hırsızdan korkan çocuğuna "Bizim eve hırsız girmez" diyen ebeveynlere benzettim bir an Bakanı. "İklim Krizi Türkiye'de de yaşanıyor Sayın Bakan" diyesim geldi ama uzaktaydı.
Sanayi devriminden sonra iklim değişikliğinin arttığını söyledi bakan, doğru. Sorumlularının da gelişmiş ülkeler olduğunu söyledi, o da doğru. "Ülkemizin bunda hiçbir sorumluluğu yok" deyince, bakalım bunu nasıl gerekçelendirmiş dedim açıkçası. Ve "Gelişmiş ülkeler dünyayı hoyratça kullandılar" derken , "ecdadımız Osmanlı" diyerek devam etti söze. Osmanlının ekip biçtikleri ile iklim krizine katkı vermediğini söyledi. Osmanlıların bitkileri koruyarak iklim krizine destek olmadığını söyledi. Aslında bu da doğru. Sanayisi olmayan Osmanlı, üretim yerine ganimet bittikçe onun bunun ülkesine saldırdığı için, üretim yapmaya vakti ve teknolojisi olmadı elbette. Üretim olmayınca karbon salımı da olmadı doğal olarak.
Bir de dünya kaynaklarının Türk toplumunca nasıl korunduğunu anlatmak için verdiği örnek vardı ki işte o beni benden aldı. Nehir kıyısında abdest alan vatandaşın abdest sonrasında kalan fazla suyu nehre dökmesinin öneminden bahsetti. Gerçekten, dalga geçmiyorum.
Ve ve ve ; yutak alanların önemine değindi. Yutak alanlar, karbonu çeken yutan alanlar ismi üstünde. Okyanuslar, ormanlar, sulak alanlar... Bunlar karbonu yutan alanlardır. Bakan Kurum bu saydıklarıma Millet Bahçelerini de ekledi. Evet Millet bahçeleri. Tanımını yapmaya gerek yok ne olduğunu biliyoruz zaten.
Maden ocakları açmak için katledilen onlarca zeytin ağacı geldi gözümün önüne, millet bahçesi yapılmak istendiği için talan edilen Atatürk Havalimanı geldi aklıma yada Millet bahçesi yapılmak istenildiği için talan edilmeye çalışılan Validebağ Korosu ve buraları korumaya çalışan halkın mücadelesi bir film şeridi gibi geçti gözümüm önünden.
"Nerde afet olsa 2 saat içinde müdahale ediyoruz hükümet olarak Cumhurbaşkanımız talimatları ile" sözüyle tekrar geldim kendime. Bu seferde Marmaris yangınında kalkmayan uçaklar, yanan hayvanlar, ağaçlar, yok olan her şey geldi aklıma.
Ne bekliyordum peki ben?
Ocak ayının son günlerinde yapılan bu toplantıda, mevsim normlarının dışında olduğumuzu anlatmalarını ve ortaya bir dizi yaptırım koymalarını bekliyordum. Uludağ'ın milli parklar statüsünden çıkarılmasının yanlış bir karar olduğunu, Afşin Elbistan kömür termik santraline ek tesis yapılmasından vazgeçildiğini, Akbelen ormanlarındaki ağaçların ve hayvanların rahat bırakıldığını, Van gölünü kurtarmak için yeni bir proje başlattıklarını bekliyordum. Hiçbir şey yapamıyorlarsa Ankara'nın gece aydınlatılmasında, kurumların tasarrufa gitmeye karar verdiklerini duymak istiyordum.
Bu kişilerin kahvaltılarında köy yumurtası yemek istediklerini düşündükçe canım daha da çok sıkılıyor. Ama şundan umutlandım. İş dünyası harekete geçmiş durumda. Bireyler sıkıntının farkında. Geriye ise karar alıcıları değiştirmek kalıyor.
İşte bu kısacık bilgiyi bir kağıda yazıp Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum'un eline verseler, üç beş ağacın, bolca çimin ve çiçeğin ekildiği, insanların "yuvarlanması" için yapılan "Millet Bahçelerinin" karbon yutak alanlar sınıfına giremeyeceğini bilir. Ve onu dinleyen yüzlerce insanı da yanlış bilgi aktarmamış olur.
Bakan Kurum'un da katıldığı bir toplantıda neler gözlemledim sizlerle paylaşmak istiyorum.
