platnet
Forum Üyesi
Karada Canı Sıkılan Balina Masalı (Bilim 'Yaratılış' Diyor-17)
Prof.Dr. Arif SARSILMAZ
Karada Canı Sıkılan Balina Masalı
Bazı evrimciler, kafalarında kurguladıkları balina evrimi senaryosu için, fosil delillerinin çok başarılı çalışmalar neticesinde ortaya konulduğu ve meselenin birçok örnekle ispatlandığı iddiasındadır. Aslında gösterilen delillerin hiçbirisi inandırıcı değildir. Balinaların karada yaşayan memelilerden evrimleştiğini düşünen Darwinistler, bu iddialarını ispatlayacak eksik geçiş fosillerini 100 yıldan fazla zamandır aramalarına rağmen bulamamışlardır. Darwin'in Türlerin Menşei (1859) isimli kitabını yayımlamadan önce bile, yunus benzeri dorudonlara ve yılan benzeri basilosaurlara ait fosiller bilinmekteydi. Ancak balinanın karada yaşayan atası farz edilen bu canlıların, tamamen suda yaşayan hayvanlar olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır.
Pakistan'da (Pakicetus) balina benzeri bazı özelliklere sahip ancak karada yaşayan bir memelinin kafatası 1983 yılında bulunmuştur.1,2 Karada yaşayan memeli bir hayvanın, suda yaşayan bir memeliye dönüşebilmesi için geçirmesi gereken anatomik ve fizyolojik değişmeleri ele almaya kalkışsak, çok uzun bir liste ile karşı karşıya kalırız. Kara hayatı ile su dünyası arasındaki büyük farklılığa uyum gösterebilmek ve hayatta kalabilmek için gerekli bütün doku, organ ve sistemlerin bir bütünlük içinde ortaya çıkması şarttır. Bu kadar çaplı ve geniş değişiklikler için ya yüzlerce mutasyon şok bir şekilde âniden ortaya çıkmalıdır veya her bir değişikliğin ayrı ayrı temsil edildiği geçiş fosilleri sıralı bir şekilde bulunmalıdır.
Fosillerle alâkalı tartışmaya geçmeden önce şu hususu belirtmekte fayda vardır: Bugün denizde gördüğümüz 25 metre boyundaki bir balinaya benzer büyüklükte karada hiçbir memeli fosili bulunamamıştır. Tabiî ki evrimcilerin buna karşı cevabı hazırdır: Balinanın atası karadayken bu kadar büyük değildi, daha küçük, sırtlan veya su aygırı kadar bir hayvandı; denizde yüzmeye hazır hâle geldikten sonra suya geçti ve ortam şartları uygun olduğu için bol gıdayı bulunca da devleşti ve balina oldu(!) Ne kadar kolay bir ifade değil mi? Bütün bunları, sanki her şey gözlerinin önündeki bir tiyatro sahnesinde olmuş gibi anlatıyorlar! Acaba bu ifadelerin ilmî bir yönü var mıdır? Bunun için bazı sistemlerde olması gereken değişiklikleri kısaca özetleyelim.
Boşaltım sistemi: Kara memelileri ile deniz memelileri arasında boşaltım sistemi bakımından hayatî bir fark vardır. Kara hayvanlarının yaşadığı dış ortam hava olduğundan bunlarda su kaybı oldukça fazladır. Hem vücut yüzeyinden, hem solunum organlarından, hem de sindirim artıkları ve azotlu atıklarla fazla miktarda su kaybetme riski dolayısıyla kara hayvanlarının boşaltım mekanizmaları değişik hususiyetler gösterir. Kaybolan suyun yerine konulması, besinlerle veya özel olarak alınan su ile olur. Ayrıca su kaybının önlenmesi için vücut örtüsünde, hayvanın bulunduğu sınıfın özelliklerine göre pul, tüy veya kıl gibi yapılarla bir korunma meydana getirilir.
