Geçen hafta sonunda Almanya’nın iki eyaletinde yapılan yerel seçimlerde ülke için tehlike çanlarının acı acı çalmakta olduğu ortaya çıktı. Ülkenin doğusundaki Thüringen eyaletinde yapılan yerel seçimde Almanya’nın Faşist eğilimli partisi olarak bilinen Almanya İçin Alternatif Parti (AFD), merkez sağ Hıristiyan Demokrat Birliği’ni (CDU) dokuz puan geride bırakıp oyların yüzde 33.1’ini aldı. CDU’nun oy oranı ise yüzde 24.3’te kaldı.
Komşu Saksonya eyaletinde yapılan yerel seçimde ise CDU’yla AFD’nin oy oranları neredeyse başa baş çıktı. Yani CDU yüzde 31.7, AFD’nin oy oranı yüzde 31.4 oldu. Öte yandan Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Sosyal Demokrat Partisi ise Thüringen’de yüzde 6.6, Saksonya’da ise yüzde 7.8’de kaldı.
Fransız Le Monde gazetesinin haberi şöyle devam ediyor:
“İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri ilk kez AFD gibi aşırı sağcı, ırkçı bir siyasi parti Alman halkından bu kadar yüksek oranda oy toplayabiliyor. Ancak burada şunu da eklemek lazım: AFD’nin ulaştığı görülen bu oy oranları 2025’te yapılacak genel seçimlerde sandığa yansısa bile bu partinin tek başına hükümet kurmasına yetmiyor. Aynı durum Thüringen eyaleti için de geçerli AFD tek başına eyalet hükümeti kuramıyor. Ülkedeki öbür siyasi partiler ise AFD’yle kesinlikle bir koalisyon ortaklığına girmeyeceklerini açıkça beyan ediyorlar.
“Öte yandan AFD’nin Başkan Yardımcısı Tino Chrupalla,’Partimiz açıkça halktan hükümet kurmak için teveccüh almıştır. O nedenle en kısa zamanda salt çoğunluk sağlamak için öbür siyasi partilerle görüşmelere başlayacağız,’ diye konuştu. CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann ise şu tepkiyi verdi: ‘Seçmenler AFD’yle kesinlikle bir koalisyon ortaklığı kurmayacağımızı biliyorlar.”
Öte yandan iş bununla bitmiyor. Bir de Almanya’da yeni ortaya çıkan aşırı sol eğilimli denebilecek “Sahra Wagenknecht İttifakı” Thüringen’de yüzde 10’un üstünde oy aldı. Aşırı sağ ve aşırı solun oy toplamı yüzde 40’ın üstüne çıkıyor. Almanya’da yaşayan bazı tanıdık gazeteciler, bu durumu iki Almanya’nın Ekim 1990’da birleşmesinden beri Doğu Almanya’da yaşayan seçmenlerin “demokrasi” ilkesini çok da içlerine sindiremediklerini gösterdiğini söylüyorlar. Bu konuda şöyle de bir ifade kullanılıyor: “Parlamenter demokrasilerde aşırı kanatların güçlenmesi istikrarsızlığı, polarizasyonu ve çatışmaları beraberinde getirir. Bu çatışmalar sözlü olabilirken, yarın sokağa da taşınabilir.”
Bunları yazarken şaşırıyorum. Çok uzun zaman değil. Seksen beş yıl önce bütün Avrupa Faşist, Falanjist ve Nazi akımların kıtayı esir alması nedeniyle İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine tanık oldu.
Milyonlarca insan savaşta öldü. Milyonlarca Yahudi Naziler’in işgal ettikleri ülkeler ve Almanya’daki toplama kamplarında soykırıma uğradı. Kıta Avrupası, İngiltere de dahil savaşın yıkımlarından sonra ekonomik olarak güçlükle toparlanabildiler.