ANGİAD, Ankara Genç İnsanları Derneği. Uzun soluklu ve güzel projeler yapan iş insanlarından oluşan bir dernek. Son olarak düzenledikleri "Sanayide Yeşil Dönüşüm Zirvesi" ile "İklim Değişikliği" ve "İklim Krizi" konusundaki duyarlıklarını da ortaya koydular. Bu sorunun çözümü için iş dünyasının hazır olduğunu anlatan bir zirveydi. Müthiş bir kalabalık vardı Bilkent Oteli Konferans Salonunda. Üst düzey herkes orda, bakan, vali, milletvekilleri, iş ve sanayi dünyası. Kurum ve kuruluşlar. Konu beni ilgilendiriyor olunca bir de katılımcıların bakanlık düzeyinde olduğunu da öğrenince, ben de bir umut gittim toplantıya. Umut derken; Son zamanlarda iyice hissetmeye başladığımız iklim krizine karşı karar alıcıların artık somut adım attıklarını ve bu önlemlerin açıklanacağını umarak. Bu konudaki en etkin isim ne de olsa Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, tabii her konudaki ilk adamdan sonra.
Bakan Kurum'a kadar yapılan protokol konuşmalarından "Hayrete düştüklerimi mi yazsam acaba?" diye düşünürken, bakanın esprileri de ( espridir diye düşünüyorum, daha doğrusu düşünmek istiyorum, yoksa bu konuda bu mevkiinin böyle konuşması mümkün değil) girince işin içine, şimdilik toplantının bu kısmını yazayım dedim.
Hangi birini yazayım diye düşünmeme gerek yok toplantının başından başlayayım, değerlendirme size kalsın.
Saat 10.00 da başlaması gereken toplantı için tam saatinde ordaydım. İlk gördüğüm, benden önce gelen makam sahibi kişilerin, makam araçları kapıda çalışır vaziyette bekliyor. Toplantı daha yeni başlamak üzere, kimsenin bir yere gitmesi olası değil, üstelik diyelim ki 2 dakika gözüküp gidecek olanlar var, makam sahibi geldiği anda o araçlar çalıştırılsa olmaz mı? Nasıl bir eksiklik hissederler bilemiyorum, ama daha toplantı başlamamış bile çünkü bakan gelmemiş, sen nereye gidiyorsun demezler mi? En az 3 araç şoförüne "Araç neden çalışıyor, karbon salıyorsunuz, üstelik bu konuya dikkat çekilmek için yapılan bir toplantıya gelmişsiniz" dedim. Hepsi istisnasız "başkanımı bekliyorum" dedikten sonra" haklısınız" diyerek arabaları stop ettiler. Başkan kim bilmiyorum ama zaten herkes başkan bu sistem içinde.
Bakanın gelmesiyle yarım saat geç başlayan toplantı ki bu çok az bir gecikme, saatlerce beklediğimi bilirim kendi siyasi muhabirliğim sırasında. Yani 20-25 yıl önceden ve farklı iktidarlardan söz ediyorum. İktidarlar değişiyor ama davranışlar değişmiyor bunu da gözlemlemek çok üzücü. Aşırı tüketimin hepsinden şikâyetçiyiz, iklim krizini mesele edenler olarak; bu yemek için de kıyafet için de arabada kullanılan benzin için de ve en önemlisi hiç geri gelmeyecek olan "zaman" için de geçerli. Çok lüksüz çok.
Bakanı Murat Kurum'un toplantıya iştiraklerinin anonsundan sonra salondaki sessizlik şaşırtıcıydı doğrusu. Yaklaşık bir 5-10 saniye kimse alkışlamadı, sonrasında protokol sıralarından başlayan alkışa salon cılız mı cılız eşlik etti. Şaşırtıcı bir durum çünkü böyle toplantılarda hükümet yetkilileri çılgınca alkışlanır, hatta davetliler alakasız olabilir, önemli olan alkıştır. Anlaşılacağı üzere bu toplantıdakiler gerçekten konu ile ilgili katılımcılar. Dertleri alkışlamak değil.
İlk konuşmayı ANGİAD Başkanı Ertuğrul Onat yaptı. Gayet amacına uygun, iklim krizinin sebeplerine, sonuçlarına değinerek, iş dünyasının alması gereken önlemleri konuşmak için bu toplantının düzenlendiğini anlatınca içim umut doldu.