Denizde yaşayan birçok omurgalının iç ortamları deniz suyuna nazaran biraz daha düşük yoğunluktadır (hipotonik). Bu sebepten suda yaşamalarına rağmen su, vücutlarından dışarı kaçar ve içeriye de tuz sızar. Bu hayvanların hem sahip oldukları suyu korumaları, hem de içeriye tuz girmesini önlemeleri gerekir. Onun için bunların vücutları suya karşı kısmen geçirgen olmayan bir deri ile örtülmüştür. Balinalar kaide olarak su içmez, su ihtiyaçlarını yedikleri besinlerden karşılar. Buna rağmen beslenirken istemeden alınan deniz suyu içindeki fazla tuzu, çok yoğun idrarla dışarı atarlar ve suyu muhafaza ederler. Su miktarı balinalar için çok önemlidir ve bundan dolayı develerde olduğu gibi terlemezler. Böbrekleri, üreyi çok yoğunlaştıracak ve böylece balinaya su kazandıracak şekilde ayarlanmıştır. Böbreklerdeki süzücü birimlerin (glomerulus ve tüpçükler) karada olduğundan daha farklı hızda ve miktarlarda osmotik dengelere uygun biyokimyevî şartlara hazırlanması akılsız ve şuursuz tabiat kuvvetlerinin yapacağı bir iş değildir. Suyu korumaya yönelik başka bir değişiklik de, dişi balinanın sütündeki yağ nispetinin ayarlanmasıyla yapılmıştır. Yavrusunu peynir kıvamındaki çok yoğun bir sütle besleyen dişi balinanın bu sütü, insan sütünden on kere daha yağlıdır. Yağlı süt, yavru tarafından alındıktan sonra kimyevî olarak işlenirken yan ürün olarak su açığa çıkar. Böylece en az su kaybıyla yavrunun su ihtiyacı giderilmiş olur. İki farklı ortama ait boşaltım sistemlerindeki farklı özelliklerdeki kompleks biyokimyevî metabo-lizmaların da tesadüfen gelişme şansı yoktur.
İşitme sistemindeki farklılık: Kara memelileri, dış dünyadaki sesleri kulak kepçeleri ile toplar, bu sesler ortakulak kemikçikleriyle kuvvetlendirilip dengelenerek içkulağa iletilir ve buradaki corti organında sinyallere çevrilir. Deniz memelilerinin ise kulakları yoktur. Sesleri alt çenelerindeki titreşimlere hassas alıcılarla alırlar. Bu iki işitme sistemi arasında hiçbir kademeli evrim yoktur. Kendi içinde mükemmel bir duyma sisteminden, tamamen farklı bir yapıya sahip bir başka sisteme kademeli evrimle geçilmesi mümkün değildir. Çünkü bu, ara safhalar eksik ve kusurlu olduğundan işe yaramayacaktır. Kulaklarıyla duyma kabiliyetini yavaş yavaş kaybeden, çenesiyle duyma kabiliyeti ise henüz tam olarak gelişmemiş bir canlı avantajlı değildir.
Gözlerdeki farklılık: Kara memelilerinde toza ve darbelere karşı korunmak üzere göz kapağı bulunur. Balinaların gözleri ise derinlerdeki basınçtan korunmak için sert bir tabakayla kaplanmıştır. Ayrıca gözlerinin kırılma indisi, suyun altından üzerine âni çıkışlar için uyum gösterecek şekilde ayarlanmıştır. Bu canların göz retinasındaki çubuk hücreleri ile koni hücrelerinin nispeti, su altındaki çok az ışığı bile fark edecek seviyede ayarlanmıştır; ışığı kuvvetlendiren fosforlu tapetum sayesinde bu canlılar, derin denizlerin karanlıklarında görebilirler.
Doğum ve emme mekanizması: Kara memelileri doğum yaparken, yavrunun önce baş kısmı, daha sonra gövde ve arka ayaklar çıkar. Deniz memelileri de aynı şekilde doğum yapsaydı, doğum esnasında akciğerlerine su dolacağından yavru ölecekti. Fakat rahmeti ve ilmi sonsuz Rabb'imiz deniz memelilerinin doğum şeklini tam tersine çevirmiş ve yavrunun önce kuyruk kısmı en son baş kısmı çıkacak şekilde hazırlamıştır. Doğumdan sonra, yavru balina annesini emerken hem sütün ziyan olmaması, hem de ağzına deniz suyu kaçmaması için, yavrunun ağzı sızdırmaz contalı musluklar veya vantuzlu askılar gibi annesinin memesine sıkıca tutunacak biçimde yaratılmıştır.
İskelet ve genel anatomi: Gerek dişli balinalar gerekse dişsiz (balenli) balinaların kafataslarının şekil ve büyüklükleri vücutlarının diğer organları ve hareket sistemleri ile uygun bir yapıya sahiptir. Bazılarının haberleşmede kullandıkları kafataslarından çıkarılan yüksek frekanslı sesler ile deniz altında yer belirleme için kullandıkları diğer seslerin üretimine uygun anatomik yapıların kafatasındaki yerleşme durumları özel bir plân gerektirir. Gövdedeki hareket için kullanılan kasların bağlantı ve destek noktası olarak güçlü bir kafatasına ihtiyaç vardır ve kafatası kemikleri buna göre yapılandırılmıştır.
