Bugünkü yazımda gazeteci kökenli eski Dışişleri Bakanlarından İsmail Cem’in 12 Mart döneminin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le söyleşisinin ikinci bölümü yer alıyor. İkiye böldüğüm bu uzun söyleşi 12 Mart 1976 tarihinde Politika gazetesinde yayımlanmıştı. Buyurun:
“12 Mart rejiminde sonuç bulan gelişmelerin iç nedenleri kadar dış nedenlerinin önemli olduğu, hatta bu iç ve dış nedenlerin bir bütün yarattığı, karşılıklı etki-tepki ilişkisi içinde olduğu Sayın Çağlayangil’in konuşmalarından anlaşılıyordu.
“Gerçekten 12 Mart olgusunu bir CIA’sız değerlendirmek, Ortadoğu konjonktürünün dışında düşünmek, haşhaş sorunundan koparabilmek imkansızdır. Bunlara bir takım dış siyasal arayışların Türkiye’nin dahil olduğu blokta yarattığı huzursuzluklar, tedirginlikler de eklenebilir.
“Sayın Çağlayangil 12 Mart’a ilişkin mülakatında özellikle haşhaş üzerinde çok duruyor. 12 Mart’ta haşhaşın olduğunu, Başkan Nixon’ın selamının haşhaş meselesiyle birlikte geldiğini, eğer Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklayacak hükümet Nihat Erim hükümetiyse, Amerika için en iyi hükümetin Erim hükümeti olduğunu belirtiyor. Sürekli olarak konuşma dönüp dolaşıp haşhaş ekimine geliyor.
“Gerçekten neydi bu haşhaş sorunu? Neden 12 Mart’ta varolacak ölçüde haşhaş önemliydi?
“Çağlayangil: Biz Amerika’ya gittiğimiz zaman, resmi ziyaretler için, bize dediler ki:’Bu haşhaş meselesinde bize yardımcı olur musunuz?’
“Amerika müthiş sıkışmış haldeydi. Onüç, ondört yaşında çocukların iptilasının artık arkasını alamıyordu. Amerikalılar’ın şaşırmaya başladıkları anlaşılmıştı.
“Aileler, Başkan’a buna muhakkak bir çare bulsun diye baş vurmaktaydı. New York’ta, Ondördüncü Cadde’de yere serilmiş kızlar ve erkekler... Gece kulüplerinde haşhaş içilmesi için açılmış yerler... Amerika çok fena bir durumdaydı.
“Bunlar (Amerikalılar) bizimle ilgilenmeye başladılar. Ve dediler ki: ‘Siz bu haşhaşı menedin. Osmanlı İmparatorluğu zamanında haşhaş eken bütün ülkeler Osmanlı İmparatorluğu içinde. Geniş bir imparatorluk. Ve afyon deyince akla Türkiye geliyor. Binaenaleyh, bunun menşei Türk.’
“Biz kendimizi savunduk. Dedik ki:’Biz ahaliden 80 ton haşhaş alıyoruz. 40 ton da kaçak kaçtığını zannediyoruz. 40 ton 40 bin kilo eder. 40 bin kilonun hepsi Amerika’ya gelse 40 milyon gram eder. Bir adam günde asgari 2 gram haşhaş içiyor. 40 milyon, iki gramdan 20 milyon halka yetiyor. Siz diyorsunuz ki, Amerika’da haşhaş içen 25,55 milyon kişi var. Yani ben haşhaşın kökünü menetsem senin problemin hallolmaz.’
“Amerikalılar dediler ki:’İnsanın nasıl parmak izi varsa ve bir insanın parmak izi ötekine uymazsa haşhaşın da vasfı var. Ve haşhaşın en mükemmeli Türkiye’de yetişiyor. Binaenaleyh, kalite üzerinde bir şimik (kimyasal) tahlil yapıldığı (Amerika’da) zaman yakaladığımız kaçakların yüzde 75-80’i Türk afyonu çıkıyor. Seksen, 100 ton, verelim şunun parasını. Siz de köylüye verin.’