Ama insan hafızası nisyan ile malul. Yani insan belleği sakat;unutuyor. Diyeceksiniz ki, etki ve tepki meselesi. Afrika’dan, Ortadoğu’dan, pek çok Müslüman ülkeden göçmenler ve sığınmacılar Avrupa ülkelerine akın ediyor. Bu göçmen ve sığınmacılar Avrupa’nın demografik ve sosyo-ekonomik yapısını değiştiriyorlar. Buna tepkili olan halk kitleleri de, onlarca yıldır ülkelerini beceriksizce yöneten sosyal demokratlar ve merkez partilerinden kaçıp mülteci ve göçmenleri ülkelerden göndereceklerini vaad eden aşırı sağcı partilere ya da kendini daha sol olarak tanımlayan seçmen radikal sola yöneliyor.
MACRON DEMOKRASİYE SIRT ÇEVİRDİ
Almanya’da hal böyleyken ya Fransa? Fransa’da Temmuz’da yapılan seçimleri sol ittifak kazandı. Ancak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Sol İttifak’ın seçimlerin galibi çıkmasına rağmen yeni kabineyi atayacak bir başbakanı bir türlü atayamadı. Araya Ağustos’taki Paris Olimpiyatları’nın girdiğini göstererek zaman kazanmaya çalıştı. Sonunda geçen gün Sol İttifak’tan değil, merkez sağdan Michel Barnier’yi Başbakan olarak atadı. Bu durumda da Fransa’da siyaset iyice karıştı. Barnier, İngiltere’nin AB’den çıkma sürecinde (Brexit) Fransa’nın Baş Müzakerecisi olan eski Dışişleri Bakanı. Barnier’yi ehven-i şer görüp Başbakanlığa ataması Fransız siyaset çevrelerinde, Macron’un üç yıl daha zaman kazanmak amacını gütmesi, ayrıca da Sol Parti Lideri Jean-Luc Melenchon’un güven vermeyen siyasetine bağlanıyor. Öte yandan aşırı sağcı Marine Le Pen pusuya yatmış, şartlar oluşsun da Cumhurbaşkanı seçileyim diye bekliyor. Anlayacağınız, herkes koltuk kapma derdinde. Koltuk kapma ya da koltuğunu korumak sanıyorum evrensel bir hastalık. Demokrasinin beşiğini tıngır mıngır salllamakla bilinen Fransa böylece bir demokrasi ayıbına imza atmış oldu. Demokrasinin nimetlerinden İkinci Dünya Savaşı sonrası sonuna kadar yararlanan Avrupa ülkelerinin artık tel tel dökülmeye başladıkları görülüyor. Kusura bakmayın. Amiyane tabiriyle söylüyorum. Rahatlık, görece refah ve özgürlük galiba insanların oturma organlarına batıyor!
Komşu Saksonya eyaletinde yapılan yerel seçimde ise CDU’yla AFD’nin oy oranları neredeyse başa baş çıktı. Yani CDU yüzde 31.7, AFD’nin oy oranı yüzde 31.4 oldu. Öte yandan Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Sosyal Demokrat Partisi ise Thüringen’de yüzde 6.6, Saksonya’da ise yüzde 7.8’de kaldı.
Fransız Le Monde gazetesinin haberi şöyle devam ediyor:
“İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri ilk kez AFD gibi aşırı sağcı, ırkçı bir siyasi parti Alman halkından bu kadar yüksek oranda oy toplayabiliyor. Ancak burada şunu da eklemek lazım: AFD’nin ulaştığı görülen bu oy oranları 2025’te yapılacak genel seçimlerde sandığa yansısa bile bu partinin tek başına hükümet kurmasına yetmiyor. Aynı durum Thüringen eyaleti için de geçerli AFD tek başına eyalet hükümeti kuramıyor. Ülkedeki öbür siyasi partiler ise AFD’yle kesinlikle bir koalisyon ortaklığına girmeyeceklerini açıkça beyan ediyorlar.
“Öte yandan AFD’nin Başkan Yardımcısı Tino Chrupalla,’Partimiz açıkça halktan hükümet kurmak için teveccüh almıştır. O nedenle en kısa zamanda salt çoğunluk sağlamak için öbür siyasi partilerle görüşmelere başlayacağız,’ diye konuştu. CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann ise şu tepkiyi verdi: ‘Seçmenler AFD’yle kesinlikle bir koalisyon ortaklığı kurmayacağımızı biliyorlar.”