Nefes için sadece burun yolunun kullanılması: Karadan denize geçen bir hayvanın diğer önemli bir problemi de nefes alıp-verme hâdisesidir. Karada burun deliklerinden alınan hava ağızdan kolaylıkla verilirken, denizde yaşayan akciğerli bir canlı için en büyük risk, burun ve ağızdan akciğerlere kaçan su sebebiyle boğulmaktır. Bunun için her şeyi tedbirli yaratan ve her varlığın ihtiyacını bilen müdebbir-i hakiki Allah (celle celâlühü), balinanın burun deliklerini kara memelilerinden farklı olarak kafanın ön kısmı yerine enseye doğru koymuştur. Böylece hayvanın daha iyi nefes alması mümkün olurken, burun deliklerine takılan büzücü kaslar ve özel kıvrımlı burun yolu ile de deniz suyu çekerek boğulması engellenmiştir. Ayrıca ağızlarından nefes almayan balinaların nefes boruları (trake) ile yemek boruları (özofagus) kara memelilerine göre daha geniş ve özel bir kıkırdak parça ile birbirinden ayrılmıştır.
Evrimcilerin diğer bir acayipliği ise kendi kendileriyle tenakuzlarıdır. Pakicetus'a "yürüyen balina" ismini verdikten sonra, "Fosil, karaya ait özelliklerini koruyor." demektedirler. Bu durum bir balığı fare ilân edip, sonra da denize ait özelliklerini koruyor demek gibi mantıksız bir önermedir.
Fosilleri zorlama ve çarpıtma
Pakicetus'tan sonra, 1944'te paleontolog Hans Thewissen ve arkadaşları, kara memelisi ile balina arasında özelliklere sahip bir fosil bulduklarını rapor ettiler. Buldukları fosili Ambulocetus natans (yüzen yürüyen balina) olarak isimlendirdiler3,4 (Şekil-1). Aslında bir kara canlısı olduğu anlaşılan bu hayvanın da doğrudan kulaklarıyla işittiği düşünülmektedir. Yani bu fosilde de "balina kulağına doğru bir evrimleşme" durumu yoktur. Diğer dört ayaklı kara memelilerinde olduğu gibi Ambulocetus'ta da omurganın bel (lumbar) bölgesinden sonra sacral omurlar ile leğen (ilium) kemiği eklemlenerek kalça kemerini teşkil eder ve bacaklar bu kemere bağlanır. Balinalarda ise omurga kuyruğa doğru kesintisiz devam eder ve leğen kemiği bulunmaz. Nitekim Ambulocetus'tan 10 milyon yıl kadar sonra yaşadığı iddia edilen Basilosaurus bu tip bir anatomiye sahip olduğundan tipik bir balina kabul edilir. Fakat bir kara canlısı olan Ambulocetus ile tipik bir balina olan Basilosaurus arasında hiçbir "ara veya geçit formu" yoktur. Böyle bir geçiş formunun yaşamış olması imkânsızdır. Evrimcilerin öne sürdükleri mutasyonlarla hiçbir canlıya kompleks bir organ eklendiği görülmemiştir. Dolayısıyla deniz memelilerinin son derece kompleks işitme sistemlerinin mutasyonla ortaya çıktığını ileri sürmek, mantıkla telif edilemez.
Birkaç ay sonra, Philip Gingerich ve çalışma arkadaşları, Thewissen'in bulduğu ile modern balina ortasında bazı özelliklere sahip az daha genç bir fosili Rodhocetus kasrani olarak isimlendirerek yeniden inşa etmişlerdir5 (Şekil-2). Ara form olduğu iddia edilen diğer fosiller daha sonra bulunmuştur. Rodhocetus ve günümüz balinasının burun yapıları, aynı serinin ara formları olarak kabul edilemeyecek kadar farklıdır. Burun deliklerinin başın önünden enseye doğru "yürümesi", ancak hususi bir ilim ve bu bilgileri genetik şifreye yazacak geniş anatomi bilgisi olan bir irade ile mümkündür. Bunun da rastgele mutasyonlar yoluyla ortaya çıktığını söylemek çok ciddi bir hayal kurma kabiliyeti gerektirir. Nitekim bunun böyle sağlandığına inanmak, hayal kurmaktan başka bir şey değildir. Meşhur Fransız zoologu Pierre Grasse evrimcilerin bu tip hayallerine karşı şöyle veciz bir ifade kullanmaktadır: "Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur; ama bilim bu işin içine dâhil edilmemelidir."6
Ardı ardına dizilen bu fosil serisi gerçekten, atadan oğullara süren bir seriyi yansıtmakta mıdır? Berkeley'de paleontolog Kevin Padian'a göre, balina serisindeki fosillerin hepsinin "taşımaması gereken özellikleri sebebiyle, bilinen diğer balinaların ataları olduklarını söyleyebilmek çok zordur."7