“Ziraat politikasını Amerika’ya satan, Türkiye ziraatini parayla satan bir şey bu. Johnson mektubuna da...
“’Türk-Amerikan dostluğu için bu defa para mukabili haşhaş satmayız. Yapmayın etmeyin,’ dedik. ‘Bizim Amerikan gençliğini zehirlemeye vasıta olmamıza da lüzum yok. Bizde haşhaşı menetmek kolaydır. Kararname işidir. Hükümet işidir. Halen yirmi yedi vilayette ekiliyor. Bize izin verin. Bunu üç-dört senede iki vilayete indireceğiz. Ve, nihai gayemiz adını afyondan alan Afyon vilayeti hariç, kaldırmaktır. Yalnız şunu belirteyim: Bizde haşhaş, yağı için kullanılır. Bu mıntıkada afyon yağı kullanılır.’
“NBC televizyonunu getirttim. Afyon’a gönderdim. Valiye, belediye reisine rica ettim. Afyon nasıl yetiştirilir, yağı nasıl çıkarılır, bunları televizyona aldırdım. Amerikan halkına gösterttik. Türkiye’de yetişen afyon Amerikan halkını zehirlemek için değildir. Burada bundan yağ çıkarılır, yenir. Ve biz böyle uğraşıyoruz.
“Amerikalılar buna çok sinirlendiler. ‘Yardım’ dediler. Ben dedim ki, ‘Yardım, peki. Kaçakçılık oluyor. Sizinle bizim uluslararası yardım programımız yok mu?’ İçişleri Bakanlığımda afyon kaçakçılarına hasredeceğim helikopter, vasıta yok. İçişleri Bakanım da bana diyor ki,hazır Amerikalılar’ın böyle bir zaafı var, zabıtayı teknik bakımdan teçhiz etmek için bu fırsattan istifade edelim. Biz de Amerikalılar’a dedik ki:’Jandarma ve polis teşkilatında kaçakçılığa mani olacak tarzda sen bize işbirliği yardımı et. Biz de sana haşhaş kaçağını engelleyelim.’ Onlar da böyle bir proje getirdiler. Haşhaşa yapacakları yardımı oraya kanalize ettiler.
“Hindistan’da 640 ton afyon yetişiyor. Pakistan’da 320 ton. Diğer Şark memleketlerinde, Çin’e kadar afyon yetiştiriliyor. Ve bunların hepsi Marsilya’ya gidiyor. Ben Amerikalılar’a dedim ki:’Bunun imalat ve sevk yeri Marsilya. Fransızlarla anlaş.’ Dediler ki:’ Fransızlar gayet kaba. Hükümranlıklarına bir nevi müdahale addediyorlar. Uyuşamadık.’
“Bakın Türkiye’de haşhaş menedelilmiştir (1974). Amerika’da bu iş ve şikayetler artmıştır. Ama Amerikan hükümeti politik bakımdan büyük zafer kazanmıştır. Amerikan gençliğinin zehirlenme ‘drug’ meselesi bitmemiştir ama ‘drug’ meselesi vesilesiyle Amerika’da yapılan ‘milyarlarca yardım ettiğin adam bile sana kazık atıyor’tarizi bitmiştir.
“Hadisenin veçhesi biraz psikolojik, biraz politik. Biraz da Nixon idaresinin kendisine prestij sağlama hevesiydi. Biraz da büyük devlet olma inadı...
“Biz mukavemet ediyorduk. Bu mukavemetimiz hoş görülmedi. Nasıl o U2 tayyaresine mukavemetimiz hoş görülmediyse...”
Sayın Çağlayangil’in sözleri şu soruya yol açmaktaydı: Yani demek Amerikalılar’ın haşhaş konusundaki bu hassasiyetleri bir yerde işin içine CIA’yı karıştıracak bir hükümet değişimine etken olabilecek kadar... Sayın Çağlayangil soruyu keserek cevaba girdi.
