Delikanlının biri, vaktiyle, aradıklarını Tasavvuf kitaplarında bulmuş... Kitapları okudukça merakı artmış! Çok etkilenmiş... Öğrendiği hakikatler karşısında hayretler içerisinde kalmış... “Hay Allah” demiş, “Hakikatin ne olduğundan kimsenin haberi yok oysa! Dünya alem bilgisizlik ve gaflet içinde yaşıyor. İnsanlar daha Allah’ı bilmiyorlar, kendilerini tanımıyorlar... Din diye putlara ya da hayallere tapıyorlar. Boş yere de kavga gürültüyle birbirlerini üzüp kırıyorlar” demiş. “Bu yaşta bunları farketmem çok iyi oldu!” diye düşünmüş. “Benim şimdi esas işim bu bilgileri tüm dünyaya yaymak, insanlara işin gerçeğini açıklamak olmalı. Eğer, insanlar bu hakikatleri farkederse, herşey değişir, kimse karşısındakine zarar veremez; o zaman dünya güllük-gülistanlık olur, insanlar huzur içinde yaşar... Ben de insanlığa iyi bir hizmet vermiş olurum...”
Derken düşmüş yollara, bir memleketten ötekine başlamış dolaşmaya. Gittiği her yerde anlaşabildiği insanlarla dostluklar kurup, bildiklerini başlamış paylaşmaya! Dinleyen buldukça anlatmış; anlattıkça kendisi de yeni şeyler farketmiş... Yıllar geçmiş. Gel zaman git zaman, yaşı gelmiş yirmilerden otuzlara... Bir gün, sakin bir köşeye çekilip düşünmeye başlamış. Geçen zamana dönüp şöyle bir bakmış; gösterdiği gayreti ve olup-biteni muhakeme etmiş. Bakmış ki sonuçta dünya yine hep aynı, değişen hiç bir şey olmamış! Dostluklar da, kavga gürültüler de aynen eskisi gibi devam edip gidiyor... Bilen biliyor, bilmeyen bilmiyor... “Ya hu” demiş, “ülkeler değiştikçe, insanlar da değişiyor; her milletin farklı değer sistemi, farklı birikimi ve farklı bakış açıları var. Bilip tanımadığım toplumlara benim bu bilgileri anlatıp, birşeyleri değiştirebilmem çok güç! En iyisi ben kendi memleketime emek vereyim! Kendi lisanımdan anlayanlarla daha iyi paylaşırım bu bildiklerimi”...
Başlamış bu kez, köy köy, kasaba kasaba gezmeye memleketini... Her gittiği yerde ilgiyle karşılanmış. Sohbetler etmiş, kitaplardan pasajlar okumuş... Derken, yaşı gelmiş kırklara... Bakmış ki, kendi memleketinin insanları da çeşit çeşit. Her bir köyün farklı adetleri, farklı anlayışları var. Kime ne söylerse söylesin, kolay kolay vazgeçmiyor insanlar bildiklerinden... Kimi söylenenleri öyle anlıyor, kimi böyle! Bilen yine biliyor, bilmeyen bilmiyor! Seven yine seviyor, söven yine sövüyor... “Hey hat” demiş, “bu insanlara benim bir faydamın olması çok zor! İçlerinde tek tük anlayan çıksa da, onlarla da bütün ömrümü geçirmem mümkün değil! Ben bunun yerine, hiç olmazsa kendi eşime-dostuma yöneleyim. Biraz onlara tatlı dille birşeyler anlatayım. Başkaları nasıl olursa olsun, beni tanıyıp sözümü dinleyenlerle sevgi ve hoşgörü yayan örnek bir topluluk olalım, bari...
Ama ne fayda sonuçta bir kez daha aynı gerçekle karşılaşmış... Bu arada kırklı yaşlar da kalmış geride. Derken, son çareyi bulmuş! “Ben kimseden mesul değilim, kendi ailem ve çocuklarımdan başka”, demiş. “O zaman kalan zamanımı çoluk çocuğuma ve yakınlarıma bildiklerini anlatarak değerlendirmeye bakayım” demiş...
Başlangıçta herşey yolunda gitmiş. Adam, her sabah yeni bir hevesle uyanmaya başlamış. Derken, zaman her zamankinden hızlı geçmeye başlamış! Yıllar birbirini kovalamış... Yaş ellilere varınca, yine bir gün durup düşünmüş. Bakmış ki, aslında ev halkında da değişen pek birşey yok. Herşey değişmiş, iyi gidiyor gibi görünse de, birgün ola ki tabiatlarına ters gelen birşeyle karşılaşsalar, al takke ver külah, yollar yine karışıyor. Konuşulanlar unutuluyor, herkes kendi tasasının peşine düşüyor. Büyükler büyüklüğünü, küçükler küçüklüğünü devam ettirip gidiyor... Çaresiz, adam çekmiş elini eteğini etraftan. “Demek ki takdir böyle” demiş; “benim pek de yapabileceğim birşey yokmuş”...
Zamanla adamın saçı sakalı ağarmış, bembeyaz olmuş. Altmışlar da birer birer tükenmiş... Artık, ömrünün son günlerinin yaklaşmakta olduğunu hissetmiş. Günler geceleri, geceler gündüzleri takip ederken, yine bir gün sabaha doğru rüyasında nur yüzlü, ak saçlı bilge zatı görmüş ve ondan yaşamın gerçeğine dair şu sözleri işitmiş:
“Kalktığın bir sabah kesinlikle son sabahın olacaktır!”