Ardından konuşan Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Kayalı'nın konu hakkında az çok bilgisi olduğunu, "bu işler 1992 yılında Kyoto protokolü ile başlamıştır" sözüyle anladım. Uzaktaydım belki de tarihi 1997 diye söylemiştir ama zaten tarihi yanlış söylemesi çok sorun değil, sorun işlerin Kyoto protokolü ile başlamadığı. "Bu işler" dediği İklim Değişikliği ise o sanayi devrimi ile başladı. Ha bu konudaki endişelerden söz ediyorsa o da 1950 li yıllara dayanıyor. 1988 yılından itibaren açıklanan IPCC raporları da bu mesele ile ilgili çalışmaların ne zamandan başladığını gayet iyi anlatıyor. Başkanın bunu bilmesi gerekiyor mu? Evet, o mevkiinin bilmesi gerekiyor, o bilmese de danışmanlarının bilmesi gerekiyor. Çünkü hitap ettiği kesimin çok az kısmı bu konuda donanımlı, Sayın Kayalı'nın anlatıklarını da doğru kabul edecek elbette. Bu güvensizlikle dinlemeye devam ettiğim Kayalı, "Yeşil Mutabakat" konusuna değinince açılımını da gayet anlamlı yapınca, üstelik önlemler alınmaz ise bizden sonraki nesillerin de zor günler yaşayacağının altını çizince, aklıma takılan ilk eksik bilginin çok da önemi yok diye düşündüm. Ta ki "Bu işten nasıl sıyrılacağız" diyene kadar. Başkan Kayalı, Ankara Ticaret Odasında Yeşil Dönüşüm Ofisi oluşturduklarını büyük bir gururla anlatmaya başladı. Oluşumun sebebi, "sınırda karbon uygulaması düzenlemelerinin yapılabilmesi için prosedürlerin ve uygulamaların belirlenmesi" . Harika. Ama Başkan Kayalı, eğer bu düzenlemeler yapılmaz ise 2026 yılı itibari ile ödenecek vergiler ile ihracattan elde edilen karın AB ülkelerine bırakılmak zorunda olacağını, işte kurulan bu ofiste "Bu işten nasıl sıyrılacağının" yollarının gösterileceğini söyledi. İ-na-na-ma-dım.... Acaba yanlış mı duydum derken arkamda oturan kadınların da bu cümleye takıldıklarını duydum da gerçekliğine inandım. Amacını aşan bir cümle olmuş olabilir ama olmamalı.
"Karbon salımını azaltalım" değil, "karbon salan vergi öder değil", "karbon dengeleme çalışmaları yapalım" değil, "Bu işten nasıl sıyrılacağız" dedi sayın başkan.
Ankara Valisi Vasip Şahin, olayı zaten yanlış anlamış. Dünyanın temiz kalması ve çevrenin korunması gibi sözler süsledi konuşmasını. Mesele iklim krizi olunca, şehrin en büyük idari amirinin sunacağı, uzmanlarınca hazırlanmış raporlar ve alınmış kararlar var sandım konuşmasında. Ne gibi derseniz? "Suyumuz artık iyice azaldı, araba yıkamak kısıtlandı ve makam araçlarından başlıyoruz" gibi mesela. Yani Sayın vali 5 Haziran Dünya Çevre Gününde bir ortaokulda konuşma yapıyor gibiydi.
Ve sayın bakan çıktı kürsüye, bu kez alkış vardı, sanırım salondakiler uyarıldı.
Bakan, salonda nerdeyse kim varsa, tabi ki mevkii sahibi olanlar, ben değil yani, hepsinin makamına selam ve sevgi gönderdikten sonra, en büyük övgüyü de toplantıyı organize eden ANGİAD'a yaptı. ANGİAD'ı da içselleştirdiğini belirtmek adına olsa gerek şuna benzer bir cümle kurdu. Yorum yapmadan cümleyi de mealen aktarıyorum, o yüzden tırnak içine almadım.
-Ankara'ya bazı Ankaralılar Angara der. Bu dernek de (yani ANGİAD) Ankara'yı Angara olarak almış(buradaki G harfinden söz ediyor). Ne güzel olmuş
Sanırım derneğin ismini Angaralı İş Adamları Derneği falan sanıyor. Buradaki G harfinin "Genç" olduğunu bilmek zorunda mı? Evet bakan ise bilmek zorunda. En azından Angara anlamında kullanılmadığını bilmek zorunda. Hani bazen televizyonda falan, yani müdahale edemeyeceğimiz durumlarda birileri bir şey söyler de onun adına utanır ve üzülürsün, işte aynen o duyguyu yaşadım o an.