“ÇAĞLAYANGİL: E, şimdi Türkiye anarşistlerin istilası altında. Batılı olmayı istemek güzel şeydir. Batılı gibi düşünmek güzel şeydir. Batılı olmaya karar vermek güzel şeydir. Onların hepsi sübjektif. Bunları siz ihlal edersiniz. Batının bakacağı Batılı gibi hareket edip etmediğinizdir. Batı bizi Batılı gibi hareket eder görmedi. NATO içindeyim diye karaya çıkan NATO bahriyelilerine taş atarsan, NATO’ya hayır, diye kıyameti koparırsan, ben Ortak Pazar’a girmeye taraftarım diye gidip Brüksel’de Dışişleri Bakanın gayret sarf ederken sen kendi Meclis’inde, Ortak Pazar’a Garb’ın bizim gibi memleketleri yıkmak için kurulmuş bir canavarıdır, dersen, Batılı belki bir şey söylemez, naziktir, ama güler.”
Acaba haşhaş konusunda Türkiye’nin tutumunun Amerika’da önemli bir rahatsızlık yarattığı Sayın Çağlayangil’e duyurulmuş muydu?
“ÇAĞLAYANGİL: Oniki Mart’tan sonra dahi Nixon bana Javits (ABD Senatörü) vasıtasıyla, ‘Çok rica ederim Çağlayangil’den, lütfen bize yardımcı olsun,’diye haber gönderecek kadar haşhaş üzerindeki ilgisini azaltmamıştı.
“Şimdi düşününüz: Haşhaşta milli sebeplerle, politika sebepleriyle direnen bir Türk hükümeti. Öyle bir hükümet ki Amerika’yı zaten kafi derecede memnun etmemiş...”
Dış politikasıyla mı, bu nasıl duyurulmuştu Çağlayangil’e?
“ÇAĞLAYANGİL: Hayır, duyurmaz hiç bir devlet.”
Duyurmaz da anlaşılır mıydı kendiliğinden?
“ÇAĞLAYANGİL: Hususi hasbıhallerde şaka ederler. Sen istersen yaparsın, derler. Bu gibi şeyleri resmi teşebbüs mevzuu yapmazlar. Tamamen kayıt dışı, hasbıhal halinde telkin edilmeye çalışılır. Bize de derler ki, yahu şu haşhaşı isterseniz şıp diye durdurursunuz
“Şimdi bir hükümet ki, NATO meselesinden gocunmuş. Amerika, Altıncı Filo’yu göndereyim, diyor. Aman gönderme, hiç olmazsa üç ay sonra gönder, azıcık bana imkan ver, diyorlar.
“Görüyor ki adam, ben sıkıntıdayım. Bakıyor ki zayıflamışım. Bir iktidar ki bölünmüş. İçinden adamlar çıkmış. Parlamento zayıflamış. Oluşmuş bir ortam var. Yani armut öyle bir hale gelmiş ki, orada öyle duruyor. Ama bekleyeceksin. Daha on gün mü, yirmi gün mü, bekleyeceksin ki olsun ya da yere düşsün. Yahu, bekleyeceğime bir silkelesem bu düşer.
“Coup de grace (Son darbe anlamında Fransızca bir deyim). O silkelemeyi de o yaptı. O gelip de Türkiye’de rejim değiştireyim, hükümet düşüreyim, demiyor ama, bir silkelesem, diyor. Öyleyse o silkelemeyi ben yaparım, diyor. Onu yapıyor.
“Biz gittik, NATO rahatladı. NATO aleyhinde şeyler de kalktı. Anarşi kalktı. Sol kalktı. Haşhaş menedildi.”
Rahmetli Çağlayangil daha ne deseydi? Onlarca yıldır olan biteni anlayamayanlar acaba bu kez ayılıp kendilerine gelirler mi? Sanmıyorum. Ayılıp kendine gelmek, anlamak için birikim, bilgi, tarih öğrenmek gerekir. Çağlayangil diyor ki: “Biz (Adalet Partisi Hükümeti) gittik, NATO rahatladı. NATO aleyhinde şeyler de kalktı. Anarşi kalktı, sol kalktı. Haşhaş menedildi.” Bunun ne demek olduğunun farkında mısınız yoksa Gülhane Parkı’nda mısınız?Alo alo, Çağlayangil NATO diyor!Bu cehaletle ancak olgun armut gibi birilerinin kucağına düşersiniz. Çağlayangil’e rahmet olsun.