En eski örnek, nesli tükenmiş, Mesonychian olarak adlandırılan sırtlan benzeri memeli grubuna benzerlik gösteren sadece kafatası ve dişlerden meydana gelen bir fosildir. Chicago Üniversitesi'nde evrim biyoloğu Leigh Van Valen 1960'larda, modern balinaların Mesonychian'lardan türediğini öne sürmüştür. Ancak, 1960'larda, yapılan moleküler çalışmalar, balinaların genetik açıdan sırtlanlara benzemediğini, ille de bir şey yakıştıracaksak suaygırlarının daha yakın olduğunu belirtmiştir.8
Bazı evrim biyologları, balinaların suaygırından geldiği hipotezine, diğer bir tabirle "hippo" hipotezine şüpheyle bakmışlardır. Bu konuda, 1999 yılında Science dergisinde yayımlanan bir makalesinde Jhon E. Heyning: "Önceki tecrübelerimiz, evrimle alâkalı münasebetlere ait utanç verici provokatif hipotezlere karşı bütün kalbimizle, ihtiyatlı olmamız gerektiğini söylemektir. Çoğu defa, bu tür tartışmalı iddiaların başlangıçta zayıf destekleri olduğu ve daha detaylı analizlerle incelendiğinde çelişkili olduğu bulunur."9 demektedir. "Hippo" hipotezi tek bir fosil ve moleküler delil üzerine kurulmuştur. Bu konuda fosil benzerlikleri ile moleküler benzerlikler birbiriyle çelişmektedir. Fosil benzerlikleri, suaygırlarının, domuz ve deve gibi diğer geviş getiren toynaklı memelilere daha yakın olduğunu, moleküler açıdan ise suaygırlarının, balinalarla yakın olduğunu göstermektedir. Eğer orijinal fosil benzerlikleri, ortak ata için bir delil teşkil etmiyorsa, o zaman aynı mantıkla, moleküler benzerlikler de delil olmak mecburiyetinde değildir. Bu teorilerin herhangi birini kabul etmek için inandırıcı bir sebep yoktur. Aslında, her iki hipoteze de inanmamak çok daha doğrudur. Çünkü yaratılışta pek çok benzer karakter mozaik şekilde dağılma gösterebilir. Ortam şartlarına bağlı olarak belli fizyolojik hâdiseler, belli organlarla ve bunların sahip olduğu biyokimyevî süreçlerle yerine getirilir. Dolayısıyla o biyokimyevî süreçlere ait genetik bilgi kodları da benzer olabilir. Tıpkı farklı iki kitaptaki belli kelimelerin veya cümlelerin aynı olması, o iki kitabın birbirinden türediğini göstermediği gibi, oksijen taşımakla vazifeli hemoglobin molekülünün veya kaslardaki bir proteinin farklı canlılarda benzer moleküllere sahip olması da onların birbirinden türediğine delil olamaz. Tam aksine ilmi, iradesi, kudreti ve hikmeti sonsuz Yaratıcı'mız bazen aynı malzemeyi kullanarak hem benzer fonksiyonlara ait kimyevî süreçleri hem de bunları kodlayan genetik bilgiyi yaratmış, bazen de bu malzemelerde küçük tasarruflar ve değişikliklerle daha farklı sistemlere ve plânlara sahip canlılar yaratmıştır. Zîrâ bütün yaratılmışların üzerinde aynı ilmin ve kudretin mührünü görmekteyiz. Akl-ı selim ve mantığımız da bu mu'cizevî işlerin evrim ve tabiat gibi mefhumlarla izah edilemeyeceğini söylemektedir.
Dipnotlar
1. Benton, M. J. (1997): Vertebrate Palaeontology, 2nd ed. (London: Chapman and Hall). J.G.M.
2. Thewissen and E. M. Williams (2002): "The Early Radiations of Cetacea (Mammalia): Evolutionary Pattern and Developmental Correlations," Annual Review of Ecology and Systematics 33 (2002):73-90
3. Thewissen, J.G.M. Hussein, S.T. and Arif, M. (1994): Fossil Evidence fort he Origin of Aquatic Locomotion in Archaeoceta Whales. Science 263:210-212
4. Berta, A. (1994): What is Whale ?. Science 263:180-181.
5. Gingerich, P.D., Raza, S.M., Arif, M., Anwar, M., and Zhou,X. (1994): "New Whale from the Eocene of Pakistan and the Origin of Cetacean Swimming". Nature 368:844-847.
6. Grassé, P. P. (1977): Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, p. 103) ."
7. Padian, K. (1997): The Tale of the Whale. Reports of the National Center for Science Education (NCSE) Volume 17 Issue 6, November-December. p.26-27.