Neyse bakan bu girizgâhtan sonra, dünyada yaşanan iklim krizi olaylarından söz etti. Kendisi konuşurken arka planda da oynayan film var. Görsellerde Pakistan'daki sel, Avustralya'daki orman yangını, Almanya' daki aşırı sıcaklıklara yer vermişler. Türkiye'den örnek bulamamışlar anlaşılan. 2021 Ağustos ayı Batı Karadeniz'de yaşanan sel felaketi, 2022 Eylül ayı orman yangınları ile cehenneme dönen Marmaris görüntülerine ulaşamadılar anlaşılan.
Komşunun evine giren hırsızdan korkan çocuğuna "Bizim eve hırsız girmez" diyen ebeveynlere benzettim bir an Bakanı. "İklim Krizi Türkiye'de de yaşanıyor Sayın Bakan" diyesim geldi ama uzaktaydı.
Sanayi devriminden sonra iklim değişikliğinin arttığını söyledi bakan, doğru. Sorumlularının da gelişmiş ülkeler olduğunu söyledi, o da doğru. "Ülkemizin bunda hiçbir sorumluluğu yok" deyince, bakalım bunu nasıl gerekçelendirmiş dedim açıkçası. Ve "Gelişmiş ülkeler dünyayı hoyratça kullandılar" derken , "ecdadımız Osmanlı" diyerek devam etti söze. Osmanlının ekip biçtikleri ile iklim krizine katkı vermediğini söyledi. Osmanlıların bitkileri koruyarak iklim krizine destek olmadığını söyledi. Aslında bu da doğru. Sanayisi olmayan Osmanlı, üretim yerine ganimet bittikçe onun bunun ülkesine saldırdığı için, üretim yapmaya vakti ve teknolojisi olmadı elbette. Üretim olmayınca karbon salımı da olmadı doğal olarak.
Bir de dünya kaynaklarının Türk toplumunca nasıl korunduğunu anlatmak için verdiği örnek vardı ki işte o beni benden aldı. Nehir kıyısında abdest alan vatandaşın abdest sonrasında kalan fazla suyu nehre dökmesinin öneminden bahsetti. Gerçekten, dalga geçmiyorum.
Ve ve ve ; yutak alanların önemine değindi. Yutak alanlar, karbonu çeken yutan alanlar ismi üstünde. Okyanuslar, ormanlar, sulak alanlar... Bunlar karbonu yutan alanlardır. Bakan Kurum bu saydıklarıma Millet Bahçelerini de ekledi. Evet Millet bahçeleri. Tanımını yapmaya gerek yok ne olduğunu biliyoruz zaten.
Maden ocakları açmak için katledilen onlarca zeytin ağacı geldi gözümün önüne, millet bahçesi yapılmak istendiği için talan edilen Atatürk Havalimanı geldi aklıma yada Millet bahçesi yapılmak istenildiği için talan edilmeye çalışılan Validebağ Korosu ve buraları korumaya çalışan halkın mücadelesi bir film şeridi gibi geçti gözümüm önünden.
"Nerde afet olsa 2 saat içinde müdahale ediyoruz hükümet olarak Cumhurbaşkanımız talimatları ile" sözüyle tekrar geldim kendime. Bu seferde Marmaris yangınında kalkmayan uçaklar, yanan hayvanlar, ağaçlar, yok olan her şey geldi aklıma.
Ne bekliyordum peki ben?
Ocak ayının son günlerinde yapılan bu toplantıda, mevsim normlarının dışında olduğumuzu anlatmalarını ve ortaya bir dizi yaptırım koymalarını bekliyordum. Uludağ'ın milli parklar statüsünden çıkarılmasının yanlış bir karar olduğunu, Afşin Elbistan kömür termik santraline ek tesis yapılmasından vazgeçildiğini, Akbelen ormanlarındaki ağaçların ve hayvanların rahat bırakıldığını, Van gölünü kurtarmak için yeni bir proje başlattıklarını bekliyordum. Hiçbir şey yapamıyorlarsa Ankara'nın gece aydınlatılmasında, kurumların tasarrufa gitmeye karar verdiklerini duymak istiyordum.
Bu kişilerin kahvaltılarında köy yumurtası yemek istediklerini düşündükçe canım daha da çok sıkılıyor. Ama şundan umutlandım. İş dünyası harekete geçmiş durumda. Bireyler sıkıntının farkında. Geriye ise karar alıcıları değiştirmek kalıyor.