“12 Mart rejiminde sonuç bulan gelişmelerin iç nedenleri kadar dış nedenlerinin önemli olduğu, hatta bu iç ve dış nedenlerin bir bütün yarattığı, karşılıklı etki-tepki ilişkisi içinde olduğu Sayın Çağlayangil’in konuşmalarından anlaşılıyordu.
“Gerçekten 12 Mart olgusunu bir CIA’sız değerlendirmek, Ortadoğu konjonktürünün dışında düşünmek, haşhaş sorunundan koparabilmek imkansızdır. Bunlara bir takım dış siyasal arayışların Türkiye’nin dahil olduğu blokta yarattığı huzursuzluklar, tedirginlikler de eklenebilir.
“Sayın Çağlayangil 12 Mart’a ilişkin mülakatında özellikle haşhaş üzerinde çok duruyor. 12 Mart’ta haşhaşın olduğunu, Başkan Nixon’ın selamının haşhaş meselesiyle birlikte geldiğini, eğer Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklayacak hükümet Nihat Erim hükümetiyse, Amerika için en iyi hükümetin Erim hükümeti olduğunu belirtiyor. Sürekli olarak konuşma dönüp dolaşıp haşhaş ekimine geliyor.
“Gerçekten neydi bu haşhaş sorunu? Neden 12 Mart’ta varolacak ölçüde haşhaş önemliydi?
“Çağlayangil: Biz Amerika’ya gittiğimiz zaman, resmi ziyaretler için, bize dediler ki:’Bu haşhaş meselesinde bize yardımcı olur musunuz?’
“Amerika müthiş sıkışmış haldeydi. Onüç, ondört yaşında çocukların iptilasının artık arkasını alamıyordu. Amerikalılar’ın şaşırmaya başladıkları anlaşılmıştı.
“Aileler, Başkan’a buna muhakkak bir çare bulsun diye baş vurmaktaydı. New York’ta, Ondördüncü Cadde’de yere serilmiş kızlar ve erkekler... Gece kulüplerinde haşhaş içilmesi için açılmış yerler... Amerika çok fena bir durumdaydı.
“Bunlar (Amerikalılar) bizimle ilgilenmeye başladılar. Ve dediler ki: ‘Siz bu haşhaşı menedin. Osmanlı İmparatorluğu zamanında haşhaş eken bütün ülkeler Osmanlı İmparatorluğu içinde. Geniş bir imparatorluk. Ve afyon deyince akla Türkiye geliyor. Binaenaleyh, bunun menşei Türk.’
“Biz kendimizi savunduk. Dedik ki:’Biz ahaliden 80 ton haşhaş alıyoruz. 40 ton da kaçak kaçtığını zannediyoruz. 40 ton 40 bin kilo eder. 40 bin kilonun hepsi Amerika’ya gelse 40 milyon gram eder. Bir adam günde asgari 2 gram haşhaş içiyor. 40 milyon, iki gramdan 20 milyon halka yetiyor. Siz diyorsunuz ki, Amerika’da haşhaş içen 25,55 milyon kişi var. Yani ben haşhaşın kökünü menetsem senin problemin hallolmaz.’
“Amerikalılar dediler ki:’İnsanın nasıl parmak izi varsa ve bir insanın parmak izi ötekine uymazsa haşhaşın da vasfı var. Ve haşhaşın en mükemmeli Türkiye’de yetişiyor. Binaenaleyh, kalite üzerinde bir şimik (kimyasal) tahlil yapıldığı (Amerika’da) zaman yakaladığımız kaçakların yüzde 75-80’i Türk afyonu çıkıyor. Seksen, 100 ton, verelim şunun parasını. Siz de köylüye verin.’
“Ziraat politikasını Amerika’ya satan, Türkiye ziraatini parayla satan bir şey bu. Johnson mektubuna da...