8. Van Valen, L.(1968): "Monophyly or Diphyly in the Origin of Whales". Evolution 22:37-41.
9. Heyning, J.E. (1999): "Whale Origins-Conquering the Seas". Science 283:943, 1642-1643.
Prof.Dr. Arif SARSILMAZ
Karada Canı Sıkılan Balina Masalı
Bazı evrimciler, kafalarında kurguladıkları balina evrimi senaryosu için, fosil delillerinin çok başarılı çalışmalar neticesinde ortaya konulduğu ve meselenin birçok örnekle ispatlandığı iddiasındadır. Aslında gösterilen delillerin hiçbirisi inandırıcı değildir. Balinaların karada yaşayan memelilerden evrimleştiğini düşünen Darwinistler, bu iddialarını ispatlayacak eksik geçiş fosillerini 100 yıldan fazla zamandır aramalarına rağmen bulamamışlardır. Darwin'in Türlerin Menşei (1859) isimli kitabını yayımlamadan önce bile, yunus benzeri dorudonlara ve yılan benzeri basilosaurlara ait fosiller bilinmekteydi. Ancak balinanın karada yaşayan atası farz edilen bu canlıların, tamamen suda yaşayan hayvanlar olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır.
Pakistan'da (Pakicetus) balina benzeri bazı özelliklere sahip ancak karada yaşayan bir memelinin kafatası 1983 yılında bulunmuştur.1,2 Karada yaşayan memeli bir hayvanın, suda yaşayan bir memeliye dönüşebilmesi için geçirmesi gereken anatomik ve fizyolojik değişmeleri ele almaya kalkışsak, çok uzun bir liste ile karşı karşıya kalırız. Kara hayatı ile su dünyası arasındaki büyük farklılığa uyum gösterebilmek ve hayatta kalabilmek için gerekli bütün doku, organ ve sistemlerin bir bütünlük içinde ortaya çıkması şarttır. Bu kadar çaplı ve geniş değişiklikler için ya yüzlerce mutasyon şok bir şekilde âniden ortaya çıkmalıdır veya her bir değişikliğin ayrı ayrı temsil edildiği geçiş fosilleri sıralı bir şekilde bulunmalıdır.
Fosillerle alâkalı tartışmaya geçmeden önce şu hususu belirtmekte fayda vardır: Bugün denizde gördüğümüz 25 metre boyundaki bir balinaya benzer büyüklükte karada hiçbir memeli fosili bulunamamıştır. Tabiî ki evrimcilerin buna karşı cevabı hazırdır: Balinanın atası karadayken bu kadar büyük değildi, daha küçük, sırtlan veya su aygırı kadar bir hayvandı; denizde yüzmeye hazır hâle geldikten sonra suya geçti ve ortam şartları uygun olduğu için bol gıdayı bulunca da devleşti ve balina oldu(!) Ne kadar kolay bir ifade değil mi? Bütün bunları, sanki her şey gözlerinin önündeki bir tiyatro sahnesinde olmuş gibi anlatıyorlar! Acaba bu ifadelerin ilmî bir yönü var mıdır? Bunun için bazı sistemlerde olması gereken değişiklikleri kısaca özetleyelim.
Boşaltım sistemi: Kara memelileri ile deniz memelileri arasında boşaltım sistemi bakımından hayatî bir fark vardır. Kara hayvanlarının yaşadığı dış ortam hava olduğundan bunlarda su kaybı oldukça fazladır. Hem vücut yüzeyinden, hem solunum organlarından, hem de sindirim artıkları ve azotlu atıklarla fazla miktarda su kaybetme riski dolayısıyla kara hayvanlarının boşaltım mekanizmaları değişik hususiyetler gösterir. Kaybolan suyun yerine konulması, besinlerle veya özel olarak alınan su ile olur. Ayrıca su kaybının önlenmesi için vücut örtüsünde, hayvanın bulunduğu sınıfın özelliklerine göre pul, tüy veya kıl gibi yapılarla bir korunma meydana getirilir.
