Muhalif ailesine tekrar merhaba. Bazı kişisel nedenlerle ara vermek zorunda kaldığım Muhalif yazılarıma, kişisel muhalif karakterime bağlı olarak yeniden bu satırlarda devam edeceğim.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde şaşırtıcı bir sonuç çıkmadı. Bir iki istisna hariç, aşırı sağ daha da güçlendi, Yeşiller hezimete uğradı, Merkez sağ Avrupa Parlamentosu içindeki belirleyici rolünü oynamaya devam etti, vs.
Hemen herkesin üzerinde mutabık olduğu husus pandemiden bu yana bir türlü toparlanamayan AB ekonomisi, özellikle Rusya Ükrayna savaşı ile birlikte daha da ağır koşullarla karşı karşıya geldi. ABD’nin Ukrayna’yı desteklemek üzere AB ülkelerini devreye girmeye zorlaması, 2023 yğlğnda Almanya’nın yaklaşık 100 milyar Euro savaş sanayine yatırım yapmasına yol açtı. Bu sene de benzeri bir bütçenin ayrıldığı anlaşılıyor. Doğal olarak Almanya’dan geri kalmayan Fransa’da benzeri harcamaları yaptı.
İkinci Dünya savşı’nın ardından silaha yatırım yapmak yerine kalkınmaya yatırım yapmak fikri üzerine inşa edilen Avrupa bütünleşmesi hareketi, uzun yıllar AB denilince genel algı olarak “refah toplumunu” çağrıştırdı. Ancak bir önceki paragrafta belirtmeye çalıştığımız savaş sanayii harcamaları ile birlikte, başat AB ülkeleri giderek refah toplumundan güvenlik toplumuna kayıyor imajı veriyor. Özellikle çok yakın tarihe kadar AB bütçesinden aldıkları büyük payla en büyük AB destekçisi olan AB çiftçilerinin yaptıkları eylemler, bu kesimin de giderek aşırı sağa meyillendiğini gösteriyor.
Yine doğal olarak başta savaşlar olmak üzere, iklim değişikliğine bağlı gıdaya erişim, olumsuz sağlık koşullarının, vs. yol açtığı yoğun göç, yabancılara karşı yeni bir ırkçı dalganın da oluşmasının nedeni oldu.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu görünüm altında aşırı sağın güç kazanması zaten kaçınılmaz gibiydi. Bu çerçevede soğuk kanlılığını koruyamayan tek lider şimdilik Fransa devlet başkanı Macron olarak gözüküyor. Parlamentoyu fesh ederek (kendisi istifa etmemek kaydıyla) erken seçime ülkesini sürükleyen Macron’un partisi, biz bu satırları yazarken ilan edilen seçim sonrası anket sonuçlarına göre üçüncü parti haline dönüştü. Buna göre aşırı sağ partiler toplamı %34, Yeni Sol cephe %28,10, Macron’un merkez sağ partisi ise %20,30’da kalırken, Fransız yakın tarihinin en yüksek seçmen katılımı olan %61’e erişildi.
Ancak bu görünüm önümüzdeki hafta yapılacak ikinci turdaki dar bölgeli seçim ittifakları ile değişebilir ve Fransız Parlamentosu’ndaki sandalye dağılımı farklılıklar ortaya koyabilir. Her ne olursa olsun Fransa’da aşırı sağın önlenemez yükselişi bir gerçek olarak karşımızda.
Bu görünüm altında BREXIT sonrası FREXIT tartışması başlar mı?
Pek ihtimal vermemekle birlikte dile getirenler ve endişe duyanların sayısı az değil. Uzak ihtimal olsa da FREXIT gerçekleşirse AB ortada kalır mı? Fransa’nın dengelediği Amanya’nın tek başına kalması durumu diğer ülkeleri nasıl etkiler? Bir dizi deli soru işareti.
Diğer yandan AB’deki bütün aşırı sağ partilerin söylemlerinde ABD ve doğal olarak ABD’nin yönlendirdiği NATO karşıtlığı da var. Ukrayna’ya bunca destek verilmesinin yarattığı maddi güçlükler her fırsatta dile getiriliyor. Yeni paradigma çerçevesinde NATO’yu güçlendireceğiz derken, NATO’dan kopuşlar olur mu?
Yine özellikle içinde yaşadığımız dünya koşullarında imkansız gözükse de Kasım ayını beklemek ve ABD seçimlerini görmek lazım. Sevgili dostum Leyla Emeç Tavşanoğlu’nun deyimi ile “geriatrikler kulübü”nün temsilcisi Biden ya da kendisi de bu kulübe aday ama 34 ayrı suçtan hükümlü Trump’ın seçimleri kazanması ABD-AB ilişkilerini ve NATO’yu nasıl etkileyecek?