“’Türk-Amerikan dostluğu için bu defa para mukabili haşhaş satmayız. Yapmayın etmeyin,’ dedik. ‘Bizim Amerikan gençliğini zehirlemeye vasıta olmamıza da lüzum yok. Bizde haşhaşı menetmek kolaydır. Kararname işidir. Hükümet işidir. Halen yirmi yedi vilayette ekiliyor. Bize izin verin. Bunu üç-dört senede iki vilayete indireceğiz. Ve, nihai gayemiz adını afyondan alan Afyon vilayeti hariç, kaldırmaktır. Yalnız şunu belirteyim: Bizde haşhaş, yağı için kullanılır. Bu mıntıkada afyon yağı kullanılır.’
“NBC televizyonunu getirttim. Afyon’a gönderdim. Valiye, belediye reisine rica ettim. Afyon nasıl yetiştirilir, yağı nasıl çıkarılır, bunları televizyona aldırdım. Amerikan halkına gösterttik. Türkiye’de yetişen afyon Amerikan halkını zehirlemek için değildir. Burada bundan yağ çıkarılır, yenir. Ve biz böyle uğraşıyoruz.
“Amerikalılar buna çok sinirlendiler. ‘Yardım’ dediler. Ben dedim ki, ‘Yardım, peki. Kaçakçılık oluyor. Sizinle bizim uluslararası yardım programımız yok mu?’ İçişleri Bakanlığımda afyon kaçakçılarına hasredeceğim helikopter, vasıta yok. İçişleri Bakanım da bana diyor ki,hazır Amerikalılar’ın böyle bir zaafı var, zabıtayı teknik bakımdan teçhiz etmek için bu fırsattan istifade edelim. Biz de Amerikalılar’a dedik ki:’Jandarma ve polis teşkilatında kaçakçılığa mani olacak tarzda sen bize işbirliği yardımı et. Biz de sana haşhaş kaçağını engelleyelim.’ Onlar da böyle bir proje getirdiler. Haşhaşa yapacakları yardımı oraya kanalize ettiler.
“Hindistan’da 640 ton afyon yetişiyor. Pakistan’da 320 ton. Diğer Şark memleketlerinde, Çin’e kadar afyon yetiştiriliyor. Ve bunların hepsi Marsilya’ya gidiyor. Ben Amerikalılar’a dedim ki:’Bunun imalat ve sevk yeri Marsilya. Fransızlarla anlaş.’ Dediler ki:’ Fransızlar gayet kaba. Hükümranlıklarına bir nevi müdahale addediyorlar. Uyuşamadık.’
“Bakın Türkiye’de haşhaş menedelilmiştir (1974). Amerika’da bu iş ve şikayetler artmıştır. Ama Amerikan hükümeti politik bakımdan büyük zafer kazanmıştır. Amerikan gençliğinin zehirlenme ‘drug’ meselesi bitmemiştir ama ‘drug’ meselesi vesilesiyle Amerika’da yapılan ‘milyarlarca yardım ettiğin adam bile sana kazık atıyor’tarizi bitmiştir.
“Hadisenin veçhesi biraz psikolojik, biraz politik. Biraz da Nixon idaresinin kendisine prestij sağlama hevesiydi. Biraz da büyük devlet olma inadı...
“Biz mukavemet ediyorduk. Bu mukavemetimiz hoş görülmedi. Nasıl o U2 tayyaresine mukavemetimiz hoş görülmediyse...”
Sayın Çağlayangil’in sözleri şu soruya yol açmaktaydı: Yani demek Amerikalılar’ın haşhaş konusundaki bu hassasiyetleri bir yerde işin içine CIA’yı karıştıracak bir hükümet değişimine etken olabilecek kadar... Sayın Çağlayangil soruyu keserek cevaba girdi.