Denizde yaşayan birçok omurgalının iç ortamları deniz suyuna nazaran biraz daha düşük yoğunluktadır (hipotonik). Bu sebepten suda yaşamalarına rağmen su, vücutlarından dışarı kaçar ve içeriye de tuz sızar. Bu hayvanların hem sahip oldukları suyu korumaları, hem de içeriye tuz girmesini önlemeleri gerekir. Onun için bunların vücutları suya karşı kısmen geçirgen olmayan bir deri ile örtülmüştür. Balinalar kaide olarak su içmez, su ihtiyaçlarını yedikleri besinlerden karşılar. Buna rağmen beslenirken istemeden alınan deniz suyu içindeki fazla tuzu, çok yoğun idrarla dışarı atarlar ve suyu muhafaza ederler. Su miktarı balinalar için çok önemlidir ve bundan dolayı develerde olduğu gibi terlemezler. Böbrekleri, üreyi çok yoğunlaştıracak ve böylece balinaya su kazandıracak şekilde ayarlanmıştır. Böbreklerdeki süzücü birimlerin (glomerulus ve tüpçükler) karada olduğundan daha farklı hızda ve miktarlarda osmotik dengelere uygun biyokimyevî şartlara hazırlanması akılsız ve şuursuz tabiat kuvvetlerinin yapacağı bir iş değildir. Suyu korumaya yönelik başka bir değişiklik de, dişi balinanın sütündeki yağ nispetinin ayarlanmasıyla yapılmıştır. Yavrusunu peynir kıvamındaki çok yoğun bir sütle besleyen dişi balinanın bu sütü, insan sütünden on kere daha yağlıdır. Yağlı süt, yavru tarafından alındıktan sonra kimyevî olarak işlenirken yan ürün olarak su açığa çıkar. Böylece en az su kaybıyla yavrunun su ihtiyacı giderilmiş olur. İki farklı ortama ait boşaltım sistemlerindeki farklı özelliklerdeki kompleks biyokimyevî metabo-lizmaların da tesadüfen gelişme şansı yoktur.
İşitme sistemindeki farklılık: Kara memelileri, dış dünyadaki sesleri kulak kepçeleri ile toplar, bu sesler ortakulak kemikçikleriyle kuvvetlendirilip dengelenerek içkulağa iletilir ve buradaki corti organında sinyallere çevrilir. Deniz memelilerinin ise kulakları yoktur. Sesleri alt çenelerindeki titreşimlere hassas alıcılarla alırlar. Bu iki işitme sistemi arasında hiçbir kademeli evrim yoktur. Kendi içinde mükemmel bir duyma sisteminden, tamamen farklı bir yapıya sahip bir başka sisteme kademeli evrimle geçilmesi mümkün değildir. Çünkü bu, ara safhalar eksik ve kusurlu olduğundan işe yaramayacaktır. Kulaklarıyla duyma kabiliyetini yavaş yavaş kaybeden, çenesiyle duyma kabiliyeti ise henüz tam olarak gelişmemiş bir canlı avantajlı değildir.
Gözlerdeki farklılık: Kara memelilerinde toza ve darbelere karşı korunmak üzere göz kapağı bulunur. Balinaların gözleri ise derinlerdeki basınçtan korunmak için sert bir tabakayla kaplanmıştır. Ayrıca gözlerinin kırılma indisi, suyun altından üzerine âni çıkışlar için uyum gösterecek şekilde ayarlanmıştır. Bu canların göz retinasındaki çubuk hücreleri ile koni hücrelerinin nispeti, su altındaki çok az ışığı bile fark edecek seviyede ayarlanmıştır; ışığı kuvvetlendiren fosforlu tapetum sayesinde bu canlılar, derin denizlerin karanlıklarında görebilirler.
Doğum ve emme mekanizması: Kara memelileri doğum yaparken, yavrunun önce baş kısmı, daha sonra gövde ve arka ayaklar çıkar. Deniz memelileri de aynı şekilde doğum yapsaydı, doğum esnasında akciğerlerine su dolacağından yavru ölecekti. Fakat rahmeti ve ilmi sonsuz Rabb'imiz deniz memelilerinin doğum şeklini tam tersine çevirmiş ve yavrunun önce kuyruk kısmı en son baş kısmı çıkacak şekilde hazırlamıştır. Doğumdan sonra, yavru balina annesini emerken hem sütün ziyan olmaması, hem de ağzına deniz suyu kaçmaması için, yavrunun ağzı sızdırmaz contalı musluklar veya vantuzlu askılar gibi annesinin memesine sıkıca tutunacak biçimde yaratılmıştır.
İskelet ve genel anatomi: Gerek dişli balinalar gerekse dişsiz (balenli) balinaların kafataslarının şekil ve büyüklükleri vücutlarının diğer organları ve hareket sistemleri ile uygun bir yapıya sahiptir. Bazılarının haberleşmede kullandıkları kafataslarından çıkarılan yüksek frekanslı sesler ile deniz altında yer belirleme için kullandıkları diğer seslerin üretimine uygun anatomik yapıların kafatasındaki yerleşme durumları özel bir plân gerektirir. Gövdedeki hareket için kullanılan kasların bağlantı ve destek noktası olarak güçlü bir kafatasına ihtiyaç vardır ve kafatası kemikleri buna göre yapılandırılmıştır.