Hep beraber göreceğiz…
Bütün bu gidişatın Türkiye’ye etkileri sonraki yazıların konusunu oluşturacak.
Tekrar görüşmek üzere….
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde şaşırtıcı bir sonuç çıkmadı. Bir iki istisna hariç, aşırı sağ daha da güçlendi, Yeşiller hezimete uğradı, Merkez sağ Avrupa Parlamentosu içindeki belirleyici rolünü oynamaya devam etti, vs.
Hemen herkesin üzerinde mutabık olduğu husus pandemiden bu yana bir türlü toparlanamayan AB ekonomisi, özellikle Rusya Ükrayna savaşı ile birlikte daha da ağır koşullarla karşı karşıya geldi. ABD’nin Ukrayna’yı desteklemek üzere AB ülkelerini devreye girmeye zorlaması, 2023 yğlğnda Almanya’nın yaklaşık 100 milyar Euro savaş sanayine yatırım yapmasına yol açtı. Bu sene de benzeri bir bütçenin ayrıldığı anlaşılıyor. Doğal olarak Almanya’dan geri kalmayan Fransa’da benzeri harcamaları yaptı.
İkinci Dünya savşı’nın ardından silaha yatırım yapmak yerine kalkınmaya yatırım yapmak fikri üzerine inşa edilen Avrupa bütünleşmesi hareketi, uzun yıllar AB denilince genel algı olarak “refah toplumunu” çağrıştırdı. Ancak bir önceki paragrafta belirtmeye çalıştığımız savaş sanayii harcamaları ile birlikte, başat AB ülkeleri giderek refah toplumundan güvenlik toplumuna kayıyor imajı veriyor. Özellikle çok yakın tarihe kadar AB bütçesinden aldıkları büyük payla en büyük AB destekçisi olan AB çiftçilerinin yaptıkları eylemler, bu kesimin de giderek aşırı sağa meyillendiğini gösteriyor.
Yine doğal olarak başta savaşlar olmak üzere, iklim değişikliğine bağlı gıdaya erişim, olumsuz sağlık koşullarının, vs. yol açtığı yoğun göç, yabancılara karşı yeni bir ırkçı dalganın da oluşmasının nedeni oldu.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu görünüm altında aşırı sağın güç kazanması zaten kaçınılmaz gibiydi. Bu çerçevede soğuk kanlılığını koruyamayan tek lider şimdilik Fransa devlet başkanı Macron olarak gözüküyor. Parlamentoyu fesh ederek (kendisi istifa etmemek kaydıyla) erken seçime ülkesini sürükleyen Macron’un partisi, biz bu satırları yazarken ilan edilen seçim sonrası anket sonuçlarına göre üçüncü parti haline dönüştü. Buna göre aşırı sağ partiler toplamı %34, Yeni Sol cephe %28,10, Macron’un merkez sağ partisi ise %20,30’da kalırken, Fransız yakın tarihinin en yüksek seçmen katılımı olan %61’e erişildi.
Ancak bu görünüm önümüzdeki hafta yapılacak ikinci turdaki dar bölgeli seçim ittifakları ile değişebilir ve Fransız Parlamentosu’ndaki sandalye dağılımı farklılıklar ortaya koyabilir. Her ne olursa olsun Fransa’da aşırı sağın önlenemez yükselişi bir gerçek olarak karşımızda.
Bu görünüm altında BREXIT sonrası FREXIT tartışması başlar mı?
Pek ihtimal vermemekle birlikte dile getirenler ve endişe duyanların sayısı az değil. Uzak ihtimal olsa da FREXIT gerçekleşirse AB ortada kalır mı? Fransa’nın dengelediği Amanya’nın tek başına kalması durumu diğer ülkeleri nasıl etkiler? Bir dizi deli soru işareti.
Diğer yandan AB’deki bütün aşırı sağ partilerin söylemlerinde ABD ve doğal olarak ABD’nin yönlendirdiği NATO karşıtlığı da var. Ukrayna’ya bunca destek verilmesinin yarattığı maddi güçlükler her fırsatta dile getiriliyor. Yeni paradigma çerçevesinde NATO’yu güçlendireceğiz derken, NATO’dan kopuşlar olur mu?
Yine özellikle içinde yaşadığımız dünya koşullarında imkansız gözükse de Kasım ayını beklemek ve ABD seçimlerini görmek lazım. Sevgili dostum Leyla Emeç Tavşanoğlu’nun deyimi ile “geriatrikler kulübü”nün temsilcisi Biden ya da kendisi de bu kulübe aday ama 34 ayrı suçtan hükümlü Trump’ın seçimleri kazanması ABD-AB ilişkilerini ve NATO’yu nasıl etkileyecek?
Hep beraber göreceğiz…
Bütün bu gidişatın Türkiye’ye etkileri sonraki yazıların konusunu oluşturacak.
Tekrar görüşmek üzere….
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.