“ÇAĞLAYANGİL: E, şimdi Türkiye anarşistlerin istilası altında. Batılı olmayı istemek güzel şeydir. Batılı gibi düşünmek güzel şeydir. Batılı olmaya karar vermek güzel şeydir. Onların hepsi sübjektif. Bunları siz ihlal edersiniz. Batının bakacağı Batılı gibi hareket edip etmediğinizdir. Batı bizi Batılı gibi hareket eder görmedi. NATO içindeyim diye karaya çıkan NATO bahriyelilerine taş atarsan, NATO’ya hayır, diye kıyameti koparırsan, ben Ortak Pazar’a girmeye taraftarım diye gidip Brüksel’de Dışişleri Bakanın gayret sarf ederken sen kendi Meclis’inde, Ortak Pazar’a Garb’ın bizim gibi memleketleri yıkmak için kurulmuş bir canavarıdır, dersen, Batılı belki bir şey söylemez, naziktir, ama güler.”
Acaba haşhaş konusunda Türkiye’nin tutumunun Amerika’da önemli bir rahatsızlık yarattığı Sayın Çağlayangil’e duyurulmuş muydu?
“ÇAĞLAYANGİL: Oniki Mart’tan sonra dahi Nixon bana Javits (ABD Senatörü) vasıtasıyla, ‘Çok rica ederim Çağlayangil’den, lütfen bize yardımcı olsun,’diye haber gönderecek kadar haşhaş üzerindeki ilgisini azaltmamıştı.
“Şimdi düşününüz: Haşhaşta milli sebeplerle, politika sebepleriyle direnen bir Türk hükümeti. Öyle bir hükümet ki Amerika’yı zaten kafi derecede memnun etmemiş...”
Dış politikasıyla mı, bu nasıl duyurulmuştu Çağlayangil’e?
“ÇAĞLAYANGİL: Hayır, duyurmaz hiç bir devlet.”
Duyurmaz da anlaşılır mıydı kendiliğinden?
“ÇAĞLAYANGİL: Hususi hasbıhallerde şaka ederler. Sen istersen yaparsın, derler. Bu gibi şeyleri resmi teşebbüs mevzuu yapmazlar. Tamamen kayıt dışı, hasbıhal halinde telkin edilmeye çalışılır. Bize de derler ki, yahu şu haşhaşı isterseniz şıp diye durdurursunuz
“Şimdi bir hükümet ki, NATO meselesinden gocunmuş. Amerika, Altıncı Filo’yu göndereyim, diyor. Aman gönderme, hiç olmazsa üç ay sonra gönder, azıcık bana imkan ver, diyorlar.
“Görüyor ki adam, ben sıkıntıdayım. Bakıyor ki zayıflamışım. Bir iktidar ki bölünmüş. İçinden adamlar çıkmış. Parlamento zayıflamış. Oluşmuş bir ortam var. Yani armut öyle bir hale gelmiş ki, orada öyle duruyor. Ama bekleyeceksin. Daha on gün mü, yirmi gün mü, bekleyeceksin ki olsun ya da yere düşsün. Yahu, bekleyeceğime bir silkelesem bu düşer.
“Coup de grace (Son darbe anlamında Fransızca bir deyim). O silkelemeyi de o yaptı. O gelip de Türkiye’de rejim değiştireyim, hükümet düşüreyim, demiyor ama, bir silkelesem, diyor. Öyleyse o silkelemeyi ben yaparım, diyor. Onu yapıyor.
“Biz gittik, NATO rahatladı. NATO aleyhinde şeyler de kalktı. Anarşi kalktı. Sol kalktı. Haşhaş menedildi.”
Rahmetli Çağlayangil daha ne deseydi? Onlarca yıldır olan biteni anlayamayanlar acaba bu kez ayılıp kendilerine gelirler mi? Sanmıyorum. Ayılıp kendine gelmek, anlamak için birikim, bilgi, tarih öğrenmek gerekir. Çağlayangil diyor ki: “Biz (Adalet Partisi Hükümeti) gittik, NATO rahatladı. NATO aleyhinde şeyler de kalktı. Anarşi kalktı, sol kalktı. Haşhaş menedildi.” Bunun ne demek olduğunun farkında mısınız yoksa Gülhane Parkı’nda mısınız?Alo alo, Çağlayangil NATO diyor!Bu cehaletle ancak olgun armut gibi birilerinin kucağına düşersiniz. Çağlayangil’e rahmet olsun.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.