Öte yandan iş bununla bitmiyor. Bir de Almanya’da yeni ortaya çıkan aşırı sol eğilimli denebilecek “Sahra Wagenknecht İttifakı” Thüringen’de yüzde 10’un üstünde oy aldı. Aşırı sağ ve aşırı solun oy toplamı yüzde 40’ın üstüne çıkıyor. Almanya’da yaşayan bazı tanıdık gazeteciler, bu durumu iki Almanya’nın Ekim 1990’da birleşmesinden beri Doğu Almanya’da yaşayan seçmenlerin “demokrasi” ilkesini çok da içlerine sindiremediklerini gösterdiğini söylüyorlar. Bu konuda şöyle de bir ifade kullanılıyor: “Parlamenter demokrasilerde aşırı kanatların güçlenmesi istikrarsızlığı, polarizasyonu ve çatışmaları beraberinde getirir. Bu çatışmalar sözlü olabilirken, yarın sokağa da taşınabilir.”
Bunları yazarken şaşırıyorum. Çok uzun zaman değil. Seksen beş yıl önce bütün Avrupa Faşist, Falanjist ve Nazi akımların kıtayı esir alması nedeniyle İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine tanık oldu.
Milyonlarca insan savaşta öldü. Milyonlarca Yahudi Naziler’in işgal ettikleri ülkeler ve Almanya’daki toplama kamplarında soykırıma uğradı. Kıta Avrupası, İngiltere de dahil savaşın yıkımlarından sonra ekonomik olarak güçlükle toparlanabildiler.
Ama insan hafızası nisyan ile malul. Yani insan belleği sakat;unutuyor. Diyeceksiniz ki, etki ve tepki meselesi. Afrika’dan, Ortadoğu’dan, pek çok Müslüman ülkeden göçmenler ve sığınmacılar Avrupa ülkelerine akın ediyor. Bu göçmen ve sığınmacılar Avrupa’nın demografik ve sosyo-ekonomik yapısını değiştiriyorlar. Buna tepkili olan halk kitleleri de, onlarca yıldır ülkelerini beceriksizce yöneten sosyal demokratlar ve merkez partilerinden kaçıp mülteci ve göçmenleri ülkelerden göndereceklerini vaad eden aşırı sağcı partilere ya da kendini daha sol olarak tanımlayan seçmen radikal sola yöneliyor.
MACRON DEMOKRASİYE SIRT ÇEVİRDİ
Almanya’da hal böyleyken ya Fransa? Fransa’da Temmuz’da yapılan seçimleri sol ittifak kazandı. Ancak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Sol İttifak’ın seçimlerin galibi çıkmasına rağmen yeni kabineyi atayacak bir başbakanı bir türlü atayamadı. Araya Ağustos’taki Paris Olimpiyatları’nın girdiğini göstererek zaman kazanmaya çalıştı. Sonunda geçen gün Sol İttifak’tan değil, merkez sağdan Michel Barnier’yi Başbakan olarak atadı. Bu durumda da Fransa’da siyaset iyice karıştı. Barnier, İngiltere’nin AB’den çıkma sürecinde (Brexit) Fransa’nın Baş Müzakerecisi olan eski Dışişleri Bakanı. Barnier’yi ehven-i şer görüp Başbakanlığa ataması Fransız siyaset çevrelerinde, Macron’un üç yıl daha zaman kazanmak amacını gütmesi, ayrıca da Sol Parti Lideri Jean-Luc Melenchon’un güven vermeyen siyasetine bağlanıyor. Öte yandan aşırı sağcı Marine Le Pen pusuya yatmış, şartlar oluşsun da Cumhurbaşkanı seçileyim diye bekliyor. Anlayacağınız, herkes koltuk kapma derdinde. Koltuk kapma ya da koltuğunu korumak sanıyorum evrensel bir hastalık. Demokrasinin beşiğini tıngır mıngır salllamakla bilinen Fransa böylece bir demokrasi ayıbına imza atmış oldu. Demokrasinin nimetlerinden İkinci Dünya Savaşı sonrası sonuna kadar yararlanan Avrupa ülkelerinin artık tel tel dökülmeye başladıkları görülüyor. Kusura bakmayın. Amiyane tabiriyle söylüyorum. Rahatlık, görece refah ve özgürlük galiba insanların oturma organlarına batıyor!
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.