O an kafasında bir ışık yanmış: “Hey hat” demiş, “Dünya alemi değiştirmeye çalıştım, ömrüm geçti!.. Meğer gözüm hep dışardaymış! Oysa, benim esas değiştirmem gereken kendimdi, kendime bakmalıydım; onu unuttum!.. Herşeyi yerli yerince göremedim, değiştirmeye çalıştım! Onun için de hiç değişemedim, hiçbir şey de değişmedi...”
Ve seslenmiş kendisine gün doğduğunda: “Uyan ey gözlerim uyan!.. Uyan uykusu çok olan uyan!..”
“Kalktığın bir sabah kesinlikle son sabahın olacak!”
Derken düşmüş yollara, bir memleketten ötekine başlamış dolaşmaya. Gittiği her yerde anlaşabildiği insanlarla dostluklar kurup, bildiklerini başlamış paylaşmaya! Dinleyen buldukça anlatmış; anlattıkça kendisi de yeni şeyler farketmiş... Yıllar geçmiş. Gel zaman git zaman, yaşı gelmiş yirmilerden otuzlara... Bir gün, sakin bir köşeye çekilip düşünmeye başlamış. Geçen zamana dönüp şöyle bir bakmış; gösterdiği gayreti ve olup-biteni muhakeme etmiş. Bakmış ki sonuçta dünya yine hep aynı, değişen hiç bir şey olmamış! Dostluklar da, kavga gürültüler de aynen eskisi gibi devam edip gidiyor... Bilen biliyor, bilmeyen bilmiyor... “Ya hu” demiş, “ülkeler değiştikçe, insanlar da değişiyor; her milletin farklı değer sistemi, farklı birikimi ve farklı bakış açıları var. Bilip tanımadığım toplumlara benim bu bilgileri anlatıp, birşeyleri değiştirebilmem çok güç! En iyisi ben kendi memleketime emek vereyim! Kendi lisanımdan anlayanlarla daha iyi paylaşırım bu bildiklerimi”...
Başlamış bu kez, köy köy, kasaba kasaba gezmeye memleketini... Her gittiği yerde ilgiyle karşılanmış. Sohbetler etmiş, kitaplardan pasajlar okumuş... Derken, yaşı gelmiş kırklara... Bakmış ki, kendi memleketinin insanları da çeşit çeşit. Her bir köyün farklı adetleri, farklı anlayışları var. Kime ne söylerse söylesin, kolay kolay vazgeçmiyor insanlar bildiklerinden... Kimi söylenenleri öyle anlıyor, kimi böyle! Bilen yine biliyor, bilmeyen bilmiyor! Seven yine seviyor, söven yine sövüyor... “Hey hat” demiş, “bu insanlara benim bir faydamın olması çok zor! İçlerinde tek tük anlayan çıksa da, onlarla da bütün ömrümü geçirmem mümkün değil! Ben bunun yerine, hiç olmazsa kendi eşime-dostuma yöneleyim. Biraz onlara tatlı dille birşeyler anlatayım. Başkaları nasıl olursa olsun, beni tanıyıp sözümü dinleyenlerle sevgi ve hoşgörü yayan örnek bir topluluk olalım, bari...
Ama ne fayda sonuçta bir kez daha aynı gerçekle karşılaşmış... Bu arada kırklı yaşlar da kalmış geride. Derken, son çareyi bulmuş! “Ben kimseden mesul değilim, kendi ailem ve çocuklarımdan başka”, demiş. “O zaman kalan zamanımı çoluk çocuğuma ve yakınlarıma bildiklerini anlatarak değerlendirmeye bakayım” demiş...
Başlangıçta herşey yolunda gitmiş. Adam, her sabah yeni bir hevesle uyanmaya başlamış. Derken, zaman her zamankinden hızlı geçmeye başlamış! Yıllar birbirini kovalamış... Yaş ellilere varınca, yine bir gün durup düşünmüş. Bakmış ki, aslında ev halkında da değişen pek birşey yok. Herşey değişmiş, iyi gidiyor gibi görünse de, birgün ola ki tabiatlarına ters gelen birşeyle karşılaşsalar, al takke ver külah, yollar yine karışıyor. Konuşulanlar unutuluyor, herkes kendi tasasının peşine düşüyor. Büyükler büyüklüğünü, küçükler küçüklüğünü devam ettirip gidiyor... Çaresiz, adam çekmiş elini eteğini etraftan. “Demek ki takdir böyle” demiş; “benim pek de yapabileceğim birşey yokmuş”...
Zamanla adamın saçı sakalı ağarmış, bembeyaz olmuş. Altmışlar da birer birer tükenmiş... Artık, ömrünün son günlerinin yaklaşmakta olduğunu hissetmiş. Günler geceleri, geceler gündüzleri takip ederken, yine bir gün sabaha doğru rüyasında nur yüzlü, ak saçlı bilge zatı görmüş ve ondan yaşamın gerçeğine dair şu sözleri işitmiş:
“Kalktığın bir sabah kesinlikle son sabahın olacaktır!”
O an kafasında bir ışık yanmış: “Hey hat” demiş, “Dünya alemi değiştirmeye çalıştım, ömrüm geçti!.. Meğer gözüm hep dışardaymış! Oysa, benim esas değiştirmem gereken kendimdi, kendime bakmalıydım; onu unuttum!.. Herşeyi yerli yerince göremedim, değiştirmeye çalıştım! Onun için de hiç değişemedim, hiçbir şey de değişmedi...”
Ve seslenmiş kendisine gün doğduğunda: “Uyan ey gözlerim uyan!.. Uyan uykusu çok olan uyan!..”
“Kalktığın bir sabah kesinlikle son sabahın olacak!”