Nefes için sadece burun yolunun kullanılması: Karadan denize geçen bir hayvanın diğer önemli bir problemi de nefes alıp-verme hâdisesidir. Karada burun deliklerinden alınan hava ağızdan kolaylıkla verilirken, denizde yaşayan akciğerli bir canlı için en büyük risk, burun ve ağızdan akciğerlere kaçan su sebebiyle boğulmaktır. Bunun için her şeyi tedbirli yaratan ve her varlığın ihtiyacını bilen müdebbir-i hakiki Allah (celle celâlühü), balinanın burun deliklerini kara memelilerinden farklı olarak kafanın ön kısmı yerine enseye doğru koymuştur. Böylece hayvanın daha iyi nefes alması mümkün olurken, burun deliklerine takılan büzücü kaslar ve özel kıvrımlı burun yolu ile de deniz suyu çekerek boğulması engellenmiştir. Ayrıca ağızlarından nefes almayan balinaların nefes boruları (trake) ile yemek boruları (özofagus) kara memelilerine göre daha geniş ve özel bir kıkırdak parça ile birbirinden ayrılmıştır.
Evrimcilerin diğer bir acayipliği ise kendi kendileriyle tenakuzlarıdır. Pakicetus'a "yürüyen balina" ismini verdikten sonra, "Fosil, karaya ait özelliklerini koruyor." demektedirler. Bu durum bir balığı fare ilân edip, sonra da denize ait özelliklerini koruyor demek gibi mantıksız bir önermedir.
Fosilleri zorlama ve çarpıtma
Pakicetus'tan sonra, 1944'te paleontolog Hans Thewissen ve arkadaşları, kara memelisi ile balina arasında özelliklere sahip bir fosil bulduklarını rapor ettiler. Buldukları fosili Ambulocetus natans (yüzen yürüyen balina) olarak isimlendirdiler3,4 (Şekil-1). Aslında bir kara canlısı olduğu anlaşılan bu hayvanın da doğrudan kulaklarıyla işittiği düşünülmektedir. Yani bu fosilde de "balina kulağına doğru bir evrimleşme" durumu yoktur. Diğer dört ayaklı kara memelilerinde olduğu gibi Ambulocetus'ta da omurganın bel (lumbar) bölgesinden sonra sacral omurlar ile leğen (ilium) kemiği eklemlenerek kalça kemerini teşkil eder ve bacaklar bu kemere bağlanır. Balinalarda ise omurga kuyruğa doğru kesintisiz devam eder ve leğen kemiği bulunmaz. Nitekim Ambulocetus'tan 10 milyon yıl kadar sonra yaşadığı iddia edilen Basilosaurus bu tip bir anatomiye sahip olduğundan tipik bir balina kabul edilir. Fakat bir kara canlısı olan Ambulocetus ile tipik bir balina olan Basilosaurus arasında hiçbir "ara veya geçit formu" yoktur. Böyle bir geçiş formunun yaşamış olması imkânsızdır. Evrimcilerin öne sürdükleri mutasyonlarla hiçbir canlıya kompleks bir organ eklendiği görülmemiştir. Dolayısıyla deniz memelilerinin son derece kompleks işitme sistemlerinin mutasyonla ortaya çıktığını ileri sürmek, mantıkla telif edilemez.
Birkaç ay sonra, Philip Gingerich ve çalışma arkadaşları, Thewissen'in bulduğu ile modern balina ortasında bazı özelliklere sahip az daha genç bir fosili Rodhocetus kasrani olarak isimlendirerek yeniden inşa etmişlerdir5 (Şekil-2). Ara form olduğu iddia edilen diğer fosiller daha sonra bulunmuştur. Rodhocetus ve günümüz balinasının burun yapıları, aynı serinin ara formları olarak kabul edilemeyecek kadar farklıdır. Burun deliklerinin başın önünden enseye doğru "yürümesi", ancak hususi bir ilim ve bu bilgileri genetik şifreye yazacak geniş anatomi bilgisi olan bir irade ile mümkündür. Bunun da rastgele mutasyonlar yoluyla ortaya çıktığını söylemek çok ciddi bir hayal kurma kabiliyeti gerektirir. Nitekim bunun böyle sağlandığına inanmak, hayal kurmaktan başka bir şey değildir. Meşhur Fransız zoologu Pierre Grasse evrimcilerin bu tip hayallerine karşı şöyle veciz bir ifade kullanmaktadır: "Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur; ama bilim bu işin içine dâhil edilmemelidir."6
Ardı ardına dizilen bu fosil serisi gerçekten, atadan oğullara süren bir seriyi yansıtmakta mıdır? Berkeley'de paleontolog Kevin Padian'a göre, balina serisindeki fosillerin hepsinin "taşımaması gereken özellikleri sebebiyle, bilinen diğer balinaların ataları olduklarını söyleyebilmek çok zordur."7
En eski örnek, nesli tükenmiş, Mesonychian olarak adlandırılan sırtlan benzeri memeli grubuna benzerlik gösteren sadece kafatası ve dişlerden meydana gelen bir fosildir. Chicago Üniversitesi'nde evrim biyoloğu Leigh Van Valen 1960'larda, modern balinaların Mesonychian'lardan türediğini öne sürmüştür. Ancak, 1960'larda, yapılan moleküler çalışmalar, balinaların genetik açıdan sırtlanlara benzemediğini, ille de bir şey yakıştıracaksak suaygırlarının daha yakın olduğunu belirtmiştir.8
Bazı evrim biyologları, balinaların suaygırından geldiği hipotezine, diğer bir tabirle "hippo" hipotezine şüpheyle bakmışlardır. Bu konuda, 1999 yılında Science dergisinde yayımlanan bir makalesinde Jhon E. Heyning: "Önceki tecrübelerimiz, evrimle alâkalı münasebetlere ait utanç verici provokatif hipotezlere karşı bütün kalbimizle, ihtiyatlı olmamız gerektiğini söylemektir. Çoğu defa, bu tür tartışmalı iddiaların başlangıçta zayıf destekleri olduğu ve daha detaylı analizlerle incelendiğinde çelişkili olduğu bulunur."9 demektedir. "Hippo" hipotezi tek bir fosil ve moleküler delil üzerine kurulmuştur. Bu konuda fosil benzerlikleri ile moleküler benzerlikler birbiriyle çelişmektedir. Fosil benzerlikleri, suaygırlarının, domuz ve deve gibi diğer geviş getiren toynaklı memelilere daha yakın olduğunu, moleküler açıdan ise suaygırlarının, balinalarla yakın olduğunu göstermektedir. Eğer orijinal fosil benzerlikleri, ortak ata için bir delil teşkil etmiyorsa, o zaman aynı mantıkla, moleküler benzerlikler de delil olmak mecburiyetinde değildir. Bu teorilerin herhangi birini kabul etmek için inandırıcı bir sebep yoktur. Aslında, her iki hipoteze de inanmamak çok daha doğrudur. Çünkü yaratılışta pek çok benzer karakter mozaik şekilde dağılma gösterebilir. Ortam şartlarına bağlı olarak belli fizyolojik hâdiseler, belli organlarla ve bunların sahip olduğu biyokimyevî süreçlerle yerine getirilir. Dolayısıyla o biyokimyevî süreçlere ait genetik bilgi kodları da benzer olabilir. Tıpkı farklı iki kitaptaki belli kelimelerin veya cümlelerin aynı olması, o iki kitabın birbirinden türediğini göstermediği gibi, oksijen taşımakla vazifeli hemoglobin molekülünün veya kaslardaki bir proteinin farklı canlılarda benzer moleküllere sahip olması da onların birbirinden türediğine delil olamaz. Tam aksine ilmi, iradesi, kudreti ve hikmeti sonsuz Yaratıcı'mız bazen aynı malzemeyi kullanarak hem benzer fonksiyonlara ait kimyevî süreçleri hem de bunları kodlayan genetik bilgiyi yaratmış, bazen de bu malzemelerde küçük tasarruflar ve değişikliklerle daha farklı sistemlere ve plânlara sahip canlılar yaratmıştır. Zîrâ bütün yaratılmışların üzerinde aynı ilmin ve kudretin mührünü görmekteyiz. Akl-ı selim ve mantığımız da bu mu'cizevî işlerin evrim ve tabiat gibi mefhumlarla izah edilemeyeceğini söylemektedir.
Dipnotlar
1. Benton, M. J. (1997): Vertebrate Palaeontology, 2nd ed. (London: Chapman and Hall). J.G.M.
2. Thewissen and E. M. Williams (2002): "The Early Radiations of Cetacea (Mammalia): Evolutionary Pattern and Developmental Correlations," Annual Review of Ecology and Systematics 33 (2002):73-90
3. Thewissen, J.G.M. Hussein, S.T. and Arif, M. (1994): Fossil Evidence fort he Origin of Aquatic Locomotion in Archaeoceta Whales. Science 263:210-212
4. Berta, A. (1994): What is Whale ?. Science 263:180-181.
5. Gingerich, P.D., Raza, S.M., Arif, M., Anwar, M., and Zhou,X. (1994): "New Whale from the Eocene of Pakistan and the Origin of Cetacean Swimming". Nature 368:844-847.
6. Grassé, P. P. (1977): Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, p. 103) ."
7. Padian, K. (1997): The Tale of the Whale. Reports of the National Center for Science Education (NCSE) Volume 17 Issue 6, November-December. p.26-27.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
(son güncellenme 3 Ocak 2007).8. Van Valen, L.(1968): "Monophyly or Diphyly in the Origin of Whales". Evolution 22:37-41.
9. Heyning, J.E. (1999): "Whale Origins-Conquering the Seas". Science 283:943, 1642-1643.